Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 30 MART 2008 / SAYI 1149 Ya çocuklar ya işkence... Özgürsün, seçim senin! Hilal Köse Ş. G., 29 yaşında ve üç çocuk annesi. Kilometrelerce öteden, “koca” dayağından kaçtı, İstanbul’da boşanma davası açtı. Ailesi kovunca bir başına kaldı, sığınma evine başvurdu... Onca işkenceye, 11 yıl, ailesi ve çocukları için katlandı. Şimdi ise “Uyusam, uyansam ve her şeyi unutsam. Öyle bir adam hayatıma girmemiş olsa” diyor. Birçok kişinin önünde, akrabalarının evinde de şiddete maruz kaldı ancak davasında tanıklık edecek kimseyi bulamıyor. Anlatacağımız bu hikâyeyi, Türkiye’de her üç kadından biri yaşıyor. Ülkemizde ise yalnızca yedi sığınma evi faaliyette... Kadınlara “üç çocuk doğurun” diyen Başbakan’a soruyoruz: “Kadınları şiddet ve her türlü istismardan korumayı da düşünüyor musunuz? Ne zaman yasaların her ilde öngördüğü kadar sığınma açacaksınız?” Bitlis’in Tatvan ilçesinde, dokuz çocuğun ikincisi olarak dünyaya geldi Ş. G. On yaşındayken ailesi Aydın’a taşındı. İlkokula bile gönderilmedi. İstemedi, ama 17’sindeyken yüzünü görmediği bir adamla, H. G. ile evlendirildi. “Çok küçüktüm. Beni Bitlis’e gönderdiler. Düğün yapılmadı ama evde kalabalık vardı. Evlendiğim kişiyi tanımıyordum. Herkes gittikten sonra evde iki erkek kaldı. Biri yaşlıydı, herhalde genç olanı diye düşündüm...” Evlendikten bir ay sonra şiddet görmeye başladı. Yaşananlara eşinin ailesi de tanıktı... Bir yıl köyde kaldıktan sonra Mersin’e taşındılar. Baş başa kaldıklarında yaşamı iyice kötüleşti. Evlendikten altı ay sonra istemeden hamile kaldı. İkinci hamileliği sırasında çamaşır suyu içerek kendini öldürmek istedi. Eşi, “su içmek isterken yanlışlıkla olmuş’ deyip doğruyu söylemesine tehditle engel oldu. Beş altı sene hiç sesini çıkarmadı, yaşadıklarını kimseye anlatamadı. Bu sürede üçüncü çocukları da doğdu. Daha yaşı 30 bile değil, ama üç çocuk annesi Ş. G. Sürekli kendisini döven kocasından kurtulmak için çalmadık kapı bırakmadı. Ailesi, polis, herkes, evine geri dönmesini önerdi. O yaşamayı seçti, kaçtı… Şimdi kocası peşinde, üstelik çocukları da babalarında rehin… Ş. G. kendisine bir sığınmaevi arıyor, ama… ‘benden nefret mi ediyorsun’ diye döverdi. Televizyonda polisiye bir olay gördüğünde aklına şikâyetlerim gelirdi... Ben bir iki tokatla çıkmadım ki evden. Aylarca yürüyemediğim oluyordu.” Eşi “polislerle gelme, çocukları kendim teslim edeceğim” dedi. Anlaşacağını düşünürken, kaçırmaya kalktılar. Eşinin akrabaları, “Sen ne biçim erkeksin, eve gelmiyorsa öldür” diye tahrik ediyordu. Ellerinden kurtulup bir hafta sonra tekrar gittiğinde elindeki mahkeme kararına güveniyordu. Bu kez icra yolunu denedi. Polisler ve memurlar gerekli özeni göstermediği için çocuklarını yine alamadı. Üstelik görevliler “çocukları anneye teslim ettik” diye tutanak bile hazırladı. olacakmış” diyor. Tek amacı Ş.G.’nin çalışıp çocuklarını okutmak. İlkokuldan sonra köye götürülmelerinden, babalarına benzemelerinden korkuyor. KOCANDIR DÖVER! Ş. G., dışarı çıkabildiği bir gün, evlerinin karşısındaki karakola gidip şikâyetçi oldu. Aynı günün akşamı evde yine dayak vardı. Eşi, “sen devlete mi güveniyorsun, bize kanun işlemez“ diye bağırıyordu... Ş. G., evi terk edene dek kaç kez şikâyette bulunduğunu hatırlamıyor. Dosyası yalnızca bir kere savcılığa gönderildi. Aylar sonra adliyeye gittiğinde, şikâyeti hakkında takipsizlik kararı verildiğini öğrendi: “Bana yeniden şikâyet etmem gerektiği söylendi. Oysa ben defalarca, gözüm mosmor karakola gittim. ‘Kocandır döver’ deyip eve gönderdiler. Kimi zaman o, polislerle muhabbet kuruyordu. Bir gün karakolda direndim, eve gitmedim. Adliyeye götürdüler. Sonra akrabalarıyla geldi, beni adliyede bile dövdü. Yeni bir şikâyet, daha çok işkence demekti...” H. G., bir daha yapmayacağına dair söz veriyordu, ama akrabalar araya girdikten sonra iki kez de bıçakla saldırdı, “mezara girene dek çekeceksin bu işkenceyi” diyerek... Dövdüğü günlerde bile aynı yatakta yatmaya, cinsel ilişkide bulunmaya zorladı. Ş. G., birkaç kere onu canavar gibi gördü, eli yüzü belli olmayan, kocaman bir gölge... Çaresizlikten psikolojisi bozuldu. Konuşmayı denediyse de olmadı... “Neden” diye sorardım. Yanıtı, ‘keyfimin kahyası mısın?’ olurdu. Bazen ARTIK DAYANAMIYORUM Ş. G., “Bilgim, imkânım olsa, Türkiye’nin her tarafını dolaşmak, kadınlara yardım etmek isterdim” diyor. Çevresindeki birçok kadının evliliği işkence olarak gördüğünü, kader diye sineye çektiğini anlatıyor. “Bana o kadar şikâyet ettin ne oldu, ‘devlet nerde’ diyorlar. Kurtuluşun olmadığını, her erkeğin dayak attığını söylüyorlar. Artık kimsenin ne dediği umurumda değil, herkes konuşup kendi hayatına çekiliyor. O evde işkence çeken benim. Çok intihar girişiminde bulundum. Şu anda tek isteğim ondan kurtulmak, sonra hayat nasıl olursa olsun...” Eşinin bilerek mi yoksa kendini kaybettiği için mi böyle davrandığını anlayamıyor. Yıllarca bir neden aradığını, ama artık işkenceye dayanamadığını yineliyor. “Bayılmışım, elbiselerimden tutmuş oradan oraya sürüklüyormuş beni, çocukların gözü önünde... Şimdi bana ‘ya işkence ya çocuklar’ diyorlar... İnsan birinden nefret etse de böyle yapmaz değil mi?” diye soruyor. G 8 MART’TA TEHDİT Kocası son olarak ıslak havluyla boğmaya kalktı Ş. G.’yi: “Kendime geldiğimde banyodaydım. Bağırmaları alt kattakiler duyunca bıraktı. Boğazımdan kan geldi, ama doktora götürmedi. Üç gün başıma akrabası bir kadını nöbetçi dikti, odadan çıkarmadılar. Bir fırsatını bulunca, çocukları alıp evden kaçtım. Annemlere geldim.” Karakolluk olduklarını duymayan kalmadığı için İstanbul’a geldiğine kimse şaşırmadı. Ailesi başta destek oldu, H. G.’nin tehditlerinden sonra vazgeçti. Babası, kocasının evine dönmesini istedi, kabul etmeyince de kovdu. Boşanma davası açtığında, hep bir ağızdan “bizde boşanma olmaz” dediler. Ablasının yanına geçti, orada da bırakmadılar. Aklı, babalarının zorla götürdüğü çocuklarındaydı. Sığınma evine başvurdu, çocuklarıyla gelebileceğini söylediler. İlk kez geçen 8 Mart’ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Mersin’e gitti. TANIĞI ÇOCUKLAR Bunca yıl şiddete tanık olan çocuklar da ciddi sağlık sorunları yaşıyor. En büyükleri, beşinci sınıf öğrencisi İbrahim (11), heyecanlanınca kekeliyor, dörde giden Yusuf ‘ta ise nefes darlığı var. Küçükleri ise kız, ilkokul ikide. Onca üzüntüye rağmen, üçünün de dersleri iyi, takdir ya da teşekkür alıyorlar. Ş. G., evdeki durumlar nedeniyle onlarla ilgilenemediğini anlatıyor: “O zaten sıfırdı. Öğretmeni İbrahim’in çok iyi olduğunu iyi okullarda okutulması gerektiğini söylemişti. Küçük oğlum ressam olmak istiyor. Resimlerine öğretmeni bile şaşırıyor. Kız ise doktor İstanbul’un Simyası Ayşe Sağlam S abrina Fresko, beş yıldır çeşitli etkinlik ve sergilerle adını duyuran ve daha önce denenmemişi deneme çabasındaki Simya Galeri’nin kurucusu. Seçkinci ve anlaşılmaz olmak yerine her kesimin içindekini keşfetme süreci diye tanımladığı sanatı, farklı disiplinlerin bir araya geldiği bir çatı altında yeniden yorumluyor. Elbette bunu yalnız başına değil, ulaşabildiği kadar çok insanla birlikte deneyimliyor. Takı tasarımı, edebiyat, tarih, müzik ve sinema… Simya Galeri işte tüm bu alanların seminerlerle birbirine paralel yürüdüğü bir eğitim atölyesi. Fresko amaçlarına ve çalışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı: Simya Galeri nasıl bir hayalin ürünü? Simya Galeri’yi kurarken seminerleri ve takı tasarımı atölyesini birlikte tasarladık. Biri önce öbürü sonra değildi, hepsi birlikte oluştu. Ben, edebiyattan da, müzikten de etkileniyorum. Bir romana göre, bir resme göre tasarladığım takılar var. O nedenle seminerler ve takı birlikte yürüsün istedim. Seminerleri hangi alanlarda, kimlerle yürütüyorsunuz? Asuman Kafaoğlu Büke’nin sunduğu Edebiyat Atölyesi; İstanbul Üniversitesi’nden Simge Pınarbaşı’nın yönettiği Sanat Tarihi seminerleri; Doç. Tarkan Okçuoğlu’nun verdiği Osmanlı Sanat Tarihi; Boğaziçi Üniversitesi’nden Evin İlyasoğlu’nun gerçekleştirdiği Zaman İçinde Müzik seminerleri, İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Zühre Indirkaş’ın yönettiği Mitoloji seminerleri, İstanbul Üniversitesi’nden heykeltıraş Seda Yavuz’un başlatacağı Heykel semineri, Jak Şoref’in Dinler Tarihi, Prof. Ahmet Kuyaş’ın Devrim Tarihi, Serap Yüzgüller’in Barok Sanatı ve Seda Binbaşgil’in yönettiği Cazz seminerleri var. Bazıları dönemsel, bazıları sürekli oluyor. SİMYA GALERİ OKUL DEĞİL... Takı tasarımı konusunda farklı bir eğitim veriyorsunuz. Farklı malzemelerle oluşturduğunuz küçük heykeller ve uzun süren bir eğitim... Bu, takı tasarımına bakışı değiştirdi mi? Kursa katılanlardan ilk başta beklediklerinden çok farklı bir eğitimle karşılaştıklarını söyleyenler oldu. Bizi malzemeye ve tekniğe götüren tasarımlar. İki senede bir konu belirliyoruz. Hiç kimseden alt bilgi beklemiyorum. Burada o keşif serüveninde zaten konu anlaşılıyor ve ortaya çıkıyor. Simya Galeri’ye okul demek mümkün mü? Yoksa tamamen akademik eğitim dışında daha farklı bir misyon mu üstleniyorsunuz? Hayır kesinlikle bir okul değil. Merak ettiklerimizi paylaştığımız, teorik bilgiyle uygulamanın birlikte yürüdüğü bir atölye. Çünkü akademik eğitimdeki didaktik tutumun çok dışında bir işleyişimiz var. O didaktik tutumla çok fazla öğrenme olduğunu düşünmüyorum. Kişi merak ettiklerinin üzerine giderek bir şeyler öğrenebilir. Okuduğunuz bir kitapta sadece akademik söylemleri göz önünde bulundurursanız, belki de sizi yansıtan, bir şeyler sunan bir şeyleri orada bulamayabilirsiniz. G www.simyagaleri.com Bir takı atölyesinden çok fazlası var Simya Galeri’de… Sinema, edebiyat, müzik, sanat tarihi, heykel üzerine bilgi edinebilir, hatta Simya Galeri’de üretilen takı tasarımlarından... Çoğul amacınıza ulaşmış görünüyorsunuz… Tek amaç bilgilenmek ve keyif almak. Merak ettiğimiz konuları derinliğine inerek öğrenmek. İnsanların 21. yüzyılda bilerek yalnızlaştırılmasına bir anlamda tepkiydi. Internet var, her bilgiye rahatlıkla ulaşabiliyoruz, ama paylaşımımız eksik. Bu da yalnızlığı doğuruyor. Burada bunu kırma, bilgiye paylaşarak ulaşıp uygulamalar yapma olanağı bulduk. Bu anlamda da Simya Galeri adıyla örtüşmüş oldu. tartışabilirsiniz. C M Y B C MY B