Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 MART 2008 / SAYI 1146 ° ° ° M. Meher: Performans benim için, kesinlikle bir ihtiyaç. O yüzden performans yapmaya başladım. J. Vasiljev: Ben de başta heykeller yapıyordum. Sonra bunlar pek çok farklı küçük objelerin birbiriyle iletişimde olduğu enstalasyonlara dönüştü. Bir süre sonra bunun içine kendimi de koymalıyım, dedim ve enstalasyonların içinde var olarak, performansa başladım. Aslında burada ben çok önemli değilim, heykeller gibi ben de sadece bir parçayım. Ataerkil bir toplumda yaşıyoruz, hâlâ kadın bedeni üzerine pek çok tartışma dönüyor. Kendinizi ifade etmek için sanat aracı olarak bedeninizi kullanmanızın getirdiği zorluklar oluyor mu? Özellikle ikinizin, Doğu’da büyüyüp, Batı’da yaşayan sanatçılar olduğu düşünülürse, bu konuda bize bir karşılaştırma da yapabilirsiniz sanırım... M. Meher: Aslında, asıl problem bedeni kullanmakla ve bununla bir şeyleri değiştirmeye çalışmakla alakalı. Ben ilk performansımı 1988’de Hindistan’da yaptığımda çok eleştiri aldım. Tabii ki kadın olmamın da etkisi vardır bu eleştirilerde, ancak tek neden, oranın Doğu ve benim de kadın olmam değildi bence. Bunda, toplumun karşısına yeni, daha önce görmedikleri, onları şaşırtan bir şeyle çıkmanızın etkisi büyük, vermeye çalıştığınız mesajın da. Yeniliği getiren kadın da erkek de olsa eleştiri alıyor. Hele de performans bunu yaparken direkt bedeni kullandığı için etkisi de, tepkisi de daha büyük oluyor. J. Vasiljev: En çok eleştiri de, kendi ülkenize dönüp bir şeyler yapmaya başladığınızda geliyor. Çünkü orada yaptığınızı gördüklerinde, “Nasıl olur da bizden birisi, bizimle alakası olmayan şeyleri yapabilir?” diyerek dışlıyorlar. Eleştiriler biraz da bizim insanlara kendilerini dışarıdan gösteriyor olmamızla alakalı, çünkü kimse kendini dışarıdan görmek istemez. M. Meher: Bu artık değişmeye başladı, Doğu’da da, Batı’da da. İnsanlar artık yepyeni şeyler talep ediyorlar. Mesela, o zaman eleştirdikleri halde, geçen hafta Hindistan’dan çağırdılar, iki hafta sonra bir performansa katılacağım. N. Ekici: Ben Almanya’da rahatım, zorluk çekmiyorum, ama belki Türkiye’de sorunlar olabilir. Yine de şaşırtıcı bir şekilde performans sanatçılarının çoğu, kadın. Şu anda yaptığım atölyeye katılanların da yarısından çoğu kadın. Bu çok ilginç, neden peki? N. Ekici: Belki kadınlar kendilerini vücutlarıyla daha iyi anlatabiliyorlardır. Erkekler kendilerini milletin önüne koyamıyorlar. İlginç ama... J. Vasiljev: Benim atölyemde de sekiz kadın, iki erkek var. Üstelik kadınların bedenlerini kullanmakla ilgili hiçbir sorunları, çekinceleri yok, ne yap dersen yapıyorlar. Dünyada bu konuda hiçbir sorun yok demek istemiyorum, tabii ki kimi problemler var, hele de bazı ülkelerde. Ancak bence dünyadaki erkek egemenliği giderek azalıyor. Günümüzde kadınlar daha da fazla güçlenmeye başlıyor ve bunu kabul etmek istemeyen erkekler, politikacılar, kadınların kazandığı gücü çeşitli yöntemlerle almaya çalışıyorlar. Böyle bir savaş var. M. Meher: Evet, ama bence performansta kadın bedeni ya da erkek bedeninin önemi yok, önemli olan bedenin bir mesajı iletebiliyor olması. Ben bu bedenle doğdum, onu kullanıyorum, yoksa feminist olarak anılmak istemiyorum. İkki Miyake’nin heykeli ve Nilhan Japon heykeltıraş İkki Miyake’nin yaptığı heykel, Değirmendere’de, Açıkhava Heykel Müzesi’nde duruyordu. 19 Ağustos depreminde o da yıkıldı, denize karıştı, sürüklendi. Kandilli’de karaya çıktı. Bulanlar boyayıp lokantanın önüne yerleştirdi. Sonra lokanta da yıkıldı. Heykel, şimdi Altunizade’de, yine bir lokantanın önünde… Küçük adımlarla katedilen uzun bir yolda düşlere dokunabilmek! Yaşamın ahşap hali. Hint Balbir, Fin Kauko, İsrailli Michael, Türk Seçkin. Yaklaşık on iki yıl, neredeyse yüz heykeltıraş ve çocuklar… Etrafımızdan ayrılmadan, artan parçaları boyayıp rüzgâr çanları yapan, ağaçlara takan çocuklar… Değirmendere’de depremden sonra iki ay çadır kentte çalışırken gözlerim onları sormuştu. “Neredesiniz?” Yaşıyor olmalarını diledim, hem de çok!. Bu yaz Hereke’de taş yontarken kâkülleri kısa, saçları uzun, dünya güzeli genç bir kız geldi yanıma, “Beni tanıdınız mı?” dedi, “Değirmendere’den, Nalan”. Tabii tanıdım. Onu, ablasını, arkadaşlarını unutmam mümkün mü? “Marmara Üniversitesi Heykel Bölümü’nü bitirdim. Şimdi Maltepe’de atölyem var. Her gün sizin yaptığınız heykelin önünden geçiyorum…” Sesi çok uzaklardan geliyormuş gibiydi ya da geçmiş, yanımda oturuyordu. Yaşamın melek hali. “Hikâyesi” dedim garsona, “Nasıl oldu bu? Bu heykel on yıl önce Japon heykeltıraş İkki Miyake tarafından Değirmendere’de yapılmıştı. Depremle çöken bölgedeydi ve körfezin sularında kayboldu!” “Biz altı ay öncesine kadar Kandilli’de deniz kenarındaydık. Depremden on beşyirmi gün sonraydı galiba, dükkânın önünden bu heykeli çıkarttık, kuruttuk, boyadık, giriş kapısının önüne diktik. Herhalde akıntılarla buraya kadar sürüklendi, yani bizi biraz da o buldu. Sonra bir gece belediye dükkânımızı yıktı. Çatal, bıçak, tabak çanağı göçük altında bıraktık, bir bu heykeli kurtardık, buraya yerleştik. Ona yıllardır gözümüz gibi bakıyoruz. Kimseye vermeyiz.” “Sağlık olsun” deyip ayrılırken bir parçamı orada bıraktım. Değirmendere, dostluk, nezaket ve iyi olan her şey için… Yaşamın buluş hali. G 17 Ağustos 1999’dan önce, heykel Değirmendere’de. 2008. Boyalı heykel bir balıkçı lokantasını süslüyor. “Bu heykel nedir?” “Neden sordun?” “Ben heykeltıraşım, sanırım bu heykeli yapan kişi de benim arkadaşım.” “Bizim bu heykel, denizde bulduk, denizden çıkan bulanındır!” “Tamam sizin de, ben sadece merak ettim, arkasında imzası vardır belki, bakabilir miyim?” “Bak, ama bizimdir, kimseye vermeyiz.” Adam kıpırdamadı, ben etrafından dolaştım, kestane ağacından yapılmış heykel, bulanlar tarafından mavi ve beyaza boyanmış, ahşap neredeyse görünmez olmuştu, ancak Miyake’nin imzası derin ve okunaklıydı. 1993 yılında Değirmendere’de ilk kez uluslararası heykel sempozyumuna katılmıştım. Dokuz yıl boyunca temmuz aylarında dünyanın her yerinden gelen sanatçılarla burada buluşmuştuk. Sempozyumun kurucuları, dönemin belediye başkanı Ertuğrul Akalın, eşi Nur ve tüm belediye çalışanları bizi evimizdeymişiz gibi rahat hissettirmişlerdi. Yaklaşımları üretimimize ivme kazandırmış, böylelikle Türkiye’de eşi benzeri olmayan bir Açıkhava Heykel Müzesi oluşmuştu. İkki Miyake (solda) ve Nilhan Sesalan... Nilhan Sesalan aşımı gideceğim yöne doğru çevirirken, “O da neydi” sorusunu, içinde bulunduğum arabanın hızı, caddede birbirini iterek akan kalabalık, tozduman ve İstanbul’un sürprizlerine alışık olmam engelleyememişti. Her şeyle beraber, ama her şeyden bağımsız yaşayan, zamanı unutmuş bir heykeldi gördüğüm. Üsküdar’ı Altunizade’ye bağlayan yolun üzerindeydim. “Merhaba” dedim, yeni açıldığı belli bir restoranın önündeki garsona: B BU BENİM BEDENİM, AMA... Peki cinsiyetiniz işlerinizi etkilemiyor mu? Mesela, sizin sergideki iki işinizin de kahramanı kadın. Bunun özel bir nedeni yok mu? N. Ekici: Tabii kendi vücudumu değiştiremem, ben bir kadınım, ancak sadece kadınlarla ilgili işler yapmıyorum. İşlerimi daha çok sanat tarihinden beslenerek üretiyorum. Özellikle de sürrealist sanatçılardan. Yaptığım işlerin felsefesini çıkardıktan sonra performansa başlıyorum. Bazı performanslara hazırlanmam bir yıl sürüyor. Bedeninizi kullanırken performansı yaptığınız ülkeye ya da kendi korkularınıza dayanan bir sansür uyguluyor musunuz? N. Ekici: Her istediğimi yapabilmek isterdim, ancak her zaman olmuyor tabii, kimi zaman siyasi, yasal engeller yüzünden karşı geliniyor. Bir de çıplak performans yapmıyorum, yapmak da istemiyorum. Neden? N. Ekici: O benim kültürümle alakalı, bir prensip. Sonuçta Türkiye’de büyüdüm, buradan aldığım bir kültür var. M. Meher: Bazen çıplak iş yapanlara bakıyor, kendimi onların yerinde göremiyordum, sonuçta büyüdüğünüz bir kültür var, bunlar insanı etkiliyor tabii, ancak yine de bazı şeyler gerekirse bunları yerine getiririm, bu işin gerekliliğiyle alakalı. Mesela Hindistan’da göğsümü kınalarla boyayarak bir çalışma yapmıştım, sonuçta insanların göğüslerinize bakacağını biliyorsunuz, ancak zihinlerini yoğunlaştıran bir iş sunduğunuzda, mesajınızla ilgilenmeye başlıyorlar. Sonuçta bu sadece sıradan bir beden. Diğer yandan bu benim bedenim, otosansür uyguluyor olsam bile ben uyguluyorum, bu benimle ilgili. J. Vasiljev: Aslında, duygularımı ortaya koyarak, eserlerimi gösteriyor olmam zaten beni çıplak bırakıyor. Benim için problem beden kullanımı değil, yaptığım şeyi açıklayabilmem. Oysa performansla verilen mesaj, yorumlara çok açık. Anlaşılamamaktan kaygılanıyor musunuz? N. Ekici: Hayır. Hatta performansın da güzel yanı bu, benim yaptığımla karşıdaki yeni bir fikir üretebiliyor, durmadan yeniden yaratım sağlıyor. G