02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aytaç Gürel. Reyhan Kaya. İnadına sokak, inadına hayat... Menderes Caddesi’nde 27 Temmuz akşamı patlayan iki bomba, 17 kişinin canını aldı, birçok insana ağır/hafif yaralar verdi. Olay, olanları televizyonları karşısından izleyenlerin içindeki korku ve kaygıları yeniden açığa çıkardı. Kalabalık veya kapalı alanlarda, metroda, alışveriş merkezlerinde olası bir bomba, silah ya da terör; bizi sokaktan biraz daha uzaklaştırıyor, korku toplumuna biraz daha yakınlaştırıyor. Oysa inadına sokakta kalmak gerekiyor. Röportaj: Deniz Ülkütekin Fotoğraflar: Vedat Arık Güngörenliler hayatlarına devam etseler de ölenlerin acısını yüreklerinde taşıyorlar... 42 yaşındaki Hikmet Yavuz’un dediği gibi kozmopolit bir merkez olmayan Güngören’de ahbaplıklar kadar söylentiler de hızlı yayılıyor. İnsanların yaşadığı travma da söylentilerin en büyük silahı. Olayın yarattığı şoktan kurtulmak için psikolojik yardım almaya giderken konuştuğumuz, Reyhan Kaya, 27 Ağustos akşamı, çok kalabalık olduğu için Menderes Caddesi’ne girmeyi tercih etmemiş, Kınalı tarafından yoluna devam ederken bombaların patladığını duymuş, hemen caddeye geri dönmüş ve birkaç kişinin yanında can verdiğini görmüş. Onun karşılaştığı manzara da Güzelalman’ın anlattığından pek farklı değil. Kaya kalabalıkta küçük oğlunun peşine düştüğünde, o an markette olan kızı 28 yaşındaki Funda Altuntaş’ı markette yaralı halde bulmuş, Altuntaş’ın küçük oğlu Tacettin de hafif bir yara almış. “Ölümle burun burunaydım” diyor Funda Altuntaş ve soruyor, “Yanlış anlamayın, ama Taksim, Bakırköy gibi merkezi yerler dururken neden burası?” Kadıköy’dekiler ise nedendir bilinmez, konu hakkında pek konuşmak istemiyor. Restoran ve kafe çalışanları, Güngören’deki patlamalardan sonraki gün etrafın tenha olduğunu ama hafta ortası her şeyin normale döndüğünü söylüyor. Belki coğrafi uzaklık, belki de başka bir sebep, ama gerçek, Kadıköy’ün Güngören’de patlayan bombalardan daha az etkilendiği. 35 yaşındaki Soner Cengiz, medyanın yayın politikasının doğru olduğu görüşünde. Sebebini ise “İnsanların acılarının birebir anlatılması iyi bir şey, bunu kimin, nasıl yaptığını görmemiz gerekiyor, halkın bundan haberdar olması lazım” diyerek açıklıyor. Medya için bir hayli zor bir soru, yayın yaptığı kitle üzerinde sorumluluk hissedenler için tabii, halkı sakinleştirmek mi yoksa yaşanan acıyla yüzleştirmek mi? Bu, işin içine yorum adı altında yapılan abartı girmediği sürece her iki görüşü de savunanların kendilerine haklılık payı çıkarabileceği bir konu... Cevdet Güzelalman. Ö Hikmet Yavuz. Funda Altuntaş. Ali Öztürk. nünde sonunda değişmeyecek gerçek; Güngören’deki, patlamalar yaşanırken, birçoğumuz orada değildik, olayların acısını bir televizyon ekranının ya da ertesi günkü gazete sayfasının ebadı kadar derinden yaşayabildik. Acıyla, başkalarının acısıyla yüzleşirken, umursamamamız gereken, ama her zaman aklımızın bir köşesinde duracak bir ayrıntı bu, çoğumuz için. Hayatın yarattığı “elimizden ne gelirdi ki” diyebileceğimiz, bir durum. Gerçekten öyle mi? Güngören’deki bombanın ardından konuşulanlar insanların acıları, saldırının arkasındaki gerçekler, komplo teorileri gibi başlıklarda toplanabilir ve biz televizyonu izleriz, gazeteyi okuruz, arkadaşlarımızla tartışırız, elimizden başka bir şey gelmez. Tüm bu söylenenlerden bir an sıyrılıp, kendi hayatımıza döndüğümüzde ise tek gerçek var, sokağa çıkarken ufak ya da büyük içimizde taşıdığımız şüphe, tedirginlik ve korku... İnsanların yaşadığı acıya kendimizi en yakın hissettiğimiz an, her ne kadar gün yüzüne çıkarmasak da ailemizden, arkadaşlarımızdan ve medyadan beslenerek büyüyen korkumuzla yüzleştiğimiz an… Korkumuzun yarattığı otokontrollerimizi, yağmurdan önceki gök gürültüsüne artık başka bir gözle bakar hale gelmemizi fark ettiğimiz an... Ancak her şeyin öncesinde Güngörenliler var. Olayın en yakın tanıkları, 27 Temmuz’daki patlamada, İstanbul’un merkezi bölgelerinde dolananların daha derinden yaşadığı korkularla yüzleştiler. Seçkin Yıldırım 48 yaşında. Semtin merkezinden taşınmasına rağmen hemen her gün Menderes Caddesi’ne geliyor, buraya başka bir aşkla bağlı olduğunu ve uzakta olmasına karşın cadde üzerindeki esnaftan alışveriş yapmayı sevdiğini söylüyor. Menderes Caddesi’ni de Güngören’in kalbi olarak görüyor, “Burada herkes kardeş gibidir, gece on ikiye kadar dışarıda oturulur, kimse karışmaz”. Yılmaz’a göre olaydan sonra insanların acılarını içlerine gömerek hayatlarına devam etmesi, yılmaması çok önemli. Gerçekten caddenin büyük bölümünde hayat devam ediyor, ama bombaların patladığı yerde toplananlar arasında hüznün karıştığı hararetli konuşmalar yaşanıyor. Cevdet Gülalman olay sırasında Menderes Caddesi’nde olanlardan. İkinci bombaların patlamasından sonra gördüğü manzarayı “Yerde yatanlar, kafası kopanlar… her yer kan içindeydi, yaralılar telaş içinde ambulansa yükleniyordu” diyerek özetliyor. Ölenlerin çoğu Güzelalman’ın en azından sima olarak tanıdığı kişiler. Bir düşünün, her gün geçtiğiniz sokakta, alışveriş yaptığınız bakkal, hep aynı yerde duran yaşlı kadın ya da adam ve diğerleri, birden ortadan kayboluyor. Güngören için yaşanan böyle bir şey işte. Cevdet Güzelalman, insanların hâlâ endişe içinde olduğunu, hatta olaydan birkaç gün sonra “bomba var” ihbarı alan esnafın kepenk indirdiğini söylüyor. ÖZGÜR OLMADIĞIMI HİSSEDİYORUM Son olarak kalabalığı hiç eksilmeyen Taksim’deyiz. Sıkı tedbirlerin alındığı, ama insanların endişelerinin de aynı oranda yüksek olduğu bir yer. Gerçekten de konuştuğumuz kimse, endişesini saklamıyor. Haftada en az üç gün Taksim’de olan Ali Öztürk 21 yaşında. “Çöp kutusunun yanından geçerken bile tedirgin oluyorum” diyor. Olaydan sonra sokaktaki kalabalığın azaldığına şahit olmamış ama herkesin gündeminde bu konu varmış. 19 yaşındaki Gaye Karakaya da “kesinlikle tedirgin oluyorum” diyor. Ailesi Gaye’yi sık sık “kalabalığa girme” diyerek ikaz ediyormuş. Gaye için günlük hayatta yarattığı korkuların dışında, Güngören’de patlayan bombaların bir anlamı daha var, “İnsanın hayatta her türlü haksızlığa uğrayabileceği şüphesi uyandırıyor” diyor. 28 yaşındaki Özhan İnci’ye göre birkaç gün içinde insanın savunma mekanizması korkuyu bastırıyor, ama ilk günlerdeki kaygının çok büyük olduğunu kabul ediyor. “Kalabalık ortamlarda bulunmamaya ya da metroya binmemeye çalışıyorum” diyor ve ekliyor “Özgür olmadığımı hissediyorum”. Özgürlüğümüzü kısıtlayan, bir kanun, yasa veya herhangi elle tutulur bir şey değil. İçimizde büyüyen korku ve ona karşı kendimizce aldığımız tedbirler. Kimileri için güvenlik, özgürlükten çok daha önemli. “Her gün Taksim’deyim” diyen 23 yaşındaki Özgür Çevik de kalabalık yerlere girdiğinde tedirgin oluyor. Ancak önemli olanın bunu dışarıya yansıtmamak olduğunu söylüyor. Güngören’deki olaydan sonra polislerin güvenlik önlemlerini arttırdığını, şüpheli gördüğü kişileri kenara çekip arama yaptığını görmüş. “Bu tip sıkı tedbirlerin alınması için illa bomba atılmasını beklemek gerekmiyor” diyor. Devamlı kontrol altında olmanın da rahatsız edici olduğunu kabul ediyor ama hemen ekliyor, “Sonuçta güvenlik çok daha önemli”. Herkesin kendine göre bir fikri var, ama kimse korkusunu saklamıyor. Peki, biz, bireyler içinde bulunduğumuz toplumun korkularına yenilmemesi ve her an güvenlik endişesiyle yaşayan bir korku toplumuna dönüşmemesi için ne yapabiliriz? Yanıt, korkusunu ve tedirginliğini gizlemeye gerek görmeyen 16 yaşındaki Damla Kara’dan geliyor: “Birçok insanın ve ailesinin canı yandı. Bizim de can güvenliğimiz tehlikede. Şu anda sen de kendini tehdit altında hissediyorsundur. Televizyonda olayları izlerken kendimi o insanların yerine koydum, böyle bir şey benim başıma gelse, ailem, arkadaşlarım ne yapar diye düşündüm. Sonraki günlerde, açıkçası metroya ve kapalı yerlere tırsa tırsa girdim, ailemin korkusu benden daha fazlaydı. Onların yaptığı ikazlar benim korkularımı tetikliyor. Ancak bir yerde birilerine güvenmemiz gerek. O zaman minibüse de binmeyelim, bakkala da çıkmayalım, arkadaşımızla da buluşmayalım. Birileri özgürlüğümüzü kısıtlamamızı istiyor. Ancak biz özgür ve sağlam bir ülke olarak onlara yenilmeyeceğiz. Şu an benim bu sokakta duruyor olmam da bunu gösteriyor, yoksa gidip evde bilgisayarımın başında da vakit geçirebilirim, orada da kendime bir çevre edinebilirim. Ancak şu var, kimse bizim özgürlüğümüzü kısıtlayamaz. Bu zamana kadar çok kısıtlandı, ama bu saatten sonra kimse bunu başaramayacak.” Taksim hâlâ kalabalık, ama insanlar endişeli. Funda Altuntaş’ın ki, kabul edilmesi zor bir soru olarak görülebilir. Oysa Taksim’de, Beşiktaş ya da Kadıköy’de her gün tanımadığı kalabalıklara karışanlar için gözle görülemeyen, elle tutulamayan, hissedilemeyen bir tehdit var. İfade edilmesi bile zor ama, “çöp kutularına bomba koyuyorlarmış”, “birkaç gün kalabalık yerlerde dolaşmayın”, “alışveriş merkezleri tehlikeli” gibi cümlelerde hayat bulan bu tehdit, galiba tahmin edilenden çok daha hızlı büyüyor. “Bir yere gitmeden önce ‘başımıza bir şey gelir mi?’ diye düşünüyoruz”, diyor 18 yaşındaki Zümrüt Aydın, arkadaşlarıyla birlikte, o anda çok sakin gözüken Beşiktaş sahilinde otururken. Onun için bu korku alışveriş merkezlerinde de geçerli. Yine 18 yaşındaki Aslı Doğan’ın yaşadığı endişe ise genelde kapalı alanlarla ilgili. “Kapalı alanlarda ister istemez korkuyorum, metro ve kapalı alanlara girme korkum var” diyor. Doğan, daha fazla önlem alınması gerektiğini söylüyor ama hemen ekliyor “çok güvenliğin olması bile endişe verici. O kadar kalabalığın içinde ne kadar önlem alınırsa alınsın, olayların engellenebileceğini sanmıyorum”. 47 yaşındaki Aytaç Gürel ise medyanın tutumuna dikkat çekiyor, televizyon kanallarının halkı infiale yönlendirecek yayınlardan kaçınması gerektiğini düşünüyor. Bir tedirginlik yaşamadığını ısrarla söylüyor, “Bu işin sonu yok, bak işte burada oturuyorum, önemli olan tek vücut olarak cevap verebilmek” diyor. Özhan İnce. Özgür Çevik. Damla Kara. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle