17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 ARALIK 2008 / SAYI 1188 Kriz öğrencileri de vurdu... Çoğunun parası yok, kiminin kalacak yeri de. Çalışamıyorlar da, çünkü okullarında devam zorunluluğu var. Çok zor durumdakiler gece işlerine başvuruyor veya parttime işlere giriyor. Bazıları bu yüzden sınıfta kalıyor. Aileleriyle oturanlar onlara göre daha şanslı... İstanbullu öğrencilerden bahsediyoruz. Artan faturalar, ev kiraları, yol parası, yurtların ve bursların yetersiz olması, gelecek ve iş bulma kaygısı en büyük sıkıntıları, şimdi bunlara bir de kriz eklendi. Deniz Yavaşoğulları Soldan sağa: İbrahim Sezgin, Suphi Onur, Özlem Dönder ve Bahattin Cizreli... Fotoğraf: Vedat Arık zlem Dönder’in babası işçiydi, krizin ardından işten çıkarıldı. Olayın üstünden bir ay geçti, aile şimdilik birikimleriyle idare ediyor. Dönder 20 yaşında, İstanbul Üniversitesi’nde fizik okuyor. Abisi de öğrenci, bir tek annesi çalışıyor, o da SSK’li değil, yani sürekli bir işi yok. Geçim derdinden dolayı Özlem Dönder de çalışacak, parttime bir iş arıyor. Neyse ki okuduğu bölümde devam zorunluluğu yok. Ancak bu Dönder’i rahatlatmıyor, çünkü dersleri kaçırmak istemiyor, ama okuyabilmesi için de paraya ihtiyacı var. Özlem Dönder’in durumu İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde okuyan birçok öğrencinin yaşadıklarına benziyor aslında, o tek değil, azınlık da değil. Hayat pahalı, burslar yetersiz, yurtların öğrenci alma kapasitesi yetersiz, harçlar her geçen yıl artıyor, şimdi tüm bunların üstüne, bir de kriz var. Dönder burslara da başvurmuş, ancak İBB bursu, yaptığı bir yanlışlıktan dolayı iptal edilmiş, rektörlük bursu içinse hâlâ yedekte bekliyor. Bu duruma “herhalde mezun olunca alabileceğim o bursu” diye yorum getiriyor. Aslında hem belediyenin hem de rektörlüğün verdiği burs miktarları çok düşük, biri yüz diğeri ise yüz elli YTL. İstanbul gibi pahalı bir şehirde yaşayan öğrencilerin aylık yemek parasını bile karşılayamayacak kadar yetersiz. Üstelik bu cüzi rakamlar başvuran herkese değil, sadece seçilenlere, genelde engelli, yetim veya açlık sınırındakilere veriliyor. Dönder Sarıyer‘de oturuyor, ailesiyle oturduğu ve zaten İstanbullu olduğu için bir nebze daha şanslı. Sosyoloji birinci sınıf öğrencisi İbrahim Sezgin’in derdi ise daha büyük. Onun kalacak yeri de yok. Oysaki İstanbul Üniversitesi’ni kazandığında çok sevindiğini, Ankara’dan buraya büyük umutlarla geldiğini söylüyor. Sezgin devlet yurduna başvurmuş, çıkmayınca ayda üç yüz YTL’ye bir cemaat yurduna yazılmış. Orada da ortama uyum sağlayamamış ve kapı dışarı edilmiş. Şimdi geçici olarak arkadaşlarında kalıyor. Bir yandan da başka arkadaşlarıyla ev bakıyor. Ancak durumdan umutsuz; “Evler çok pahalı. En ucuz evler Aksaray’da, yani ucuz derken bir oda bir salon beş yüz YTL civarında. Tabii orası da öğrencilerin rahatça yaşayabileceği bir yer değil. Arkadaşlarımın ekonomik durumları da pek iç açıcı olmadığından ne olacak bilmiyoruz” diyor. Ona göre en çok da İstanbul‘da yaşayan öğrenciler sıkıntı çekiyor, Ankara da büyük şehir olduğu halde hayatın orada çok daha ucuz olduğunu, orada ailesinin üç yüz elli YTL’ye çok güzel, burada ancak bin YTL’ye bulunabilecek bir evde oturduklarını anlatıyor. Sezgin beş yere başvurduğu halde burs alamamış, ailesinin gönderdiği parayla geçinmeye çalışıyor. Devlet üniversitesinde her şeye para vermek zorunda kalmak da onun için bir sıkıntı; devlet yurtlarının dahi paralı olmasından, öğrencilerden para alınmasına rağmen herkese kalacak yer imkânı sunmamasından yakınıyor. Ona göre okumak için çok para harcamak gerekiyor; “Ben bu okula girebilmek için bir de dershaneye gittim. O kadar para harcadık, harcıyoruz. Şimdi dördüncü sınıfın ardından iş bulacağımın garantisi var mı? Kaygıya bakın hele...” diyor. Bu duruma, “Türkiye’de okuyan çok az kişi var deniyor, nasıl okusunlar?” diyerek de sitem ediyor. Yine de çok umutsuz değil, en azından Bahattin Cizreli ve Suphi Onur kadar. Cizreli, Sezgin ve Onur sınıf arkadaşları. Üçünün de krizin üstüne söyleyecek çok şeyi var. Cizreli de başka şehirden geliyor. İlk geldiğinde planı arkadaşlarıyla eve çıkmakmış, ama malum, şartlar el vermemiş. Şimdi akrabalarının yanında kalıyor, Zeytinburnu’nda. Akrabalarının durumu da çok iyi değil, atölyeleri var, tekstil işiyle uğraşıyorlar. Cizreli’nin en büyük sıkıntısı onlara yük olmak; “Tabii onlara sorunca ‘Ne kadar kalırsan kal, lafı olmaz böyle şeylerin’ diyorlar, ama...” diye başlıyor anlatmaya, geçen ay gelen dört yüz kırk YTL’lik elektrik faturasına katkıda bulunamadığını ve bunun onda nasıl bir rahatsızlık yarattığını anlatıyor. Cizreli’ye göre krizin en büyük zararı Nihan Ünsal. psikolojik. Hatta bu psikolojik sıkıntılar, Ö Mustafa Caner Kurt. ekonomik sıkıntının da önüne geçiyor. Ona göre toplumsal karmaşanın eşiğindeyiz. Herkeste gelecek kaygısı var, ‘Acaba ne olacak’ sorusu var akıllarda. İnsanlar her tarafa tedirgin bakıyor. Cizreli için tüm bunların sorumlusu da hükümet, “Başbakan her ne kadar bu krizden daha sağlam çıkacağımızı söyle de, biz bunun böyle olmayacağını biliyoruz” diyor, “en azından krizden sağlam çıkanlar biz olmayacağız”. Ona göre hükümet, fabrikaları, bankaları kurtarmak için oraya buraya para yatırmaktan öte kamusal çözümlere gitmeli. Cizreli de pek çok yere burs için başvurmuş. İBB’den burs almayı başarmış ama o da siyasi nedenlerden dolayı kesilmiş. Tam bu noktada, Suphi Onur söze katılıyor, burs veren her kurumun burs vereceği öğrenciye okulda kendisi adına hiç soruşturma açılmamış olmasını şart koştuğunu anlatıyor. Onur ve Cizreli’ye göre bu hak arama mücadelesinin önüne engel koyan bir şey. Cizreli anlatıyor: “İstanbul’da bir sürü cemaat var. Bu cemaatlar burs ve yurt konusunda öğrencilere kolayca yardımcı oluyor. Ancak bunlar da tek tip insan yaratmaya çalışıyorlar. Onlar gibi olmazsan bursun kesiliyor veya yurttan atılıyorsun. Genelde burs veren her kurum bu mantıkta. Bu durumda da özgürlük ve geçim derdi çatışıyor. Seni yoksullukla uslandırmaya çalışıyorlar.” DEVAM ZORUNLULUĞU... Bahattin Cizreli, şu an sayım işinde çalışıyor. Bu iş öğrenciler arasında popüler, ek gelir olarak bu işi yapan pek çok öğrenci var, çünkü gece çalışılıyor, yani devam zorunluluğuna etki etmiyor. Ancak çalışma saatleri belirsiz, kimi zaman çok uzun da sürebiliyor. Kazanılan para ise günlük 2025 YTL. Cizreli bu iş yüzünden bir tam gün ayakta kaldığını hatırlıyor. Uzun çalışılan gecelerin ardından çok defa da okula gidemediğini söylüyor. Yine de ek gelir için buna mecbur. Suphi Onur aralarındaki tek burslu öğrenci. O da özel bir inşaat şirketinden burs alıyor, miktarı da üç yüz YTL. Diğer burslara oranla oldukça iyi, arkadaşları da duyunca “vay be!” diyorlar. Onur ise bu konuda şanslı olduğunun farkında, ama yine de krizin vurduğu kesimde olduğunu söylüyor. Üstelik bu bursu alıncaya kadar, noter vb. prosedürlerle uğraşmaktan da yaklaşık iki bursluk para harcamış. Onur’a göre bu kriz medyaya yansımadan bir sene önce başladı. SSGS yasa tasarısının tartışılması krizin geleceğine işaret ediyordu. Yasada, çalışanların haklarının kesilmesi, işsizlik fonunun yarısının teşvik primi olarak şirketlere verilmesinin önerilmesi de bunu kanıtlıyordu. Nihan Ünsal da devam zorunluluğundan sıkıntı duyanlardan. Eğer bir okulda devam zorunluluğu varsa, öğrencilere ekonomik açıdan rahatlık sağlanmalı diye düşünüyor. O da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sinema televizyon okuyor. Krizin etkisini çok fazla hissetmediğini, çünkü öncesinde de durumunun pek farklı olmadığını anlatıyor. Çalışmak zorunda, ancak bölümünde devam zorunluluğu var. Bu yüzden iki kere sınıfta kalmış. Başta, hem geçinebilmek hem de okul masraflarını karşılayabilmek için garsonluk vb. işlerde çalışıyormuş, şimdi daha çok okuldan mezun olunca tutunabilmek, para kazanabilecek bir konum elde etmek için sinema ve televizyon piyasasında çalışıyor. Ona göre hiçbir yerde çalışmadan, tecrübe edinmeden mezun olmak sinema ve televizyon sektöründe iş bulmak için yeterli değil. Öğretim üyeleri de bunun farkındalar, kimisi bu yüzden müsamaha gösteriyor, kimisi de ne olursa olsun okulun öncelik olduğunu söylüyor ve devamsızlık yapan öğrenciyi sınıfta bırakmaktan çekinmiyor. Ünsal için de okul öncelik, ama okumaya devam edebilmek, hatta sınıfı geçebilmek bile para gerektiriyor. Ödevleri de çok masraflı. Onlardan film çekmeleri isteniyor. Okul her öğrenciye ekipman sağlayamıyor. Yani iyi bir film çekmek için iyi oyuncular bulmak, iyi bir kamera ve montaj stüdyosu kiralamak da şart... Sonuç olarak her şey yine parada bitiyor... Mustafa Caner Kurt da Ünsal’la aynı okulda. 4. sınıf seramikcam öğrencisi. Okulun bulunduğu Acıbadem semtinde ailesiyle yaşadığından dolayı şanslı görüyor kendini. Yol parası gibi masrafları yok. Ancak bölümü masraflı; alçı ve çamurlarını kendileri alıyorlar. Kullandıkları diğer malzemeler de ithal, bu yüzden doların artmasıyla birlikte eskiye oranla daha fazla para harcamak durumunda kalmışlar. Kurt, devam zorunluluğunun gerekli olduğu konusunda yönetimle hemfikir, çünkü bu bir sanat okulu, üç boyutlu çalışıyor, atölyede öğreniyorlar. Okulun yoksul öğrencilere iş imkânı sunduğunu da anlatıyor. Tabii bu sadece her bölümden bir kişiyle sınırlıymış. Güzel sanatlarda parasız okumanın imkânsız olduğunu söylerken, bu sorunun ancak okulların öğrencilere imkân sağlaması ve devletin eğitime daha fazla bütçe ayırmasıyla çözüleceğini belirtiyor... G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle