17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 16 MART 2008 / SAYI 1147 Bursa kitap fuarının ardından... Ataol Behramoğlu ÜYAP’ın kitap fuarları ülkemizin kültür yaşamı bakımından çok önemli bir kazanım olduğu kadar biz yazar çizerler için bir şölen yeridir de. Başta İstanbul olmak üzere kentlerimizin bizleri gitgide dışlayan, gitgide yabancılaşmakta olduğumuz sokaklarından geçerek fuar alanlarına yaklaşırken, asıl ait olduğumuz bir dünyaya girmekte olmanın mutluluğunu ve bir çeşit gururunu duyumsarız. Bizi taşıyan araba Bursa kitap fuarına doğru yaklaşmaktayken de aynı duyarlık içindeydim. Fakat hafta sonunun ilk ve fuarının son iki gününden biri olmasına karşın çevredeki topluluğun cılızlığı, yaşayacağım hayal kırıklığının başlangıcını oluşturdu. Fuar kapısından girerken bir başka sevimsiz görüntü yolumuzu kesti. Türbanla çarşaf arası bir görüntüye bürünmüş, yarı hayalet kılıklı bir genç kadın, elindeki bir gazeteyi burnumuza doğru uzattı. İrkilmeyle acıma arası bir duygu içinde kaldım. Hayır, bu benim tanıdığım, alışkın olduğum, kendimi evimde hissettiğim kitap fuarı olamazdı. Nitekim öyle olmadığı da ilerleyen dakikalarda daha çok anlaşıldı. Türbanlı genç kız toplulukları birbirini izliyordu. Genel olarak da üç genç kız ya da kadından birinin türbanlı (Sevgili Çetinkaya’nın deyimiyle “sıkmabaş”) olduğu rahatlıkla söylenebilir. Geçen ya da bir önceki yılın Konya kitap fuarı bile böyle değildi. Birkaç yıl öncenin Bursa kitap fuarları hiç böyle değildi. Bursa’ya bir şeyler olmuştu. Bir arkadaşımız, fuardaki kantinlerden birinde fesli birini gördüğünü söyledi. Bu fesli kişi, kafasına Kapalıçarşı’dan aldığı fesi eğlence olsun diye takan yabancı bir turist ya da bir Arap dindaşımız herhalde olamazdı. Zaten bildiğim kadarıyla çağdaş Araplar fes filan takmıyor. Canavar mı istiyorsunuz? Ali Deniz Uslu T D ükkânül Hayal’in emekçileri Emir Özer, Mehmet Güner, Zeynep Nuhoğlu stüdyolarında prostetik makyaj, animatronik maketler, sahne ve karakter tasarımı yapıyorlar. “Dükkânül Hayal”in önceki işleri arasında “Musallat”, “Cenneti Beklerken”, “Babam ve Oğlum”, “Melekler Evi” var. Ayrıca sahne ve tiyatro tasarımları için de farklı işler hazırlıyorlar. Mesela Hayko Cepkin’in Rock’n Coke‘ta içinden çıktığı koza ve Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki kullandığı dev beyin yine onların eseri. Dükkânül Hayal ekibi bu işin inceliklerini dinmez merakları ve heyecanları sayesinde öğrenmişler. Hatta silikon dâhisi, özel efekt uzmanı Gordon J. Smith’in de dikkatini çekmişler, Smith de İstanbul’a gelip bir süre onlarla birlikte çalışmış. Robert Rodrigez’in yeniden çekeceği “Barberalle” için bir de teklif almışlar. Biz de yolumuzu Reşitpaşa’daki stüdyolarına düşürdük. İçinde kopuk kollar, bacaklar ve her tür korku filmi malzemesinin bulunduğu stüdyolarında onlarla konuştuk. Dükkânül Hayal’e gelene kadar neler geçti başınızdan? Emir: Mehmet’le ben eğitimimize güzel sanatlar lisesinde başladık. Anlatmak istediğimiz hikâyelerimiz vardı ve bir noktada resim ya da heykel yetersiz kalmaya başlamıştı. Rahmetli Metin Demirhan da bizimleydi, farklı bir şeylerin peşindeydik. Giovanni Scognamillo da o dönemde bize çok yardım etti. “Deux Ex Machina” isimli bir projede de Mehmet ile birlikte çalıştık. Sonra düşe kalka yola devam ettik. Ekibe en son ekonomi okuyup, sanatla didiştikten sonra Zeynep katıldı. İçinde var olmaya çalıştığınız sektör bakir. Örnek alacağınız pek kimse yok sanırım. İşi nasıl öğrendiniz? Emir: Araştırdık, çok çalıştık. Bu işin temellerini attığımız lise yıllarındaki heyecanımızı hiç kaybetmedik. Çalışmaya devam ettikçe de kendimizi geliştirdik. Heyecanınızı profesyonelliğe ne zaman dönüştürdünüz? Emir: 1997 yılında “Deux Ex Machina”yı yaptıktan hemen sonra iş teklifleri gelmeye başladı. Aslında bunu iş olarak yapmayı çok istemiyorduk, çünkü plastik sanatlarla, resimle, heykelle ilgilenen insanlar genelde reklamın bir parçası olmak ya da kendi hikâye Zeynep Nuhoğlu... lerinden vazgeçmek istemezler. Biz de bahsettiğim bu mücadele ve ülke şartları nedeniyle sekteye uğradık. Son yıllarda işleriniz biraz açılmış olmalı... Emir: Genç kuşak korku filmleri üzerine çalışıyor. Onlar da durumdan bizim gibi rahatsızlık duyuyorlar. Elbette bu biraz da para meselesi. Para doğru kişinin elinde değil. Zaten sinema maliyetleri yüksek. Yani geçiş sürecimiz çok sancılı. Peki nasıl çalışıyorsunuz, ben gelip sizden bir zombi istesem nasıl olur? Emir: Hikâyenizi ve isteklerinizi dinler, ayrıntıları konuşur, sonra çalışmaya başlarız. Sinema işlerinde sahneyi de tasarlarız. Bazen bir Amerikan filminin sahnesinden bir foto, bir kare getirip ben bunu istiyorum diyen tipler de var tabii. Sinema işlerinde yönetmenle mi konuşuyorsunuz? Emir: Yönetmenler gelmiyor, sanat yönetmeni ya da yapımcı geliyor. Biz yönetmenle görüşmek istiyoruz. Zeynep: Yaptığımız karakter, ana karakter ya da hikâyenin içinde önemli bir değişken olabiliyor. Bunu yönetmenle paylaşmak ayrı bir şey. Bu planlama ve ayrıntı gerektirir, ama bizdeki sinemacıların böyle bir derdi yok. Mesela bize telefonla sipariş verenler var. Düşünün bu işe olan saygısızlığı ve ciddiyetsizliği... Yani kopuk bir bacak istiyorlar, yapımcının ilk sorusu “kilosu kaça?” Güler misin, ağlar mısın? Yani yolun daha çok başındayız. Peki ya bağımsız sinema ve amatörler? Mehmet: Onlar bizi çok umutlandırıyor. Ticari kaygıları yok. Tüm hevesleri ve heyecanları ile bizimleler. Amatör ruh çok daha disiplinli ve saygılı. Eğer bu gençler sinema sektörünün dev çarklarını çeviren büyük adamların ellerine düşmezlerse harika işler çıkaracaklar. Belki biz de çeker yurtdışına gideriz, ama burada kalıp bu mücadelenin peşini bırakmamak istiyoruz. Bir gün birinin gelip bizi heyecandan titretecek bir projeyle kapıdan içeri girmesini bekliyoruz. G http://www.dukkanulhayal.com/ Emir Özer... Fotoğraflar: VEDAT ARIK “Dükkânül Hayal” beyazperdeye, tiyatro ve sahne şovlarına özel efekt hazırlayan bir girişim. Emir, Mehmet ve Zeynep’ten oluşan bu ekip, sadece profesyoneller için çalışmıyor, eğer bir zombiye, canavara ya da kesik uzuvlara ihtiyacınız varsa siz Mehmet Güner... de kapılarını çalabilirsiniz… İçimize sindirmek... Aylin Kotil Yolculuklarım sırasında, Makedonya’nın Arnavut nüfusunun yoğun olduğu bölgelerinde bazı yaşlı kimselerin kafasında fes benzeri bir şeyler gördüğümü anımsıyorum. Fakat bizde, hiç kuşkunuz olmasın ki, üniversite kapılarında, devlet dairelerinde, okullarda, hastanelerde, fesli, şalvarlı, yurttaşlarımızla gitgide artan sayılarda karşılaşmamız yakındır. Sennur Sezer’le katıldığımız oturum salonunun, bizden bir önce Zeynep Oral ve Ali Sirmen’in konuştukları aynı salonun dolulukları; izleyicilerimizin, okurlarımızın her zamanki ilgisi bile, fuar alanının bir hafta sonuna hiç yakışmayan geneldeki cılızlığı karşısındaki can sıkıntımı azaltmadı… İstanbul’a dönüşten birkaç saat önce, eşimle, Bursa’ya bir göz atmak isteği ile kitap fuarı alanından ayrıldık. Yolumuz, Ulu Cami’nin arkasındaki bir başka kitap fuarına düştü. Buradaki bütün kitaplar eski harflerle yazılıydı ve tam bir Türkiye ortaçağı görüntüsü yaşatan toplulukların içinden geçerek yeniden caddeye çıktık. Bursa yoksullaşmıştı da… Kılıksız delikanlılar, ortak bir kentliliği duyumsatmaktan uzak bir pazar kalabalığı. Ve İstanbul’u aratmayacak trafik curcunası. Bu ortamda, tarihi Ulu Cami’nin ve kapalı çarşının yanına oturtulmuş modern YKM binası, ultra modern bir başka yapı, ya da eski garajın yakınlarına yapılmış, kentlilerle alay edercesine “Kent Meydanı” adı verilmiş bir başka dev “süper market”, anlamsızlığı, yapaylığı arttırmaktan başka işe yaramıyor. Geçen haftaki yolculukta, Bursa kitap fuarına ve birkaç saatlik göz atışla Bursa’ya ilişkin izlenimlerim bunlar oldu. AKP Türkiye’yi bir yerlere götürüyor. Hayırlı bir gidiş değil bu. G [email protected] “İçimize sindirmek” deyimi, Ecevit ile siyasi literatürümüze girmişti. Son aylarda giderek yoğunlaşan, bir içimize sindirememe duygumuz var, tabii azınlık olarak. Bir kısmımız da yeni yeni aydı(!), midelerindeki şişkinliği fark etti. Bu sindirim sorunu, tedavi edilmesi gereken bir sorundur aslında. Basit gibi görünse de, verdiği rahatsızlık büyüktür, ancak bu aralar, gözüme yaşadığı hayatı sindiremeyenler çok takılıyor. Belki de algıda şu sıralarda, seçiciliğim bu yönde. Egosu şişmiş, her şeyi kendine mal eden, ortalıkta Allah olduğunu sanarak dolaşan ve hatta ölümsüz olduğunu düşünenler var. Pratikte ölüm fikrini kabul ediyorlar, ancak kendilerine bu olayın denk gelebileceğine ihtimal vermiyorlar. Egosuna yüz vermeyenlere gelince... Bir bedel ödemiyorlar mı? Şüphesiz ödüyorlar. Hele de günümüzün modern dünyasında. Ancak, egosunu arsızca şişirenlerin ödeyecekleri bedelin yanında, onların ki, devede kulak kalacaktır. Çünkü öğrenmeyince, geldiğimiz durumlarda hayat döve döve öğretiyor. Ben, ego ile içine sindirme durumunun, paralellik gösterdiğine inanırım. Ego ne kadar yüksek ise, hazmetmek o kadar kolay oluyor. Çünkü neticede her şeye olabilir gözüyle bakılıyor, değer yargıları yitiriliyor. Egosu olmayanlar ise içine sindirememe sorunu yaşıyor sürekli. Aslında bu bir yerde sorunu olup da, doktora gitmemek gibi bir durum. Çünkü iş işten geçtikten sonra gidildiğinde, kurtuluş şansı pek kalmıyor. Ağır bedeller ödeniyor. Aslında öğrenilecekse, sonunda ağır bedeller ödemek, o an için kötü gibi gözükse de, amaca giden yolda az bile sayılır. Tabii en güzeli insanın kendi olgunluğuyla, olayları karşılayabilmesi ve buna göre hareket edebilmesidir. Kendimize karşı her zaman içten olma cesaretini gösterebilmek dileğiyle... İyi pazarlar. G [email protected] Kadın Doktorlar Cemiyeti Konferansı eynelmilel Kadın Doktorlar Cemiyeti merkez heyeti azasından doktor Safiye Ali hanım bu ay zarfında İtalya’da toplanacak olan umumi kongreye iştirak etmek üzere dün akşam Sardunya vapuruyla İtalya’ya müteveccihen limanımızdan hareket etmiştir. Doktor Safiye Ali hanım dün akşam hareketinden evvel kendisiyle görüşen bir muharririmize kongre hakkında şu izahatı vermiştir; “Beynelmilel Kadın Doktorlar Cemiyeti’nin ikinci kongresi bu sene İtalya’nın Bolonya şehrinde akdedilecektir. Beynelmilel Kadın Doktorlar Cemiyeti, gayri siyasi ve tıbbi bir cemiyettir. Cemiyetin gayesi beynelmilel kadın doktorlar arasında bir samimiyet tesisine çalışmak ve umumi kongreler akdi ile kadın doktorları ara sıra bir araya toplamaktır. Kongrede bilhassa kadınların doktorluk noktai nazarından insaniyete yapacakları hizmetler mevzubahis olmaktadır. Ben de cemiyetin merkez heyeti azasından bulunduğum için vaki olan davet üzerine kongreye gidiyorum. Kongrede daha ziyade çocuk ölümleri ile mücadele çareleri de görüşülecektir. İlk defa annelerden başlayıp hamile kadınlara sıhhi ve ictimai (sosyal) surette ne gibi yardım yapılabilir, sağlam çocuk yetiştirilmesi ne suretle temin edilir, bu hususta kongrede fikirler ileri sürülecektir. B Doktor Safiye Ali hanım. Emaneti Sıhhiye müdürü Neşet Osman beyin izahatına göre memleketimizde çocuk ölümleri % 5060 derecesindedir. Memlekette ne gibi çocuk hastalıkları gördüm, İsmet Paşa hükümetinin ve Sıhhiye Vekili Refik beyin çocuk ölümlerine karşı açtığı mücadele ne vaziyettedir, Gazi’nin Türk kadınlığına bahşettiği hürriyetten ne suretle istifade ediliyor, kongrede bu konular üzerine izahat vereceğim gibi, anneler arasında çocuklarını iyi büyütmek için görülen tehlikelerden ve Türk kadınlarının ilme ve medeniyete karşı olan hizmetlerinden de bahsedeceğim. Memleketimizde stajyer olarak 810 kadın doktor bulunmaktadır. Bu hususta da kongreye izahat vereceğim. 4.5 sene evvel Londra’da toplanan ilk kongrede Rusya murahhasları (delegeleri) da Rusya’dan 3 bin kadın doktoru temsil ediyor ve ‘Türkiye’de kadın doktor kaç tanedir’ diye soruyorlardı. Muazzam bir fen şehri olduğu ve mevcut darülfünunu (üniversitesi) 1000 sene evvel tesis edildiği için Bolonya şehrinde toplanacak olan ikinci kongre 6 gün kadar devam edecek ve kongreye 24 hükümet iştirak edecektir.” G 4 Nisan 1928 Çarşamba
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle