Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 HAZİRAN 2008 / SAYI 1161 3 ÖLÜM DE YAŞAM KADAR DOĞAL... Omurilik felçlisi Tuğrul Cankurt, ötanazi istiyor. Oysa Türkiye yasalarına göre, yaşam hakkı vazgeçilmez ve devlet bu hakkı kişiye rağmen korumakla yükümlü. O yüzden de Cankurt Hollanda’ya iltica talebinde bulundu. Gerisini kendisi anlatıyor... Esra Açıkgöz Omurilik felci nedeniyle dört yıldır yatağa bağlı yaşayan Tuğrul Cankurt ve en büyük destekçisi eşi Seviye. Ulaşmak isteyenler için numaraları 0533 439 48 74. (Fotoğraflar: Necati Savaş) E ylülün beşi, yıl 2004. Bu tarih, yaşamının akışı değişenler dışındaki pek kimseyi ilgilendirmiyor, ama Tuğrul Cankurt için, sonun başı. Geçirdiği trafik kazasında boynunun dördüncü omurgası kırıldığı için o günden beri yatağa bağlı yaşıyor. Henüz 50 yaşında, emekli resim öğretmeni. Boynundan aşağısını kullanamıyor, yaşamla arasındaki eller kendi gibi öğretmen emeklisi karısı Seviye ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi oğlu Tonguç. Artık bu bağın da kesilmesini istiyor, hem kendi acılarını dindirmek hem de onların yorgunluğunu azaltmak için. Ancak Türkiye’de ötanazi yasal değil, o da çareyi “ölüm hakkı”nın verildiği Hollanda’ya ilticada bulmuş. Şimdi dilekçesinin sonucunu bekliyor... Kazaya kadar ölüm düşüncesi Cankurt’a herkes kadar yakınmış, “ancak” diyor, “vücudumu kullanamaz hale geldiğimi anlayınca daha sık ve ciddi düşünmeye başladım”. İlk o zaman “böyle yaşamak ölümden beter olacak” diyerek, karısına ötanaziden bahsetmiş, ama Seviye Cankurt, “şiddetle” karşı çıkmış, “tıpta gelişmeler olabilir, birkaç yıl bekleyelim” bahanesiyle. Ama karısına hak verse de ölümü istemekten vazgeçmemiş Cankurt. “Çünkü” diyor, “Bu sürede devlet bana ve yakınlarıma tıbbi, maddi ve psikolojik destek vermeliydi. Oysa vücudumda yara oluşmasını engelleyecek havalı jelli minderi veya tuvalet sandalyesini bile çok görülüyor. Türkiye’deki 100 bin omurilik felçlisine günde altı kişi eklenirken, devlet yeni tedavi merkezleri kurmuyor, var olanlar da yetersiz. Özel fizik tedavi merkezleri ise bizim gibi ağır vakaları kabul etmiyor ya da astronomik fiyatlar çıkarıyor. Koşullar böyleyken gelecekteki tedavi yöntemlerini bekleme şansımız olabilir mi?” Kısacası, onun ötanazi isteğinin tek nedeni hastalığı değil, Türkiye şartlarında bir engelli olarak yaşamanın zorluğu da. Cankurt, kendinden yola çıkarak bunu bir çırpıda dillendiriyor, “İyileşme şansımın olmaması, yaşamımı birine bağlı sürdürebilmem, sosyal güvenlik yasası gereği benim gibi engelli vatandaşların yaşamını insanca sürdürememesi, psikolojik, fizyolojik ve ekonomik anlamda kendim kadar çevremdekileri de tüketmem”... Ötanazinin yasal olmamasına da tepkili, hele de bitkisel hayattaki hastaların yaşam destek ünitesi fişinin ailelerinin izniyle çekildiğini öğrendiğinden beri. Özürlü doğma ihtimali olan ceninlerin kürtajla alınabildiğini de hatırlatıyor ve ekliyor: “Bana bilincim ve aklım yerinde olduğu halde seçme özgürlüğü verilmiyor. Oysa ölüm de yaşam kadar doğal. Bugün ölsem çok çekti ama kurtuldu diyecekler. Bu da toplumun bilinçaltında zaten bir ötanazi isteğinin var olduğunu gösteriyor. Ancak devlet bize sadece, ‘beni rahatsız etme de nerede, nasıl ölürsen öl’ diyor, üzerine düşen yükümlülükten kaçıyor”. Hollanda’ya ilticada bulunması da bu yüzden, “İnsanca yaşamak için benim ve ailemin çabasını görmeyen devlet, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ölme hakkımı da görmezden geldi.” diyor. Çok tepki almış, direnmesi gerektiğini, yaşamın kutsal olduğunu söyleyenler olmuş, bu tepkilere soruyla yanıt veriyor, “İnsanlığın ‘insanca’ yaşaması için ne yaptınız”?.. SADECE GÖZLERİNİZLE YAŞASANIZ... Kendisini anlamakta zorlananlara, yataklarına uzanıp, yarım saat kıpırdamadan sadece gözlerini kullanmalarını öneriyor, çünkü o dört yıldır böyle yaşıyor. Bu dört yılın en yakın tanıkları oğlu Tonguç ve karısı Seviye kararına saygılılar. “Elbette ki babamın ölmesini istemiyorum ama ötanazinin Türkiye’de de yasal olması gerektiğini düşünüyor, babam gibi engelli vatandaşların seçme haklarının olması gerektiğine inanıyorum” diyor Tonguç. Seviye Cankurt’un en büyük korkusu, eşinden önce ölmesi. “O zaman eşim ne olacak sorusu hep aklımda” diyor, “Onun çektiklerine her dakika tanık oluyorum. Benden su isterken, gözyaşını silmemi isterken… Elini kullanabilseydi bir biçimde ölümünü gerçekleştireceğini ve kendince kurtulacağını, bunu yapamadığı için de her geçen gün ölümü daha çok istediğini anlıyorum. Ona daha insanca yaşam sunabilmek için her yolu deniyorum. Devletin sağlamadığını kredilerle, tefecilerden borç alarak sağlamaya çalışıyorum. Emekli sandığı ile mahkemelerde uğraştım. Ekmek, su kadar gerekli sondaların parası için SGK kuyruklarında bekledim, eşimi birilerine emanet ederek. Ama her şeye rağmen mantığım ötanazi isteğine evet dese de kalbim hayır diyor”. Cankurt çifti, kendileri gibi insanların çektiklerini anlatmak adına bir kitap hazırlıyor. Belki de ötanazi isteğini en iyi kitaptaki şu cümleler anlatıyor: “ÖLME HAKKI… Bedenim, kafamdan ve düşüncelerimden ayrı. Yere düşen cam bardak misali tuz buz olmuş. Artık toplayıp eski halime kimse getiremez. Bedenimin parçalanmışlığına karşın, duygularım, düşüncelerim ve ruhum bir arada”. “Ekmeği suyu ister gibi ölümü de başkasından istemek zorundayım…. Yarışın ortasında ayağı kırılmış bir at gibiyim. Ne ayağa kalkıp yarışa devam edebiliyorum, ne yarışı terk edebiliyorum. Tek seçeneğim birinin beni vurması. Ama kimse beni vurmak istemiyor. Halbuki atları da vururlar.” G Doç. Dr. ERDEM ÖZKARA: Herkesin ölme hakkı olmalı, ama... Vazgeçilemeyen yaşam hakkı GÜNSU AKÇAGÖZ (Tuğrul Cankurt’un avukatı): Anayasanın 17. maddesinde devletin, vatandaşının yaşama hakkını koruması gerektiği, Medeni Kanunun 23. maddesindeyse, kişinin temel hak ve hürriyetinin, kişinin bizzat kendisine karşı da korunacağı vurgulanıyor. Kısacası, hukukumuza bir öldürülmezlik ilkesi hâkim. Kişinin, yaşamını sona erdirmeyi talep etmesi yasal değil, bütün yasal düzenlemeler, yaşam hakkının vazgeçilmez olduğunu gösteriyor. Oysa bitkisel hayattakilerin fişleri, yakınlarının rızası ile çekilebiliyor. Ceza hukukunda ötanazi hakkında özel bir hüküm yok. Kanundaki bu boşluk sebebiyle, ötanazi doktrinde, genellikle kasten adam öldürme suçu olarak kabul ediliyor. Kendisini öldüremeyecek kadar hasta biri yanındakilerin yardımıyla intihar ederse, yanındakiler hakkında savcılık intihara ikna ve yardım suçundan suç duyurusunda bulunabilir ve mahkeme TCK 84 gereğince 410 yıl arasında ceza verebilir... Sanırım hukukçuların çoğu, ötanazinin tarışılması gerektiğine inanıyor. Ancak son yıllarda dinsel tabuların, bilimsel düşünceye karışması ve hatta engel olması, hukukçuları da etkiledi. Ben de, müvekkilim Tuğrul Cankurt’u tanımadan önce, ötanazi hakkında fazla düşünmemiştim. Onun evinde bir gece geçirdikten sonra, dengem bozuldu ve kendimi onun yerine koydum. Bir gün, Tuğrul Cankurt’un başına gelen gibi bir şey yaşarsak, ölmek mi isteriz yaşamak mı? Herkes bunu kendine sormalı. G C M Y B C MY B Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Erdem Özkara, Türkiye gibi sağlık hizmetleri çok gelişmemiş ülkelerdeki ötanazi isteğinin genellikle daha kaliteli yaşama isteğinin dillendirilmesi olduğunu düşünüyor. Yine de insanların “ölüm hakkı”nın olması gerektiğini de yadsımıyor. Ötanaziyle ilgilenmeye ne zaman başladınız? Dayımı 1995’te mide kanseri nedeniyle kaybettim, ıstıraplı geçen son aylarını görünce bir ölümün bu kadar acılı olmasının ölümden bile daha travmatik olduğunu düşündüm. Onu iyileşeceğine dair yalanlarla teselli etmekten başka bir şey gelmedi elimizden. Böylece ötanazi araştırmalarına yöneldim. Türkiye’de doktorlar ötanaziyi tartışıyorlar mı, genel kanı ne yönde? Bazı hastaların ötanazi istemeleriyle konu kısa süreli gündeme geliyor ama planlı ve ciddi olarak tartışılmıyor. Oysa tıp, hukuk ve hastalar açısından enine boyuna tartışılmalı. Araştırmalarımızda da, hukukçular ve hekimlerin yüzde 85’i ötanazinin tartışılması gerektiğini belirtti. Yedi bölgede 949 hekimle yaptığımız çalışmada hekimlerin yüzde 40’ı ötanaziye karşı olmadıklarını söylediler. Karşı olanların gerekçeleri ne? En büyük kaygıları istismar edilebilme olasılığı. Bunu yasal ve etik olmadığı gibi kaygılar izliyor. Sizce tıp etiği ile ötanazi birbirine ters kavramlar mı? Ötanazi de hasta hakları arasında yer almalı mı? Ötanazinin etik boyutu çok tartışılıyor. Hastaya yapılan son yardım olduğunu söyleyenler de var, hekimlik mesleğinin temel yaklaşımlarından olan hastayı yaşatma çabalarıyla ters düştüğü yorumlarını yapanlar da. Bence ötanazi hakkı savunulurken bulunulan ülkenin koşulları mutlaka göz önüne alınmalı. Henüz herkesin tam bir sağlık hizmeti alamadığı ülkelerde, iyice kontrol etmeden insanlara ölme hakkının verilmesi başka sorunları getirecektir. Ama bireysel olarak herkesin sakin ve acısız ölmeye hakkı olduğuna inanıyorum. Doktorlara gelen ötanazi talebiyle ilgili bir istatistik var mı? 2004’teki bir çalışmamızda Türkiye’nin yedi bölgesindeki pratisyen ve uzman hekimlerinin yüzde 19’u ötanazi talebiyle karşılaştıklarını belirtti. Bu oran göğüs hekimlerinde yüzde 23’e, onkologlarda yüzde 34’e ulaşıyor. Sizce yasal olmasa da Türkiye’de ötanazi yapılıyor mu? Tanık olmadım, ancak bir araştırmamızdaki hekimlerin yüzde 56’sı “ötanazinin ülkemizde gizlice uygulandığına inandıkları”nı belirttiler. Diğer çalışmalarımızda da buna benzer sonuçlarla karşılaştık. Yurtdışında ötanazi uygulamalarıyla ilgili çalışmalar yapıyorsunuz. Geçen ay Belçika’daydınız. Aktif ötanaziyi yasal olarak kabul eden üç ülke var. 2001’de Hollanda, 2002’de Belçika, son olarak da şubat ayında Lüksemburg ötanaziyi yasalaştırdı. Bu alanda araştırmalar yapan Vrije Üniversitesi bünyesindeki End of Life Research Group’un daveti üzerine Belçika’ya gittim. Kaynak yaratabilirsem Hollanda’ya da gitmeyi planlıyorum. Türkiye için henüz erken ama ileride bu konuda yasal değişiklikler gündeme gelebilir, bu yüzden uygulamadaki aksaklıklar ve sistemimize, toplumsal yapımıza uymayan durumlar yerinde incelenmeli. Belçika’da 2006’da 400, 2007’de ise 450 kişiye ötanazi yapılmış. Bazı araştırmacılar ayda yaklaşık 40 kişiye ötanazi uygulandığını ve resmi makamlara bildirilmeyenlerin bundan daha fazla olduğunu öne sürüyorlar. Yasada, hastanın ötanazi talebine “özel bir komisyonun nihai kararı vermesi” şartı yer alıyor. Komisyon üyelerinin üçte ikisi, ötanazinin gereksiz olduğu kanaatine varırsa dosya savcılığa sevkediliyor ve adli takibat başlatılıyor. Ötanazi tartışmalarında, bir bakış açısı da hastalığın getirdiği külfetlerle ilgili. Hükümetler bunu da göz önünde bulunduruyor mu? Ötanazi tartışmalarının elbette insani boyutu çok önemli, fakat ticari boyutu da göz ardı edilmemeli. Ötanaziyle ilgili adım atan ve bu tartışmaları yapan ülkelerde sağlık sektörü ve sigorta sistemleri konuyla yakından ilgileniyorlar. Durumu ciddi hastaya bakım maliyetlerinden yakınan sigorta sistemi ötanaziye olumlu bakabilirken, hastanın tedavisinden kazanç sağlayan sağlık sektörü buna karşı çıkabiliyor. G