26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 21/2/08 15:44 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 24 ŞUBAT 2008 / SAYI 1144 “Notre Dame”ın kuklası Tiyatroda, sinemada, hatta televizyonda, kukla yeniden doğdu. Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu bu kez Viktor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu”nu oyunlaştırdı. Sahne Kırım Kilisesi. ÇOCUKLARA KUKLA... Kuklalarınız sadece tiyatroda mı kullanıldı? Çağrı Yılmaz: Son dönemde de, TV dizileri de kukla kullanmaya başladı. Aslında bizim isteğimiz yetişkinleri kukla izlemeye yönlendirmek. Kuklanın televizyonda bu kadar görülür olmasının hem insanları kuklaya daha yakınlaştıracağını, onlar için daha tanımlanır bir nesne olmasını kolaylaştıracağını düşünüyorum. Kukla denilince insanın aklına önce çocuklar geliyor… Ç. Yılmaz: Çukurcuma’daki atölye binamızda hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik kukla yapım atölyelerimiz var. Çocuklarla olan Müge Serçek ünya klasikleri arasında yer alan Victor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu” kitabını okumayan yoktur herhalde! 1831 yılında yazılan eser bu kez Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu tarafından kuklalar aracılığıyla sahneye uyarlandı. Oyunda kullanılan kuklaların maske tasarımı Candan Seda Balaban, kukla tasarımı Çağrı Yılmaz tarafından yapıldı. Oyunun yönetmeni ise Emre Tandoğan tarafından yönetiliyor. Oyunu 29 Şubat’ta, Kırım Kilisesi’nde izleyebilirsiniz. Kuklalarla gösteri yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Çağrı Yılmaz: Bizim yapmaya çalıştığımız aslında tiyatroya farklı bir anlatım dili getirmek. Kukla tiyatrosu, pek çok yönüyle sinemayla çok benzeşiyor. Kuklanın da çeşitli anlatım kodları var ve bu kodlamanın seyirciyi oyunun içine daha çok çektiğini düşünüyoruz. Gördüğü nesneyle arasına, kendi imgelemini koymak zorunda kalıyor. Karşısındaki reel bir nesne ya da gerçek bir jest olmadığı için de oyunla eş zamanlı olarak seyircinin de kafasında bir kurgu oluşuyor. Böylece oyunu algılama biçimi doğrudan gördüğü nesneyle değil, gördüğü nesneye paralel olarak gelişiyor. Yani, aslında herkes kendi oyununu izliyor. Tabii ki sinemadaki kodlamadan farklı olan bir tarafı da var. Seyircinin izlediği nesne yani kukla nefes alan, seyirciyi gören, seyircinin arzusunu hissedebilen bir varlık biçimi değil. Aslında bu yüzden de seyirciden uzak. Dolayısıyla, seyircinin, kuklanın kodlarını anlama biçimi bir çözümlemeyle değil, aşkın bir bilme edimiyle gerçekleşiyor. Kuklanın sahnedeki varlığı ise tam olarak “aşkın bir kekemelik” biçimi. “Notre Dame’nin Kamburu” gibi klasik bir eseri sahneye koymaya nasıl karar verdiniz? Emre Tandoğan: Bu aslında çalıştığım bir üçlemenin ikincisi. Üçlemenin ilk oyunu “Araf’ta”da Eski Ahit’ten yola çıkmıştım. Acı çeken bedenlerin, kaybolmuş ruhlarını arayışı ve uyanışı üzerine kurduğum bu oyunu oynanmasından haz alacağım bir yer vardı, orası da Kudüs’tü. 2005’te Kudüs’te oynadıktan sonra üçlemenin ikincisi üzerine çalışmaya D Notre Dame’ın Kamburu’nun kahramanları bu kez kuklalar... Çağrı Yılmaz ve Emre Tandoğan... çalışmalarda, daha çok çocuğun kuklayla kurduğu dramatik ilişki üzerine yoğunlaşıyoruz. Çocuklarla yaptığımız atölyelerde genellikle bir saatte bitirebilecekleri bir kukla yaptırıp, kalan yarım saatte onunla oynatım ilişkisi kurmasını sağlıyoruz. Yetişkinler içinse ipli kukla, el kuklası, muppet ve maske yapım atölyelerimiz var. Atölye çalışmalarında gözlemlediğim; herkesin içinde yatan saf algının ortaya çıkması… www.ahsapcerceve.com 0212 252 88 35 başlamıştım. Bu arada yeni ahit üzerine çalışmalarım devam ediyordu ve Notre Dame’ın Kamburu’nun baş karakteri olan “Quasimodo” ile “İsa” arasında bir özdeşlik kurdum. Quasimodo yaşadığı dönemde dinsel otoritenin günahlarını sırtlandığı için kamburdu diye düşünmeye başladım. Victor Hugo’nun öyküsünden 4 ana karakter seçip bunu bir kadın ve üç adam arasındaki trajediye dönüştürmeye karar verdim. Bu oyunu kilisede sahnelemek etkileyici olmuş... E. Tandoğan: Yönettiğim ve kurguladığım oyunlarda oyuna hizmet eden her şeyin ayrı birer anlam oluşturmasına özen gösteririm. Dekoru, oyuncuları, oynatıcıları ve gerçek oyuncuları ki bunlar benim için kuklalardır, bunları oluştururken kendi imgeleri ile bütüne hizmet etmesini sağlarım. Bu kurguyu düşünmeye başladığımda benim için bu bütünün anlam kazanabileceği tek yerin kilise olduğunu gördüm. Kırım Kilisesi gerek mimarisi gerekse konumu itibarıyla İstanbul’daki kiliselerden farklı özellikler gösteriyor, beni etkileyen de bu oldu. Kuklaları nasıl tasarladınız? Ç. Yılmaz: Teknik belirlendiğinde karakter tasarımı kolay olur. Artık ayrıntılar; güzel ama zaman zaman üzgün, çirkin ama derin, gibi karakter özelliği üzerinden gider. Teknik çizim bittikten sonra bir kuklanın yapım süresi iki ya da üç gündür. Bu oyunun kuklalarını yaparken hareket biçimleri üzerine konuştuğumuzda, masa kuklası tekniğine karar vermiştik. Fakat masa kuklası, genellikle daha komik bir hareket kodlaması içerir. Bu yüzden de oynatım tekniğini biraz “Bunraku” ile birleştirdik. Böylece, özgün bir masa kuklacılığı biçimi ortaya koyduğumuz inancındayım. Oyun sırasında sahnedeki objelerin yeri sürekli değişiyor, bu da seyirciyi oyunun içine daha çok çekiyor… E. Tandoğan: Oyuna hizmet eden tüm objeler kendi varlıklarının ve devingenliklerinin yarattığı anlamla kurgu içinde yer alırlar. Dekorda yanılsama yaratacak olan dekorun hacmi değil, hareketidir. Oyunlarımda oyuncunun, oynatıcının, kuklaların ve dekorun, hatta ışığın başlangıçtan bitişe kadar sahnede var olmasına özen gösteririm, bu kılmak yaratmak istediğim illüzyonu destekler. Lodos kadınları vurdu... Kemal Barış İlbi D uygu gelgitlerinin ışık hızıyla yaşandığı, ikiyüzlü bir ahlak yapısı üzerine kurulmuş, sevgi ve dostluk kavramlarından uzaklaşmış bir kitle modern toplum ve tabii ki bu toplumun figürleri… Didem Erayda’nın ilk uzun metrajlı filmi “Lodos” da bu insanlar arasındaki iletişimsizliği kadın gözüyle anlatan bir yol filmi. Bize düşense filmi yönetmen Didem Erayda ve ana karakterlerden birini canlandıran oyuncu Yeşim Koçak’la konuşmak oldu. Filmin temasına gelirsek, şehirli insanın yaşam tarzı ve sorunlarını sorguluyor… D. Erayda: Evet, ama filmi tek cümleyle anlatmak gibi şeylere inanmıyorum. Lodos’ta yedi farklı karakter var, ve evet, film bu karakterler arasındaki iletişimi ve aslında iletişimsizliği sorguluyor. Artık insanlar birbirine güvenmiyor en azından ben böyle düşünüyorum ve içinde bulunduğum bu durumu anlatmak istedim. Y. Koçak: Günümüzde her şey o kadar yüzeysel ve kaygan bir zeminde gelişiyor ki… Film de bunu yansıtıyor… Uzun süre kısa metrajlı filmler çektiniz, birçok ödül aldınız. Şimdi ilk uzun metrajlı filminiz “Lodos”un çekimlerini bitirdiniz. Bu proje nasıl başladı? Nasıl bir süreçten geçtiniz? Didem Erayda: Kısa film çekmeyi çok seviyorum ve çekmeye devam edeceğim. “Lodos” da aslında bir kısa metraj öyküsü olarak ortaya çıktı, ama uzun metrajlı bir film çekme zamanının geldiğini düşündüğüm bir döneme denk geldi ve konuyu senaryolaştırdım. Daha sonra Selanik Film Festivali’nde senaryo projesi olarak Balkan Fonu’na seçilen 10 filmden biri oldu, ardından Saraybosna Film Festivali’nin Cinelink bölümüne seçildi. Orada Srdjian Karanoviç ile tanışma ve görüşme fırsatım oldu. Projeyi geliştirmek adına üç kere bir araya geldik ve senaryo son halini aldı. Siz filme nasıl dahil oldunuz? Yeşim Koçak: Biz Didem’le senelerdir tanışıyoruz, daha önce çektiği kısa metrajlı film “Hediye”de beraber çalışmıştık... Bu film için teklif gelince hemen kabul ettim. Tiyatroda kendi jenerasyonunuzun en iyi kadın oyuncularından birisiniz, “Lodos” sizin de oynadığınız ilk uzun metrajlı film, neler deneyimlediniz? Y. Koçak: İlk çekim günü oldukça heyecanlıydım elbette. Dizilerde kamera ve diğer teknik konular hakkında bir şeyler öğreniyorsunuz, ama sinema cidden bambaşka… Tiyatrodan geldiğim için farklı sahne çekimlerinde, yön duygumu, duyguların devamlılığını kaybedebilirdim. Ben aslında oyunculukta elbette Yıldız Kenter gibi değerli hocalarım dışında sadece kendime inanırım. Burada şöyle bir avantajım oldu, Didem’e ve yönetmenliğine çok güvendim… 1993’ten beri bol ödüllü kısa metrajlı filmler çeken yönetmen Didem Erayda ilk uzun metrajlı filmi “Lodos”un çekimlerini tamamladı. Film, kent insanının birbirine yabancılaşmasını ve artık kanıksadığımız yalnızlığı anlatıyor. Peki, “Lodos” bir kadın filmi mi? D. Erayda: Bana pek çok insan Lodos’u bir kadın filmi olarak tanımlama diyor, ama ben özellikle altını çizmek istiyorum. Evet, bu film bir kadın filmi çünkü yönetmeni, yapımcısı (Münire Armstrong), oyunculardan üçü ve hatta kurgucusu (Çiçek Kahraman) bir kadın… Siz hangi kadınsınız, filmde? Y. Koçak: Aslında oynadığım karakter bana çok benziyor. Hayatta duvarları olan korunaklı bir kadın, kendini korumaya almış biri… Filmin ismi neden “Lodos”? D. Erayda: Çünkü filme bir sıkıntı hâkim. Lodos olduğunda ne kadar bunalıyoruz değil mi? İşte tüm karakterler bu sıkıntıyı hissediyor, çünkü hepsi hayatta sersemlemiş haldeler... Lodos balığı diye bir tabir vardır mesela… Filmde şiddet de var, karakterlerden biri cinayet işliyor… D. Erayda: Evet, hem görünen hem de görünmeyen bir şiddet var. Erkeklerin kadınlara, ayrıca kadınların kadınlara uyguladığı bir şiddet… Hikâye tek bir günde geçiyor, peki olaylar ve karakterler ile zaman nasıl ilişkilendirildi? D. Erayda: Ben aslında tamamen zamandan bağımsız bir şeyler yapmak istedim, ama filmde karakterler Didem Erayda (solda) ve Yeşim Koçak (üstte)... 89 saat süren bir yolculuktan sonra kasabadaki evlerine varıyorlar yani hikâye zamandan tam kurtulabilmiş değil. Filmde Yeşim Koçak dışında kimleri seyredeceğiz? Türkiye’de kadın film yönetmeni olmak zor mu? Kadın oyunD. Erayda: Çok iyi oyuncularla çalıştım. Rüçhan abla (Çalışkur) cuları, kadın yönetmenlerden daha şanslı görüyor musunuz? çok iyi bir portre çıkardı. Mustafa Uzunyılmaz, Ümit Çırak, BuD. Erayda: Dünya sinemasında da böyle, sinemada çok az kalut Köpük, Bahar Sarah Sarak ve rock şarkıcısı Sarp da diğer oyundın yönetmen var. Erkeklerin kadınları konumlandırmasıyla ilgicular… li bir durum bu, çünkü kadınların yaratıcı olduklarına inanmıyor Lodos’u ne zaman ve nasıl izleyebileceğiz? lar. Eğer ben erkek olsaydım,10 yıl önce ilk uzun metrajlı filmiD. Erayda: Önce festivallerde, ardından vizyonda izleyeceksimi çekmiştim, ama ben de erkeklerin kadınlar kadar inanarak film niz. Gençlerin filmi çok seveceklerini düşünüyorum, ama gerisiçektiklerini düşünmüyorum. Bu noktada kişisel olarak çok şansni hep birlikte göreceğiz. lıyım, çünkü bir kadın yapımcıyla çalıştım ve bana büyük bir özBen gişede duygu sömürüsü yapılmadan da başarılı olunabileveriyle destek oldu. ceğine inanıyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle