Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1168 5 Bir vefa, bir üniversite... İstanbul’da bir Alman Üniversitesi kuruluyor. Türk ve Alman hükümetleri eğitimin 2009 kış sömestrisinde başlaması konusunda anlaştılar. Üniversitenin kurulmasına gönüllü Almanlardan biri Edzard Reuter. O Nazi soykırımından Ankara’ya gelerek kurtulan Ernst Reuter’in oğlu... Alman Üniversitesi bir fırsat... İstanbul’da bir Alman üniversitesinin kurulması Almanya’da politika yapan Türkler için de olumlu bir girişim. Federal Almanya Parlamentosu Sol Parti Meclis Grubu Milletvekili Prof. Dr. Hakkı Keskin iki ülke arasında yoğun ve daha da yoğunlaşacak olan çok yönlü ilişkiler olduğundan söz ederken, bu gelişmenin Almanya’da yaşayan üç milyon Türk kökenli insanı ve Almanya’ya gelip yıllar sonra Türkiye’ye dönen milyonlarca Türk vatandaşının yanı sıra sayıları on binleri aşan Türkiye’de yaşayan Almanları ilgilendirdiğini vurguluyor. “Bu ilişkiler her yönde, sadece ekonomik ya da sosyal değil.” Keskin, “O açıdan bu üniversitenin kurulması ve iki ülke arasındakı ilişkilerinin daha yakından irdelenmesi iki ülke için de son derece yararlı olduğunu düşünüyorum” diye ekliyor. Yeşiller Partisi Berlin Eyalet Meclisi Üyesi Özcan Mutlu’ya göre de bu proje Türklerin 4050 yıllık Almanya göçünden sonra bir köprü niteliği taşıdığı için önemli. Almanya’nın Türkiye’ye eğitim konusunda büyük katkısı olduğunu, 193345 yılları arasında yüzlerce Alman profesör, doktor ve bilim adamının Türkiye’nin üniversite sisteminin gelişmesinde rol oynadığını anımsatan Mutlu, “Bu üniversitede eğitim almış Türk ve Alman akademisyenleri iyi örnek teşkil etmeleriyle iki topluma da büyük faydaları olacak. Bu Almanya’da yaşayan Türk gençlerini de motive edecektir ve onlara buradaki toplumun bir parçası olabilmeleri ve kendilerine güvenerek eşit haklar talebinde bulunmaları için güven verecektir. Bu hem Almanya için hem Türkiye için büyük bir fırsat” diyor. G Edzard Reuter, çocukluğunu Ankara’da geçirdi, Türkçeyi öğrendi, dahası Türkiye’yi ikinci vatanı seçti. Reuter’in anne ve babası Nazi soykırımından Ankara’ya gelerek kurtulmuştu. Asuman Çetiner dzard Reuter Almanya’da iş dünyasında tanınan bir yönetici. Sekiz yıl Daimler Benz’in CEO’luğunu üstlendi. Şimdi ise Türkiye’yi de ilgilendiren bir projenin gönüllüsü. Proje öyle kolay gerçekleşecek ve unutulacak bir konuyu sırtlanmıyor. İstanbul’da 2009’un kış sömestrinde iki dilde, iki ülkeden, beş bine yakın öğrenciye on dalda eğitim verecek bir Alman Üniversitesi kurulacak. Projede Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, Türk Dışişleri Bakanı Babacan ve Almanya’nın Eğitim ve Araştırmadan Sorumlu Bakanı Annette Schavan’ın da imzaları var. Peki, Reuter’i bu projeye çeken ne? Yanıt basit, onun çocukluğunda, Türkiye, özellikle de Ankara var. Çünkü o Nazi rejiminden kaçarak Türkiye’ye sığınan Ernst Reuter’in oğlu. Reuter, ailesi, çocukluğu ve üniversite hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Türkiye’ye göç, ailenizi Nazi soykırımından kurtarmış. Ancak göç de kolay bir durum değil, aileniz bu kararı nasıl aldı? Babam Sosyal Demokrat Parti (SPD) Reich Meclisi milletvekiliydi. 1933’te Naziler tarafından görevinden alındı ve toplama kampına gönderildi. Bir yıl orada tutuldu. Serbest bırakıldı ama birkaç ay içinde Gestapo’nun yeniden tutuklamak üzere olduklarına dair duyumlar alınca babam apar topar Londra’ya kaçtı. Orada iş bulamadı. Reich Meclisi’ndeki meslektaşlarından Kurt Baade o dönemde ekonomi uzmanı olarak Ankara’da çalışıyordu. Babama Türkiye’deki Ekonomi Bakanlığı’nda uzman olarak çalışması için bir iş buldu. Üniversite sistemini de yeniden organize etmeyi hedefleyen Atatürk devrimlerinin bir parçasıydı, bu. Aynı zamanda kamu idaresi de E Avrupa ölçütlerine uygun bir şekilde modernleştirilmek isteniyordu. Bu iş babamın kurtuluşuydu. Annem ve ben 1935 yılı haziran ayında trenle babamın yanına gittik. Bu tren yolculuğunu hatırlıyor musunuz? Evet, henüz yedi yaşında olmama rağmen çok net hatırlıyorum. “Simplon Ortadoğu Ekspresi“ne binmiştik. Belgrad ve Sofya üzerinden Türkiye’ye gidiyordu. Dört gün dört gece sürdü. Küçük yaşıma rağmen Karl May’ın romanlarını okumuştum. Bu okuduklarımdan esinlenerek kafamda macera dolu bir nevi vahşi doğu imajı yaratmıştım, baş kahraman tabii bendim. Almanya’dan uzaklaştıkça, özellikle Belgrad’dan itibaren maceranın büyüsü giderek artıyordu. Peki bu yolculuk anneniz için nasıldı? Annem için çok daha ciddiydi elbette. Evini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı ve belirsiz bir geleceğe yol alıyordu. O zamanlar haliyle bilgiye ulaşmak o kadar kolay değildi ama Atatürk’ün yaptığı devrimlerden haberdardık, modern bir ülke olduğunu biliyorduk, örneğin kadınların eşit haklara sahip olduğunu ve hukukun işlediğini. Ama bütün bu olumluluklara rağmen yabancı bir yerdi. Ankara’da sizi nasıl bir hayat bekliyordu, zorlukları nelerdi? Alıştığımızın çok dışındaydı tabii ki. Babam Çankaya’da bir daire tuttu. Oralar o zamanlar şehir dışındaydı. Henüz kentleşmemişti, patikalardan yürüyorduk. İnsanlarla iletişim kurmaktan alışveriş yapmaya kadar her şeyi yeniden öğrenmemiz gerekiyordu. Tüm zorluklara rağmen benim için Türkiye hemen yeni vatanım oldu. Oturduğumuz evde yaşıtım olan başka çocuklar vardı, ilk gün arkadaş olmuştuk. Başta birbirimizi anlayamıyorduk ama çocuklar böyle durumları harika çözerler. Annem için Türkiye sadece geçici bir yer olduğu için Türkçeyi pek iyi öğrendiği söylenemez. 45 yıl içinde Almanya’ya döneceğini düşünerek yaşıyor, daha çok öbür göçmen ailelerle görüşüyordu. Babamın işi gereği kısa zamanda Türkçe öğrenerek hiç yabancılık çekmediğini biliyorum. Tabii ufak tefek sorunlar da oluyordu. Örneğin ev işlerine yardımcı olması için gelen Türk kadını çok iyi bir kadındı ama annemle anlaşmaları bir hayli maceralıydı! ÂŞIK OLUNAN TÜRK KIZI... Peki bir kültür şoku yaşadınız mı? Yok, kültür ve din geleneklerinin farklı olmasından dolayı değişik tecrübeler edindik ama kültür şoku yaratacak bir şey söz konusu olmadı. Türkçeyi hızlı öğrenmemle Türk kültürüne de kolay uyum sağladım. Diğer Alman çocukları birbirleriyle birlikte olamaya özen gösterirken, ben Türk çocuklarıyla birlikte olmayı tercih ediyordum. Ben Türkiye’deki 11 yılımı bir yabancı olarak değil, oranın bir parçası olarak geçirdim. O nedenle de bugün hâlâ şunu söylüyorum: Türkiye benim ikinci vatanım. Bu sürecin sonunda Almanya’ya döndüğünüzde neler yaşadınız? Çocukken duyduğumla karşılaştırılmaz ama dönerken de büyük heyecan duyuyordum. Heyecanlar karşılaştırılamaz elbette. 1946’da döndüğümüzde ben 18 yaşında bir delikanlıydım. Almanya’nın kalkınmasında rol oynamanın verdiği heyecan içimi sarmıştı ama ülkemi ve arkadaşlarımı terk ediyordum. Belki de her şeyden önce âşık olduğum Türk kızını! İki gözüm iki çeşmeydi. Almanya’ya nasıl bir hayatla karşılaştınız? Çok zor günlerdi. Savaş her şeyi yerle bir etmişti. Yıkıntılar bir yana savaşın insanların hayatları üzerinde açtığı yaralar korkunçtu. Önyargılarla da savaşıyorduk. Birçok insanın gözünde göçmenler vatana savaş anında sırtını dönüp rahatı seçmişlerdi. Sonra dönüp kalanlara her şeyin nasıl yapılması gerektiğini anlatıyorlardı. Bir de hayat koşulları. Yaşam için gerekli birçok ürünün karaborsadan sağlanılması gerekiyordu. İSTANBUL, DÜNYANIN EN GÜZEL ŞEHRİ Neden? Oradan itibaren giderek kırsal kesimlerden insanlar biniyordu. Cana yakınlıkları ve komiklikleri gibi kılık kıyafetleri de bir haylı farklıydı. Bazılarının tüm varlıkları yanındaydı, hatta birçoğu hayvanları ile birlikte trene binmişlerdi. Bunlar benim için rengârenk anılar olarak kaldı. Bana yaşım gereği yasak kılınmasına rağmen Agatha Christie’nin polisiye romanlarını bile okumuştum… artık gerisini siz düşünün! Ama esas hafızamdan hiç silinmeyecek olan İstanbul’un manzarası. Trenden indiğimizde Ankara’ya devam etmek için vapura binip Haydarpaşa’ya geçmiştik. İstanbul’u gördüğümde ilk düşüncem buranın dünyanın en güzel şehri olduğuydu. Güneşte parlayan minareler, cami kubbeleri, saraylar, aradaki masmavi deniz, Boğaz... Sirkeci’den Haydarpaşa’ya gidene kadar seyretmeye doyamamıştım. Kadıköy’de bir güzel sanatlar lisesi DOSTLUĞU ANLATMAK İSTİYORUM Sizi Türkiye’de bir Alman üniversitesi kurulması projesinde yer almaya sürükleyen de Ankara yıllarınızın hatırası mı? Çocukluğumda Türkiye’de Almanlara tarihten gelen kuvvetli bir dostluk bağı hissediliyordu. Ancak bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla değişmeye başladı. Tüm dünyada özgürlük ülkesi olarak tanımlanan Amerika’ya büyük bir hayranlık başlamıştı. Türkiye de Avrupa’dan kopup Amerika’ya yaklaşıyordu. Ben buna çok üzülüyordum. Aklımıza Türkiye’de buna bir ters akım oluşturacak bir Alman üniversitesi kurmak geldi. Bu fikir en azından 20 yıllık. 80’li yılların sonunda siyasetçiler tarafından girişimler oldu ancak parasal sorunlardan gerçekleşemedi. Ama şimdiki anlaşmanın içinde daha önce olmadığı gibi detaylı adımlar ve sorumluklar var. Üniversite kurulduğunda görev almayı planlıyor musunuz? Tabii, elimden geleni yapacağım. Gençlere bu geçmişi unutturmamak istiyorum. Hayat hikâyemi paylaşarak Türk Alman dostluk geleneğini anlatmak istiyorum. Bu yaşımda buna tanık olabildiğim için çok mutluluk duyuyorum. Bu, hayatımın henüz gerçekleşmemiş en büyük hedeflerinden biriydi. G Ö www.kadikoyguzsanatlarlisesi.com Tel: 0216 414 52 26 – 0212 414 52 94 Özel Kadıköy Güzel Sanatlar Lisesi 250 öğrenci alıyor... C M Y B C MY B zel Kadıköy Güzel Sanatlar Lisesi, kayıtlara başladı. 20002001 yılında resim ve müzik alanında hizmete başlayan lise, eğitimlerine 2002’de tiyatro, 2004’te ise sinematelevizyon bölümlerini de ekledi. Bölümlerin kayıt kabul koşullarına uygunluk ve yetenek sınavları sonucuna göre öğrenci alan okula, ilköğretim okulu 8. sınıf mezunları MEB’nin ön kayıt, yetenek sınavları ve kesin kayıt takvimine göre başvuruda bulunabilirler. 4 yıllık eğitim veren lisede birinci sınıfta her bölümün alan derslerinin yanında tarih, edebiyat, coğrafya, matematik, fizik, kimya, biyoloji, İngilizce gibi ortak kültür dersleri okutuluyor. Okul yüzde 99 oranındaki 2008 yılı ÖSS başarısı oranıyla Güzel Sanatlar Liseleri arasında birinci oldu. Dört bölüm için toplam kontenjan sayısı, 250 öğrenciyle sınırlı. Lisenin yetenek sınavları 1821 Ağustos tarihleri arasında, kesin kayıtlar ise 2226 Ağustos’ta yapılacak. G