02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Aile planlaması hayat kurtarır Hakan Alp D ünyada her dakikada bir kadın, Türkiye’de ise her gün bir kadın sadece gebeliğe ya da doğuma bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor. Üstelik bu ölümlerin yaklaşık üçte ikisini basit önlem ve müdahalelerle önlenebilir sebepler oluşturuyor. Gebeliğe ve doğuma bağlı sorunların yarattığı sonuçlar ölümle sınırlı değil, kronik hastalıklar, yaşam boyu süren sakatlık ve maluliyetler de cabası... BM Nüfus Fonu (UNFPA) Üreme Sağlığı Program Koordinatörü Dr. Gökhan Yıldırımkaya sorularımızı yanıtladı. Türkiye’de gebeliğe ve doğuma bağlı ölümlerin en büyük nedeni ne? En önde gelen neden genç (18 yaşın altı) ve geç yaşta (35 yaşın üstü) yapılan doğumlar. Bunu doğum aralığının iki yıldan az olması yani sık aralıklarla yapılan doğumlar ve yaşam boyu dörtten fazla Dr. Gökhan Yıldırımkaya. gebe kalınması izliyor. Gebelik döneminde ve doğum öncesinde tıbbi takibin yapılmaması, doğumun uygun koşullarda eğitimli sağlık personeli aracılığı ile gerçekleştirilememesi diğer nedenler. Ülkemizde hâlâ kabaca beş kadından biri doğum öncesi tıbbi takip ve bakım hizmetlerinden yararlandırılmıyor, yine beşinden birinin doğumu uygun koşullarda gerçekleşmiyor. Doğurganlık dönemindeki kadınların yaklaşık bir milyondan fazlasının aile planlaması ihtiyacının karşılanmaması gebeliğe ve doğuma bağlı ölümleri arttıran sebeplerden. Türkiye’de yüz binde 28,5 olarak hesaplanan anne ölümleri Yunanistan’da 10, İrlanda’da 4. Riskli gebelikler çok yaygın, ancak 2005 Ulusal Anne Ölümleri Çalışması’nın verileri gebeliğe bağlı ölen kadınların dörtte üçünün gebeliği önleyici bir yöntem kullanmadığını gösteriyor. Daha düşündürücü olanı ise; sözü edilen araştırmaya göre, ölen kadınların yarısı bu gebeliği istememişler. Riskli gebelikler bebek için ne gibi sakıncalar taşıyor? Türkiye’de bebek ölüm hızı bin canlı doğumda 29 iken, doğum aralığı iki yıldan az olan gebeliklerde bu hız 2,5, 20 yaş altı gebeliklerde ise bir kat artıyor. Yine doğum aralığı iki yıldan az ve doğum sayısı üçten fazla olan gebeliklerde bebek ölüm hızı 3,5 kat yükseliyor. Ayrıca doğum sırasında ya da sonrasında ölen annelerin canlı doğan bebeklerinin ölme riski sekiz kat fazladır. O halde size göre anne ve bebek ölümlerine karşı en önemli çözüm aile planlaması, öyle mi? Evet. Araştırmacılar dünyada aile planlamasında tüm ihtiyacın karşılanması halinde yılda yaklaşık 150 bin kadının hayatını kurtaracağını tahmin ediyor. Ayrıca en az 36 aya ulaşan doğum araları da 1.8 milyon 5 yaş altı çocuğun ölümünü engelleyecek. Anne ve bebek ölümlerinin azaltılması, tüm ulusların üzerinde uzlaştığı bin yılın kalkınma hedeflerinden ikisi. 200 MİLYON KADIN KORUNAMIYOR... Yani bu sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil. Dünyada durum nedir? Her yıl 190 milyon kadın hamile kalıyor ve 50 milyonu çocuk düşürme yoluna başvuruyor. Tahminen 68 bin kadın güvensiz çocuk düşürmeden dolayı ölüyor. Milyonlarcası da uzun süreli sakatlıklarla mücadele ediyor. 200 milyon kadın hamileliği geciktirmek veya hamilelikten korunmak istediğini söylüyor, fakat etkili bir doğum kontrolü kullanmıyor. Bunun nedeni bu yüzden bir daha hamile kalamayacaklarını düşünmeleri ya da ailelerinin karşı çıkması. Oysa kaç çocuğa, ne zaman sahip olacağınıza karar verebilmek bir insan hakkı. Gebelik önleyiciler yoksulluğu, yavaş nüfus artışını, hükümet üzerindeki baskının hafiflemesini önleyip daha devamlılığı olan bir dünya yaratıyor. Araştırmalara göre önümüzdeki 15 yılda doğum kontrolüne olan talep yüzde kırk artacak, ancak bunun için yeterli bütçe ayrılmalı. Yeterli bütçe derken? Mesela, dünya genelinde 200 milyona yakın kadın, özellikle en fakir ülkelerde, etkili korunma yöntemleriyle hâlâ tanışmamış. Bu ihtiyaçla tanışmaları yılda yaklaşık 2.9 milyar dolara mal olacak. Bu, yaklaşık 23 milyon planlanmamış doğumu ve 22 milyon düşüğü engelleyecek, bu da 142 bin kadının, 1.4 milyon bebeğin ölümünün önlenmesi demek. Eğitim, sağlık ve istihdam programları geliştirilmesine katkıda bulunmak, hızlı nüfus artışı ile bağlantılı sorunlara dikkat çekmek, anne ve çocuk ölümleri ile etkili mücadele etmek, Türkiye’de neredeyse her gün bir kadın sadece gebeliğe ya da doğuma bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor. Yine bu nedenlerle binlerce kadın kronik hastalıkla, sakatlıkla yaşamak zorunda kalıyor. Üstelik de istemedikleri hamilelikler yüzünden! BM Nüfus Fonu Üreme Sağlığı Program Koordinatörü Dr. Gökhan Yıldırımkaya’ya göre, etkili çözümlerden biri, aile planlaması. bireylerin istediği zamanda, sağlıklarını tehlikeye sokmayacak sayıda çocuk sahibi olmalarını desteklemek Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun (UNFPA) da hedefleri arasında. Peki bu hedefe ulaşmak için neler yapıyorsunuz? UNFPA bu yılın ana temasını “Aile Planlaması” olarak belirledi. Çözüm için, kadının toplumsal ve sosyal statüsünün güçlendirilerek üreme sağlığı hizmetlerinden, doğum, doğum öncesi, sonrası ve aile planlaması hizmetlerinden yararlanması konusunda etkili politikalar yürütmek, halk eğitimlerine süreklilik ve etkinlik kazandırmak, özellikle doğurganlık kararları konusunda eşlerin birlikte karar almasını sağlamak, doğurganlık, anne sağlığı, çocuk sağlığı alanlarının sadece kadınların sorumluluk alanı olmadığının kabul ettirilmesi ve bu alanda erkek katılımının sağlanması gerekiyor. UNFPA Türkiye de bu alanda başta gençlerin üreme sağlığı konusunda bilgi ve bilincinin artırılması, tutum ve davranışlarının geliştirilmesi konusunda birçok sivil toplum kuruluşu ve üniversite ile özellikle akran eğitimleri ve savunuculuk çalışmaları yürütüyor. TSK&Sağlık Bakanlığı ile birlikte dünyanın en geniş yılda beş yüz binden fazla er ve erbaş erkek üreme sağlığı programını destekliyor. Ayrıca Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü ile sürekli işbirliği içerisindeyiz. Bakanlığın üreme ve kadın sağlığı ve aile planlaması konusundaki uygulamalarına düzenli mali ve teknik katkı veriyoruz. G Toplumun olduğu her yerde biz varız... Esra Açıkgöz nsanları anlamak zor, ama kuşkusuz bir toplumu anlayabilmek daha zor. Hele de bu toplum, Türkiye gibi bir geçiş dönemindeyse. Yine de sosyologlar bunun için uğraşıyor. Üstelik karşılaştıkları tek zorluk bu da değil, sosyolojiye ayrılan kısıtlı istihdam, pratikten uzak eğitim, işsizlik gibi sorunlarla da boğuşuyorlar. Şimdiye kadar seslerini dile getiremediler, çünkü bir örgütleri yoktu, ancak geçen yıl kurulan Sosyoloji Mezunları Derneği, artık sosyologların hakları ve sosyolojinin gelişimi için mücadele ediyor. Derneğin başkanı Ünal Özen ve yönetim kurulu üyesi Meryem Erkablan sorularımızı yanıtladı. Sosyoloji Mezunları Derneği açma ihtiyacı neden doğdu? Ünal Özen: Sosyologların örgütlenmesi, sorunlarını dillendirmeleri, çözüm noktasında baskı gücü olması hep ihtiyaçtı, ama örgüt, oda gibi bir yapımız yoktu. Sadece Ankara’da 1990’da kurulmuş Sosyoloji Derneği var, ancak onlar daha çok bilimsel, akademik çalışıyorlar. Oysa özellikle kamuda çalışan sosyologlar sorunlarını dile getirmekte sıkıntılar yaşıyordu. 2007 Aralık’ta derneğimizi kurduk. Şu an 34 üyemiz var, 70 kişi de üyelik için bekliyor. Çoğunluk İstanbul’dan ancak Malatya’dan, Ankara’dan, Diyarbakır’dan da üyelerimiz var. Meryem Erkablan: Sosyologlar toplumsal olayları yorumlamak, bir şeyler üretebilmek için önce kendilerini doğru ortaya koyabilmeli. Kamuda çalışan sosyologların sorunlar yaşadıklarını söylediniz. Nedir bunlar? Ü. Özen: Devlet kadrolarında bazı birimlere sosyolog alınmaya başlandı, ancak ne görev ne de kadro tanımı mevcut. Mesela Adalet Bakanlığı Denetim Serbestliği bölümünde çalışan sosyolog, aynı işi yapan başka alan mezunu memurdan 350 YTL daha az maaş alıyor. Uzman ve psikoloğun kadrosu görevleriyle geçerken, sosyologlarınki genel idari il kadrosu diye geçiyor, yani meslek yüksekokullu memur statüsünde oluyor. Öğretmenlik yapabilmemiz için de 1.5 yıl master İ M. Erkablan: Ekonomi de uzun zaman bir bilim olarak kabul edilmedi. Sosyolojinin en büyük sıkıntısı ne olduğunun bilinmemesi. Sorduğunuzda insanlar kulaktan dolma bilgilerle, toplum bilim diyor, ama bunun içine ne girdiğini bilmiyorlar. Üniversitede istatistikten, matematiğe, bilgisayara, tarihe, pek çok alanda ders alıyoruz. Saha çalışmalarına katılıyoruz. Türkiye ciddi bir sürecin içinde, ancak bunlarla ilgili analizlerimizi paylaşamadığımızdan cam bir fanus içinde kalıyor. Yayımı sağlanabilse sosyolojinin ne işe yaradığını herkes görecek. Bir araya gelmemizdeki en önemli nedenlerden biri de bu. Yani dernek bir bilgi paylaşım ağı da oluşturacak. M. Erkablan: Tabii ki. “sosyolojimezunlari.org” adlı sitemizde bilgilerimizi paylaşacağız. Yurtdışındaki sosyologlarla ortak çalışmalar için de bağlantılar kurduk. Ü. Özen: Sosyal projelerle yeni iş imkânları da açmayı planlıyoruz. SOSYOLOGLARA İHTİYAÇ VAR... “Burası Türkiye, burada her şey olur, bu ülkeyi anlamak zor” gibi herkesin en az bir kez kullandığı laflar vardır. Sizin işiniz bu ülkeyi anlamaya çalışmak, ama sizce de bu ülkeyi anlamak gerçekten zor mu? M. Erkablan: Burası Türkiye deyip bir kenara koymak doğru değil. Evet, Türkiye büyük bir dönüşüm aşamasında; AB’ye mi girelim, yoksa Doğu’ya dönük bir yapıya mı bürünelim diye tartışılıyor. Geçiş döneminde birçok aşamayı birlikte yaşıyor. Toplumsal oluşumu da çok farklı. O yüzden sosyologlara çok daha fazla ihtiyaç var. Ancak bütün bu dönüşümü anlayabilmek her şeyden önce emek ve zaman istiyor. Toplumu çözümlemek gibi zor bir işe soyunan sosyologların aldıkları eğitim yeterli mi peki? M. Erkablan: Gençler, ne olduğunu bilmeden sosyoloji okumaya geliyorlar. Üniversiteden sonra da yüksek lisans şansı az olduğu için uzmanlaşamıyorlar. İyi bir örgütlenmeyle bizden sonra gelecek sosyologların da yolunu açabiliriz. Ü. Özen: 20’si özel, ikisi Türki devletlerde olmak üzere toplam 65 üniversitede sosyoloji bölümü var. Maliyeti düşük olduğu için çok açılıyor, ama eğitim kalitesi çok düşük, matematik ya da istatistik bölümünden öğretim üyelerinin sosyoloji derslerine girdikleri üniversiteler var. Kimi üniversitelerde neredeyse hiç saha çalışması yok. Bölümlerin her yıl verdiği 1500 mezun ise işsizlikle karşı karşıya. M. Erkablan: Dersler daha çok kitap üzerinden gidiyor. Daha öğrencilikte böyle bir kopukluk olunca sonrasında da toplumla bir bağ kurulamıyor. Oysa saha çalışması yaptığınızda olaylara bakışınız da değişiyor. G Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Ünal Özen ve üye Meryem Erkablan. Fotoğraf: Vedat Arık yapmamız gerekiyor. Avrupa’da özel hastanelerde, belediyelerde, nüfus dairelerinde, istatistik kurumlarında hep sosyologlar çalıştırılır. Türkiye’de sosyologların çözüm önerileri kulak ardı ediliyor, oysa dikkate alınsa, göç, işsizlik, ekonomideki sorunların bir kısmının çözüleceğini düşünüyoruz. M. Erkablan: Bir sürü araştırma şirketi var, ama çoğu pazar araştırması yapıyor, yani sosyologlar sadece tüketim alışkanlıkları üzerine çalışabiliyor. Ü. Özen: Oysa insanın olduğu her yerde, toplumsal yaşamın her alanında sosyoloji vardır. Fabrikada, fındık işçisinin yanında, anaokulunda, namus cinayetleri ya da aşiret kavgalarıyla ilgili araştırmalarda... Bir noktadan sonra bu ihtiyaç anlaşılacak. Bir yandan sosyoloji mezunları işsiz kalıyor, diğer yandan herkes toplumsal analizler yaparak sosyolog gibi davranıyor... Görülen o ki, Türkiye’de sosyoloji hâlâ bir bilim olarak görülmekten uzak. Onların işi toplumu anlamak ve analiz etmek, ama Türkiye gibi geçiş sürecindeki bir ülkede bunu yapmak kolay değil. İşsizlik, iletişimsizlik, eksik eğitim de eklendiğinde zorluklar ikiye katlanıyor. Sosyologlar, hem bunları dile getirmek, hem de bilgi paylaşımı yaparak doğru bir toplum analizi yapılmasını sağlamak için Sosyoloji Mezunları Derneği’ni kurdular... C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle