Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 22 HAZİRAN 2008 / SAYI 1161 Tuzla tersanelerinde altı ayda 13 işçi hayatını kaybetti. Taşeronlaşma, yetersiz güvenlik önlemleri, eğitimsizlik... Neden çok, ama hepsi dönüp 4857 sayılı İş Kanunu’nun uygulanmamasına dayanıyor. “4857” belgeseli de, Tuzla’da yaşananları anlatıyor. Humeyni’yi mi seviyorsun? Selçuk Erez H Ömer Öztürk, Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu. C M Y B C MY B itler, Avrupa’yı yakıp yıkarken, Yahudileri zehirli gaz odalarına gönderirken bazıları şöyle konuşuyorlardı: Rusya ve İngiltere, Almanya’yı yenerlerse Bolşeviklik, Avrupa’ya yayılır. Ben, bu harbi, Almanya’nın kazanmasını tercih ederim! Hitler’i, ülkemi İngilizlerin saldırısından korumak için destekledim! Silahlarınızı bırakın, evlerinize dönün. Almanlar bizim için savaşıyorlar. İlk cümle, Hitler, memleketi Fransa’yı işgal ettiği zaman Vichy’de kurulmuş hükümette başbakanlık yapmış olan Pierre Laval’a aittir. İkincisi, Hitler Norveç’i işgal ettikten sonra başbakanlık yapmış olan Vidkun Quisling’in söylediğidir. Üçüncüsü de 1920’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan Knut Hamsun’un Norveç’te Alman işgaline direnen yurttaşlarına önerdikleridir. İnsanların insanlığa ya da ülkelerine yönelik böyle olumsuz tasarıları desteklemeleri, övmeleri gibi isabetsiz tutum örneklerine dünyanın her yerinde, her devirde rastlanır: Laval, Quisling ve Hamsun gibileri irdeleyenler, bu ifadelerin, sağlıklı düşünce kurallarına uymayan beyinlerin ya da kişisel çıkarların ürünü olduklarını söylemektedirler. Bu davranışları, psikolojik sorunların varlığı ile açıklayanlar da var. Geçenlerde televizyona çıkan türban eylemcisi kızlardan biri “Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’ye bayılıyorum!” dediğinde aklıma geldi bunlar... Hoşuma gitmese de, saçma bulsam da bu ülkede insanların düşündüklerini söyleyebilmelerinden yanayım. Benim bu kızların dediklerine itirazım başkadır: Bayıldıkları Humeyni’nin, Salman Rüştü adlı yazarın romanında Hazreti Muhammed’i andıran bir karakteri canlandırdığı, bu da dine hakaret kabul edildiği için öldürülmesine fetva çıkardığını, böyle fetvaların yayımlandığı rejimlerde de resmi dini görüşe aykırı konuşmanın en ağır şekilde cezalandırıldığını biliyoruz. Ben ülkem için böyle bir rejim tehlikesinin önemsenmesi gerekli boyutta var olduğunu kavradığımdan ve o kızların propagandasını yaptıkları rejim geldiğinde benim onlara cevap verme hakkımın olmayacağını da bildiğimden karşı çıkmaktayım söylediklerine: Özledikleri rejimin, vatanımın bu kadar geri kalmasına neden olduğunu o zaman ben kime, nasıl anlatırım? Onlar Atatürk’ü herhalde bunu bize en güzel anlatan olduğu için sevmemektedirler: Ata, Nutkunda, dini politik amaçla kullanmaya yönelmiş Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan söz ederken şöyle demişti: “Bu bayrak, asırlardır cahil ve müteassıpları iğfal ederek hususi maksatlar teminine kalkışmış olanların taşıdığı bayrak değil midir? Türk milleti asırlardan beri nihayetsiz felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar gerektiren mülevves bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek sevk olunmamış mıdır?” Takiyüddin Efendi’nin 16 yy’da Istanbul’da kurduğu ilk rasathanemiz, Şeyhülislam’ın, gökleri gözetlemenin Tanrı’nın işine karışmak olacağını belirten fetvasıyla yıktırılmadı mı? 19 yy’da Nizip’te, ordumuzdaki Alman uzmanların belirttikleri günde savaşmanın uygun olmadığını açıklayan din ulemaları yüzünden Mısır önünde savaş kaybedip rezil olmadık mı? Bu kızlar aslında Humeyni’yi değil bu fetvaları veren ulemayı seviyor ve özlüyorlar! Özlediğiniz rejimde böyle saçmaladığınızda biri size bu gerçekleri nasıl anlatacak? Sonra siz, Osmanlı Devleti yok olurken Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak bugün Türk olarak yaşamamıza yol açmış olan bir insanı niçin hayırla anmıyorsunuz? Bu sorunun cevabını 14. Louis vermiş, “Ben birine iyilik yaptığımda, onu bir yere atadığımda,” demiş, “yüz mutsuz kimse, bir de nankör yaratıyorum!” Dindar bir kimse her şeyden önce nankör olmamasını bilmelidir! G erezs@superonline.com Vay be, durumumuz gerçekten vahimmiş! Esra Açıkgöz anun No: 4857. Kabul Tarihi: 22.05.2003. Madde 1. Bu kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir... Sözünü ettiğimiz, “İş Kanunu” şimdi bir belgeselin adı oldu. Petra Holzer, Ethem Özgüven, Selçuk Erzurumlu’nun yönettiği belgesel Tuzla’daki “iş cinayetleri”ni anlatıyor. Ölümlerle 4857’nin alakası mı? En iyi açıklamayı belgeselin galasında Limterİş Sendikası Genel Başkanı Cem Dinç yapıyor: “Biz ‘köle yasası’ diye nitelediğimiz bu yasayı çıkarmamak için uğraşmıştık, ancak çıktı. Şimdi 4857 sayılı yasa uygulansın diye uğraşıyoruz. Artık tersanelerdeki durumun ne kadar vahim olduğunu siz düşünün”. Biz de bu vehameti belgesele başlama ile gösterim tarihi arasında, altı ay içinde 13 ölüme daha tanık olan yönetmenler Petra Holzer ve Ethem Özgüven’le konuştuk... (www.4857belgesel.blogspot.com) Tersanelerle ilgili bir belgesel yapma fikri nereden çıktı? Petra Holzer: Geçen aralıkta İş Kazalarını İzleme Komitesi üyesi Aslı Odman bize geldi, konuyla ilgili sunacakları rapor için bir sinevizyon gösterisine ihtiyaçları olduğunu söyledi. Biz de sağdan soldan görüntüler toplayarak, röportajlar yaparak 17 dakikalık küçük bir film yaptık. Bu belgeseli 16 Aralık’ta gösterdik, ancak oradaki hayat şartlarını gördükten, Aslı ve Limiterİş sayesinde pek çok insan tanıdıktan sonra başka bir şeyler yapmak zorunda olduğumuzu düşündük, buna sessiz kalamayız dedik ve bu belgesel çıktı. 16 Aralık’taki sinevizyon gösterisini yaptığımızda tersanelerdeki ölü sayısı, 85’ti, bugün 98’i buldu, sadece altı aydaki artış bu. Ethem Özgüven: Tuzla’da yaşananları, Türkiye’de yaşanan diğer sorunlardan ayıramayız. Ölümler, Bergama’daki siyanürlü altın arayışı, çölleşen Türkiye... Bizim bütün bu olayların önünde durmak için bir tane somut sebebimiz var; yaşamaya, yaşadığımız coğrafyaya sahip çıkmaya çalışıyoruz, bu misyonla falan ilgili bir durum değil, hayatta kalma çabasıyla ilgili, özde çok bencilce bir motivasyon yani. K P. Holzer: Ve geleceğe umutla bakmak istiyoruz. Bunun için de elimizden geleni yapıyoruz, bir sorunu görselleştirip başka bir yere taşıyoruz. Belgeselin hazırlık süreci nasıl geçti? P. Holzer: Bu belli bir zamanla sınırlandırılacak bir çalışma değildi, bizim hazırlıklarımız da orada yaşananlara göre değişti. Ne kadar zaman aldığını açıklayamıyorum, kahvelerde işçilerle görüştük, bekâr evlerine girdik, sendikadakilerle görüştük. E. Özgüven: Bir seneye yakındır gidip geliyoruz, daha da durumlar değiştikçe çekmeye devam edeceğiz. P. Holzer: Belgeselin gösterimini yaptık, P. Holzer: Beni çok etkilediler, sendika üyeleri, işçiler... Ölümlere, ağır hayata rağmen dik duruyorlar, bu olaylarla ilgili espriler yapabilecek kadar yoğun bir hayat enerjileri var. E. Özgüven: Öteden beri sendikacı dendiğinde, antidemokratik bir yapı aklıma gelir, ancak bu belgeselle tanıştığım dürüst emekçiler bu fikrimi değiştirdi. Üstelik Türkiye şartlarında düzgün insanlarla tanışmak çok sık yaşadığımız bir deneyim değil, o bakımdan da belgesel benim için çok önemliydi. Herkes, işçilerin bir grup cahil, kendinin farkında olmayan insanlar olmadığını bilmeli, durumun son derece farkındalar ve çok zor bir iş yapıyorlar. Bazen kendime, Tuzla’da ölmek mi, yaşamak mı zor, diye soruyorum. Çok problemli bir coğrafyadayız ve sorunları çözmenin tek yolu örgütlenmek. ancak grevde de çekimler yaptık, gelişmeler oldukça takip edip geliştirmeye devam edeceğiz. E. Özgüven: Bu öyle bir öykü ki, seni takip etmek zorunda bırakıyor. Bizim genelde işlerimiz böyledir. Bergama’yı 12, Aziz Nesin belgeselini 15, Yok Olan Anadolu Çalgılarını 22 yıldır çekiyoruz. Peki işçilerle konuşurken sorunlar yaşadınız mı, konuşmaktan çekindiler mi? E. Özgüven: Kolay kabullendiler, çünkü biz şanslıydık, tanıdık üzerinden gittik. P. Holzer: Başlarda biraz sustular, sonra açıldılar, zaten dolmuşlardı, onlar da anlatmak istiyorlardı. Belgeselde bir gerilim de var, bazıları taşeronları korurken, bazı Fotoğraflar: Alaattin Timur işçiler eleştiriyorlar. Biz, bize anlatılanları dinledik. Belgeselin varmasını istediğiniz yer neresi, bir şeyi P. Holzer: Hepimiz, “beyin emekçileri” olarak çalışıyoruz, değiştireceğini düşünüyor musunuz? ancak örgütlenme noktasında onlardan çok daha gerideyiz. P. Holzer: Bu belgesel yayılırsa, daha çok insan Tuzla’da Belgeseli işçilere de göstermişsiniz. Nasıl karşıladılar? hayatın ne kadar ağır geçtiğini, o insanların ne kadar büyük P. Holzer: “Vay be” dediler, “bizim durumumuz gerçekten tehlike altında yaşadıklarını anlar belki. Hem belki hepimiz ne vahimmiş”. Ne kadar ağır bir baskı olduğunu yaşarken fark kadar örgütsüz, tek başımızayız onu anlarız. Ama tabii sonuçta edemiyorlar, ancak belgesel sayesinde bir mesafe koyup bir belgesel, neyi ne kadar değiştirir? kendilerini izlediler. Bu benim için çok güzel bir andı tabii... E. Özgüven: Değiştireceğini hakikaten ummak istiyoruz tabii E. Özgüven: Belgeselin yapımı da oldukça kolektifti, herkesin ki, ancak bu iş hiç kolay değil. çok emeği var bu belgeselde; Serkan Çiftçi, Bülent Özcan, Nevra En azından sizde bir şeyler değiştirmiştir... Akdemir, Itır Erhart, Aslı Odman, Can Aydın, Zafer Topaloğlu. G