17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 28 ARALIK 2008 / SAYI 1188 Yusuf itici bir karakter, Hazım iyi bir oyuncu... Hazım Körmükçü sanatının olgunluk döneminde olduğunu söylüyor... Fotoğraf: Uğur Demir Abdullah Oğuz’un “Sıcak” filminin üç ana karakterinden biri de Hazım Körmükçü. Bıçak sırtı rolleri seven oyuncunun, bu filmdeki Yusuf karakterini oynamak istemesinin nedeni de bu. Henüz Türkiye’de yazılmamış senaryolardan roller düşlüyor, Hazım Körmükçü ve Cem Özer “Sıcak” filminde... heyecanlanıyor, bekliyor… benim için anahtar cümleler vardı. Biri Yusuf’un Meryem’e “Sen beni hiçbir zaman yalnız bırakmadın ki!” demesiydi. Karakteri oluştururken bir tek cümle çok önemli olabiliyor. Bu cümleyi masaya yatırırsak Meryem’le olan ilişkisini sabaha kadar anlatabilirim. Peki, bu cümlenizden yönetmenle paslaşarak çalışmayı seven bir oyuncu olduğunuzu çıkartabilir miyiz? Tabii. Abdullah Oğuz’la daha önce hiç çalışmamıştım. “Mutluluk” filmini seyretmiştim ve çok hoşuma gitmişti. Oğuz’un vizörden çok estetik baktığını da fark etmiştim. Bu çok önemli! Bu filmde de öyleydi. Evet. Ben güzel enerjiye çok inanıyorum. Karakteri inşa etmeye başladığımda eğer yönetmenin düşünce ve duyguları benimle aynı paralellikteyse o zaman doğru ilerliyoruz demektir. Abdullah Oğuz’la çalışma isteğiniz dışında sizi ne etkiledi de, filmde yer almak istediniz? Tiyatro kökenli ve hâlâ yolun başında bir oyuncu olduğum için önce yapacağım işin seyirci Hazım olarak beni ne kadar heyecanlandıracağına bakarım. Sonra amatör ruhuma profesyonel ruhumu katarım ve işe bir de oradan bakarım, ne kadar oradayım, ne kadar korkuyorum, o iş bana ne öğretecek, ne kadar geliştirecek… Korktuğunuz için aldığınız roller oldu mu, bu duygunuzun üzerine gider misiniz? Giderim, evet. Hep bıçak sırtı şeyleri severim. Bu bir oyuncu için en önemli şeydir. Nedir önemli olan? Ben bunun altından nasıl kalkacağım duygusu. Çünkü oyunculuk öldüğünüz zaman bile hiçbir şey bilmeden bu dünyada gittiğiniz bir meslek. Hâlâ öğreniyorum. Bir projeyle karşılaştığım zaman hâlâ ter basıyor. Besin kaynağımız, heyecanımız ve duygularımız. Bunları kaybedersek ölmüşüz demektir. Esra Başıbüyük Y önetmen Abdullah Oğuz’un kalesi ANS’deyim. Toplantı odasında “Sıcak” filminin başrol oyuncularından Hazım Körmükçü’yü bekliyorum. Duvarda film için yapılan alternatif afişler... Bakıyorum ve en doğrusunun seçilmiş olduğunu düşünüyorum. Yüz yüze oyunculuğun hissedildiği filmde Körmükçü’yü çok başarılı buldum. Oyuncunun canlandırdığı “Yusuf” karakteri filmin ritmiyle beraber itici bir adama dönüşüyor. Yani Yusuf’u sevmiyorsunuz! Bunda da Körmükçü’nün payı çok büyük. Ekonomik ve minimal oyuncuk diye yaptığı tanımlamayla, filmdeki dozu çok güzel ayarlanmış. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum ama Yusuf çok antipatik bir adamdı, siz de ziyadesiyle bunu gerçekleştirmişsiniz, emeğinize sağlık. Aslında Yusuf acınılası bir karakter, çünkü âşık olduğu kadınla evlenmiş, çocukları olmamış, birtakım olaylarla ilişkileri yıpranmış. “Sıcak” gerilim ve atmosfer filmi olsa da Yusuf da dahil üç karakterinin draması var. Sonuçta o da bir insan. Cellat da bir insan değil mi? Peki siz bir erkek olarak Yusuf’u anlayabildiniz mi? E tabii ki... Senaryoda bazı noktalar vardır, karakteri oynarken büyütmeye yarar. Bu film içinde Yusuf’u inşa ederken ÖZELEŞTİRİ YAPMAK ÖNEMLİ... Sıcak da korkuttu mu sizi? Evet, çünkü üç kişinin ağırlıklı olduğu bir hikâye. Evet, hisler yüzden yüze geçiyordu… Performans gerektiren bir filmdi. Altından nasıl kalkacağım dedirttiği ve yüreğimi başka şeklinde attırdığı için bu filmi kabul ettim. Oğuz’a da, ben atmosfer ve yönetmen oyuncusuyum, bana bu imkânı yaratırsan birlikte çok daha doğru yol alırız, kilidimi sana teslim ediyorum, dedim. Şunu çok önemsiyorum, yaptığınız iş beyninizle kalbiniz arasındaki koordinasyonu doğru kurmanızla alakalıdır, eğer o bağlantı doğru kurulamamışsa yaptığınız işte “mış” gibi sanatını icra edemezsiniz. Sonuçta duygu aksiyona dönüşüyor. Bir karakter yaratılıyor ve siz onun içini doldurduğunuz için biz tanımadığımız Yusuf’tan nefret ediyoruz, acıyoruz vs. Bu noktadan bakınca bence gerçek bir oyuncu olmak kesinlikle bir zekâ ve algı işi. Hem o hem de hamur meselesi çok önemli. Biraz felsefik olacak ama insanın kendisiyle barış yaşaması kadar doğal bir şey yok. En güzeli de bu! Özeleştiri yapabilme özgürlüğüne sahip olabilmeli insan. Bildiğimi bildiğim şeylerle bilmediğimi bildiğim şeyleri biliyorum. Bildiğimi bildiğim şey; oyuncu olarak çok güzel bir hamurum. Bu hamuru güzel insanlar alır kullanırsa güzel ürünler çıkar. Oyunculuk stilinizi nasıl değerlendirirsiniz? Valla kalıpları olmayan bir oyuncuyum. Samimi bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Ekonomik ve minimal oyunculuk çok önemli. Sonuçta dev bir ekranda küçücük bir hareket bile çok büyük gözükebilir. O da tecrübeyle ve mesleki anlamda yaşla orantılı. Şu an 44 yaşımdayım ve mesleğimin tam olgunlaştığı döneme girdim. Mesleğimle ilgili göremediğim şeyleri görmeye, oynamaya çalıştığım karakterlerin dramatolojik yapısını, perspektifini çok daha derinlemesine fark etmeye başladım. Bu, insana çok büyük bir haz veriyor. Filmde sizi çok başarılı bulmuş ama tanımlayamamıştım. Şimdi yerine oturdu, ekonomik ve minimal olma hali. Teşekkür ederim. Bahsettiğinize de demlenmek diyebiliriz sanırım... Aynen, çok güzel söylediniz. Artık kanaviçe gibi işleme dönemine girdim. Bu da tadından yenmez bir haz yaratıyor. Peki, şimdiye kadar oynamakta zorlandığınız bir karakter oldu mu? Maalesef Türkiye’de hep özenip gözlerim dolarak, ah keşke içinde olsaydım dediğim projeler hep yurtdışı menşeili olan işlerdi. Nelerdi mesela? Piyanist, Uyanışlar, Mozart gibi işler... Biraz önce de söylediğim gibi o hamur var, yüreğimde o var. Yüreğim öyle atıyor ama inşallah karşılaşırım. Film bir kader hikâyesi. Siz kaderci misiniz? Kadere inanmamak yanlış olur. Hayatta öyle olaylarla karşılaşılıyor ki insan sadece kader diyor. Benim eşimle tanışmam da bir kader. Bir televizyon programından çok ısrar edilince hatır kırmamak için Ankara’ya gittim ve eşimle tanıştım, âşık olduk, evlendik. İşte bu da bir kader! Gitmeseydim tanışmayacak, dünya güzeli çocuklarımız olmayacaktı… İşte kader! G Alttan alan kadın! H üzünlü, güzel, renkli ve özgün kadın portreleri… Yüzü olmayan kafalar altlarında renkli kostümlerle yürüyor, gölgeleri de onları takip ediyor. Tüm bu karakterler Zerrin Tekindor’un Galeri Selvin’deki dokuzuncu kişisel resim sergisinden. Tekindor 1985 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden mezun olduktan sonra zaten hayatında hep var olan resim üzerine de eğitim almak istiyor. 19901994 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Resim Bölümü’ne özel öğrenci olarak giriyor. “Aşkı Memnu”nun Matmazel Deniz Hanımı, “Müfettiş” oyununun Anna Andreyevna’sı kendini, mimikleri ve bedeni dışında fırçasının yarattığı çizgiler ve figürlerle de ifade ediyor. Tekindor’la, sergilenen tabloları ve bunları dolduran kimlikler üzerine konuştuk... Birçok kişi sizi, oynadığınız tiyatro oyunlarından ve yer aldığınız televizyon projelerinden tanıyor, oysa resim hayatınızda uzun süredir var. Resim hayatınıza ne zaman, nasıl girdi? Resim hayatım, kendimi bildim bileli var. Küçükken okula gitme nedenimizin bile, resim yapmayı daha iyi öğrenebilmek olduğunu sanıyordum. Sergideki kadın portreleri bir yandan birbirine çok benzerken, bir yandan birbirinden çok farklı renklere ve kişiliklere sahip gibiler... Evet, bu teatral kadınlar aslında birbirlerinden farklı ama ortak özellikleri var, hepsi özgür, özgün, kararlı, özgüvenli, esprili, zevk sahibi, cesaretli. Kadın portrelerinden birinin ismi “Alttan alan kadın”... Neden bu ismi taşıyor? Aslında tam tersi, bildiğini okuyan, kendi doğrularından ilerleyen, istediği gibi yaşayan bir kadın. Ama bunu öyle zarif ve akıllıca yapıyor ki, herkes onun çok anlayışlı, alttan alan, fedakâr biri olduğunu düşünüyor. Bazı resimlerinizdeki karakterler rengârenk ve göz alıcı kostümler taşıyor, Zerrin Tekindor, bir oyuncu, bir ressam ve bir anne. Taşıdığı tüm bu kimlikler bir araya gelerek bugünlerde Galeri Selvin’de izleyebileceğiniz sergisindeki tabloları oluşturdu. Üç kimliğin harmanından dökülen, sıra dışı çizgiler… Aslı Borucu ancak yüzleri yok... Bu günümüzdeki “modern insan” imgesini mi yansıtıyor? Modern insan imgesiyle de tanımlanabilir ama kalabalıkta kaybolmak daha doğru. Oyuncular bazı sahne resimlerinde, çok renkli, çok kalabalık, çok kostümlü olduklarından, yüzlerini koymaya gerek duymadım. Büyük tiyatro salonlarında, kalabalık oyunlarda, müzikallerde, operalarda görkem vardır, dopdoludur ama yüzler kaybolur gider. Oyuncular ve oyunculukları ayıramayabilirsiniz. Portrelerinizdeki kadınların hüznü dikkatimi çekti... Bu hüzün sizi ne şekilde temsil ediyor? Eğer hüzün kendiliğinden ifadede belirense, yapay değilse hoştur bence. Hem öyle görünüp, hem de çok eğlenebilmek ise şahanedir. O yüzlerden, olmadık manalar çıkarılmaya çalışılır, merak uyandırır ama herkes onları merak ederken, bu kadınlar çok eğlenirler. Sergideki on dokuz tabloyu bir araya getiren, birlikte sergilenmelerini sağlayan ortaklık nedir? Başta tabii ki benim resimlerimi sergileme isteğim, diğeri ise hepsinin perukadan, kirpiklerden, dekorlardan, kulisten, oyundan, prömiyerden, galadan bahsetmesi. Tiyatro, şanslı olan herkesin içinde bulunacağı harika bir yerdir. G Zerrin Tekindor C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle