22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 EKİM 2009 / SAYI 1229 5 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Toplumun içindeki birçok soruna el atıyorlar, uzun vadeli çözümler üretiyorlar. Ancak kamusal hayatta ne kadar etkililer? Sivil Toplum Kuruluşları için cevaplanması zor bir soru. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi ülke çapında STK’lere ulaşarak koordineli çalışmalarını ve görünür olmalarını sağlamaya çalışıyor. Birinci STK Festivali de bu etkinliklerden biriydi. Fotoğraflar: Vedat Arık Orhan Kemal’in Nâzım’ı... ATAOL BEHRAMOĞLU O Sivil toplum bir arada DENİZ ÜLKÜTEKİN ivil Toplum Kuruluşları’nın faaliyetleri dikkat çekiyor, övgüler alıyor, sorgulanıyor, eleştiriliyor. O kadar çok alanda o kadar çok STK faaliyet gösteriyor ki; yerel sorunlarla mücadele eden aktif eylem grupları, politik eylemciler, büyük fonlar kullanarak uzun vadeli projeler üreten organizasyonlar... Kimisi sessiz sedasız işini yapıyor, kimisi sık sık medyada görünüyor. Benzer sorunların üzerine eğilirken bambaşka yöntemler kullanabiliyorlar. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, STK’ler arası işbirliğini geliştirmek için faaliyet gösteriyor. Türkiye çapında ulaştıkları STK sayısı 4500 civarında. Geçenlerde Maçka Küçükçiftlik Parkı’nda yüzden fazla STK’yi bir araya getirerek Türkiye’nin bu alandaki ilk festivalini düzenlediler. S Umut Karapeçe. Festivalde en dikkat çeken aktivitelerden biri Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın Canlı Kitap Projesi’ydi. Organizasyon çadırında proje koordinatörlüğü yapan Umut Karapeçe anlatıyor; “Bir kütüphaneden farkı yok. Ziyaretçiler geliyor, kitaplarını alıyor, yarım saat okuyor, form doldurup çıkıyor. Tek farkı kitapların insan olması.” Üstelik bu insanlar önyargılar sebebiyle toplumdan dışlanan kesimden, yani bir şizofrenin, transseksüelin, Alevinin ya da Kürt’ün hayat hikâyesini bulabilirsiniz bu başlıklar içinden. Tabii ki projede yer alan insanlar bağlı bulundukları etnik grubun sözcüsü konumunda değiller. Yine de okuyucular sordukları sorularla toplumda dışlanan kesimlere karşı oluşan önyargılarını kırma fırsatı yakalıyorlar. Bahsettiğimiz önyargılara en fazla muhatap olan kesimlerden eşcinseller ve farklı cinsel kimlikleri olanların haklarını savunan LBGTT Platformu da katılımcılar arasındaydı. Cinsel kimlik mücadelesi birçok farklı ilde yerel örgütlenmelere sahip. İstanbul’dan Pembe Hayat, İzmir’den Siyah Üçgen ve Diyarbakır’dan Piramit gruplarının üyeleri konuştuğumuz kişilerdi. Pembe Hayat aktivisti “yereldeki sorunları görünür hale getirmeye çalışıyoruz” diyerek amaçlarını özetliyordu. Yaklaşık on yıl öncesine kadar STK’ler bile Bir buçuk yıl yer bulamadık ivil Toplum Geliştirme Merkezi Halkla İlişkiler sorumlusu Seda Alp STK’lerin daha çok görünür olması gerektiğini düşünüyor. STGM olarak tüm STK’lerle irtibat halinde olmaya mı çalışıyorsunuz? Seda Alp: Aslında yapmak istediğimiz şu; herhangi bir alanda etkili olmak için STK’lerin işbirliği içinde olmasını sağlamak. Bunun olmaması önyargılardan, önyargılar da birbirini tanımamaktan kaynaklanıyor. S Festival düzenleme fikrinin altında “STK’ler aynı oranda topluma yaklaşamıyor” gibi bir düşünce de var mı? Haklısınız; STK’ler biraz içine kapanık çalışmalar olarak görülebiliyor. Bunu kırmanın yolu da dışarıya açılmak. STK’ler arasında da çok büyük farklar var. Mümkün olduğu kadar tartışma ortamı çıksın istiyoruz. Aslında birbirlerinden çok şey kazanabiliyorlar. Festivali düzenlerken ne gibi sıkıntılar yaşadınız? Bir buçuk yıl yer bulamadık. “Festival alanı talep ediyoruz” dediğimizde hiç beklemediğimiz yerlerden “aranızda başörtülü var mı, gayler, lezbiyenler var mı?” gibi olabilecek her türlü ayrımcılık içeren sorularla karşılaştık. Bu soruların hiçbirine cevap vermedik. Kamu yararına çalışan bir örgütse biz bunun hesabını vermek zorunda değiliz. G dışlarken şimdi yaşanan değişimi örgütlü mücadelelerine bağlıyorlar. Diyarbakır cinsel kimlik mücadelesi için zor bir kent olarak düşünülebilir. Oysa Piramit üyeleri kurumsal anlamda beklenenden çok daha az sorunla karşılaşmışlar. En önemli sorun olarak kentteki eğitim yetersizliğinin cinsel kimlik alanına da yansımasını gösteriyorlar. Faaliyetleri daha çok cinsel eğitim ağırlıklı. Oppazuppa Zound Sistem ise daha yolun başında sayılır. Oluşum müzisyenlere hem teknik hem de hukuksal olarak destek olmayı amaçlıyor. Konuştuğumuz bir aktivist “müzik endüstrisinde sıkıntılar çok belli” diyor, “Albüm maliyetleri, hayatı idame ettirme sıkıntısı, belli tarzlar dışında kalanların dışlanması, tarz ayrımının beraberinde muhafazakârlaşmayı da getirmesi.” Oluşum içinde farklı tarzda müzik yapan birçok grup var. Bu da Oppazuppa’nın olmasını istediği şey. Doğuyla batının bir araya gelmesi değil, iki kültürün aslında olması gerektiği gibi hep bir arada yaşaması için farklı oluşumların birbirleriyle yaptığı işbirliğini destekliyorlar. Peki, Türkiye’deki STK yapılanmalarına kendilerini yakın görüyorlar mı? “STK tartışmalı bir şey zaten. Toplumun örgütlenmesi önemli ama başka örgütlenmelerle de işbirliği yapmak lazım. Bu örgütlenmeler illa maddi akışla mı yoksa hak temelli ve bir dert çerçevesinde mi olacak? ‘Bu meseleye üzülüyoruz ama bir şey söyleyemiyoruz’ denilen noktada zaten sorunu tekrar yaratıyorsunuz. Toplumu örgütleyen yapının ne kadar işlevsel olduğu orada sorgulanmaya başlıyor zaten.” G rhan Kemal’in Nâzım Hikmet’le Bursa Cezaevi anılarını anlattığı “Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl”ını ne kadar uzun zaman önce okumuş olmalıyım ki, bu kitaptan bende bir iz kalmamış... Buna karşılık kısa süre önce yine Orhan Kemal’in “Yazmak Doludizgin”inin sayfalarını karıştırıken karşımda capcanlı beliriveren Nâzım portresi beni hem duygulandırdı, hem de zaman zaman kahkahalarla gülmekten kendimi alamadım. İçinde Bursa Cezaevi anılarıyla birlikte yazarın başka tarihli günceleri ve şiirlerinin bulunduğu bu kitabı bana oğlu Işık Öğütçü, 2002 Şubatında kardeşçe bir ithafla imzalamış. Orhan Kemal bir çoğumuz için olduğu gibi benim de en sevdiğim yazarlarımızdandır. Toplumcu, gerçekçi ve insancıldır... Ben edebiyat yaratıcılığında toplumculuğun, gerçekçiliğin ve hümanizmin ölümsüzlüğüne inananlardanım. Modalar, kendi alanlarında büyük ürünler verseler de, gelip geçicidir. Fakat yukarıda andığım kavramlar, günümüzde de görüldüğü gibi zaman zaman moda dışı kalsalar da, var olmayı sürdürürler. Tabii, insan, onu insan yapan değerleri ile varlığını sürdürecek ise... Orhan Kemal’in başta “Bereketli Topraklar” olmak üzere en seçkin yapıtlarından söz ederken “Murtaza”yı unutamayız. Bu kitap, toplumcu, gerçekçi ve insancıl oluşunun yanısıra, bir mizah başyapıtıdır da. Orhan Kemal aynı zamanda bir diyalog ustasıdır. Bursa Cezaevi anılarının da yer aldığı “Yazmak Doludizgin” de onun özellikle bu son iki ustalığını (diyalog ustalığı, mizah yeteneği) bir arada görüyoruz. Bir kaç fırça darbesiyle çiziliveren, elle tutulurcasına gerçek bir yaşama ortamı ve yine elle tutulurcasına somut insan tipleri... Odakta da Bursa Cezaevi mahkumu Nâzım Hikmet... Olanca çocuksuluğu, naifliği, bazen patavatsızlığı ve komikliği, olağanüstü çalışkanlığı, verecenliği ve alçak gönüllülüğü ile... Nâzım Hikmet’in şair ve yazar kimliği üstüne ne yazık ki henüz çok fazla ürün verilmiş değil. O çapta bir yaratıcı hakkında, bir başka ülke yazarı olsa, kitaplıklar dolusu yapıt yayınlanmış olurdu. Buna karşılık, insan kişiliğini anlatan pek çok tanıklık var. Bunlardan Rus dilinde yazılmış olanların bazılarını dilimize ben çevirdim. Bu gibi tanıklıklar, anlatılan kişi kadar ve kimi kez belki ondan da çok anlatanın kişiliğini yansıtır. Nâzım Hikmet konulu anılarda ve tanıklıklarda, yazarın benzersiz yaşamı ve kimi kezkalıplara sığmayan şaşırtıcı kişisel özellikleri bakımından, bu özellikle böyledir... Orhan Kemal’in günü gününe tuttuğu ve sanki bu gün şu anda yazılmışçasına taptaze notlarında, cezaevindeki günlük yaşamı içinde çizilmiş bu benzersiz kişilik, (sevgili, büyük şairin portresi), olanca sadeliği, canlılığı ve insancalığıyla çıkıyor karşımıza... Gerisini kitabı okuyacak olanlara bırakarak 23 Mayıs 942 tarihli bir notla yetineyim: “Gece... Dışarıda ilgisiz bir kurbağa peydahlandı. ‘Vırak vırak vırak’ diye bağırıp duruyor. Öyle bed bir sesi var ki cenabetin. Sanki gırtlaklanıyormuş gibi. Buna Nâzım Hikmet de alınıyor: “ Kendini kuş zannediyor pezevenk” dedi. “Böyle kendi sesi hakkında iyiniyet sahibi hayvan olmaz...” Tam bu esnada –Cenabı Allahın işi yok hayvan büsbütün yüksek perdeden bağırmaya başladı. Nâzım Hikmet ilave etti: “ Bak, duymuş gibi kerata...” G ataolb@cumhuriyet.com.tr TARİHTE BU HAFTA 11 Ekim 1918: Çekoslovakya bağımsızlığını kazandı. 1922: Mudanya Mütarekesi imzalandı. 1963: “Kaldırım Serçesi” lakaplı ünlü Fransız şarkıcı Edith Piaf 48 yaşında hayata gözlerini yumdu. 2005: Şair, romancı ve Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Attilâ İlhan (sağda) hayata gözlerini yumdu. 12 Ekim 1928: Suni solunum cihazı ilk kez Amerika’nın Boston şehrindeki bir çocuk hastanesinde kullanıldı. 1973: ABD Başkanı Richard Nixon vergi cezası nedeniyle hapis cezasına çarptırılan yardımcısı Spiro Agnew’un yerine Gerald Ford’u getirdi. 1987: Altıncı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk öldü. 13 Ekim 1921: Ankara Hükümeti, Moskova Antlaşması’yla çizilen kuzeydoğu sınırlarının sürekliliğini sağlamak amacıyla Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Kars Antlaşması’nı imzaladı. 1923: TBMM kararıyla Ankara’nın başkent olmasına karar verildi. 1968: Meksika’nın başkenti Meksiko’daki Yaz Olimpiyatları’nda ilk defa meşale bir kadın atlet tarafından yakıldı. 1973: “Halikarnas Balıkçısı” olarak tanınan ünlü yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı (altta) hayata gözlerini yumdu. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ C M Y B C MY B 14 Ekim 1944: “Çöl Tilkisi” lakabıyla tanınan ünlü Alman General Erwin Rommel hayata veda etti. Tarihin gelmiş geçmiş en önemli komutanları arasında yer alan Rommel, Hitler’e düzenlenen suikasta iştirak ettiği gerekçesiyle siyanür içmeye zorlanarak intihar ettirildi. 1959: Ünlü Amerikalı oyuncu Erol Flynn öldü. 15 Ekim 1917: Asıl adı “Margaretha Geertruida Zelle” olan ünlü Hollandalı casus Mata Hari (sağda) kurşuna dizilerek öldürüldü. Egzotik danslarıyla erkekleri büyülemesiyle nam salan Mata Hari I. Dünya Savaşı sırasında Almanların hesabına çalışmıştı. 1920: “Baba” romanıyla ünlenen Amerikalı yazar Mario Puzo doğdu. 1927: Gazi Mustafa Kemal Paşa 36,5 saat süren tarihi (Nutuk) konuşmasına başladı. 1978: Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi Paris’teki UNESCO Merkezi’nde kabul edildi. 16 Ekim 1922: En uzun demiryolu tüneli İtalya ve İsviçre arasında açıldı. 1946: ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin açtığı dava kapsamında Nürnberg Mahkemeleri’nde insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmaktan yargılanan Naziler idam edildi. 1973: Ünlü Amerikalı Caz davulcusu Gene Krupa hayata gözlerini yumdu. 17 Ekim 1915: Ünlü oyun yazarı Arthur Miller (altta) dünyaya geldi. 1924: Topkapı Sarayı müze olarak halka açıldı. 1931: İtalyan asıllı mafya babası Al (Alphonse) Capone içki ticareti başta olmak üzere yaptığı birçok yasadışı iş olmasına rağmen, ancak vergi kaçakçılığı suçundan tutuklanarak 11 yıl hapse mahkum edilebildi. 1933: Yahudi asıllı Alman bilim adamı Albert Einstein Nazilerin iktidara gelmesinin ardından Amerika’ya sığındı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle