02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 DERGİDEN eyrediyoruz. Yunanistan’da gençler polisin on beş yaşındaki bir genci öldürmesini protesto ederken ülkeyi ateşe veriyor, sistemi simgeleyen bütün vitrinleri alaşağı ediyor, dahası yılbaşı çamını yakıp geçmişlerini, geleceklerini, gelenekleri, aldatmacaları, her şeyi ama her şeyi parçalıyor. İhtimal akıllarında yenisine dair güçlü bir alternatif de yok, ateş kendilerini nereye sürüklerse oraya gidecek, yeniyi yolda arayacaklar. Önemli olan şimdi, bugün, içlerinden birinin öldürülmesi hayatlarına konan ambargonun yarattığı öfkeyi patlattı. Çünkü biliyorlar ki kendilerini hesaba katmayan bir gelecek, gelecek değil! Bizdeki gençler mi? Aman canım, sadece aptal, tüketici bir güruh! Okumazlar, düşünmezler, sormazlar, kendilerini kurtarmaktan başka hiçbir şeyi dert edinmezler… Bizdeki gençler birer hayal kırıklığı, bedbaht yaşlı hayatların turnusol kâğıdıdır! Bilgeliği değil bilginin iktidarını kuranlara biatla ölçülür hayatlarının manası. Biat yoksa gençlik de yoktur… Bu yüzden talep eden, kıran, döken, başka türlü düşünen, başka bir hayatın mümkün olduğunu dillendiren genç haindir. Polis kurşunuyla sakatlanmışsa Ferhat Gerçek gibi ya da Engin Çeber gibi öldürülmüşse, hak etmiş demektir. Aileye, devlete, dine kalkan eller kırılmalıdır, kırılır. Demokrasi talebini bile vatana ihanetle eş tutanlar için ağzını eşitlikten, özgürlükten yana açan her genç çarmıha gerilmelidir, gerilir. Hatırlasanıza, 1996 1 Mayıs’ında polisin şiddeti görmezden gelinip laleleri çiğneyen gençlerin lanetlenmesini... Bu lanetleme bir insan hayatını bitkiden daha kıymetli görmekten değil, bir tarla dolusu bitki gibi, sessiz, rüzgâra göre eğilip bükülen gençlik görme sevdasındandı. Daha dün yoksunluklarını, yoksulluklarını otomobilleri yakarak çıkaran gençleri topyekun bölücülükle, vatan hainliğiyle suçlayanlar, malı insan hayatının önüne koyup, polis kurşunlarıyla öldürülenlere, sakatlananlara “layığını buldu” diyenler gözleri bu sevdayla dönenlerdi… Çünkü bu ülke gençlerini, kendi çocuklarını hiç sevmedi. Sevginin bir cesaret ve özgürlük işi olduğunu hiç anlamadı, farklı düşünceleri, talepleri iğdiş etmenin sevmek, korumak olduğu yalanına yaslandı. Her kuşak biriktirdiği korkusunu ve yetersizlik duygusunu yeni kuşağın üzerine kustu. Sonra da o kusmukların altında ezilen gençliği kendi yaşlılığına sadakatsizlikle suçladı. Bütün bunlardan sonra şimdi Yunanlı gençleri “tarafsız” bir hoşnutlukla izlemek hayata karşı ayıptır. Ya utancınızda boğulun ya da açın artık kapılarınızı, çocuklarınız dışarı çıksın, güneşe ve geleceğe… İyi haftalar... Berat Günçıkan ([email protected]) 14 ARALIK 2008 / SAYI 1186 S Bir çocuk bile zarar görüyorsa Çocuklar, ihmal ve istismara uğruyor. Bunlar tek tük işlenen suçlar değil, bu bir sistem sorunu. Çözüm devletin elinde; ihmal ve istismar ile mücadele konusunda bir politika oluşturması ve uygun hizmetler üretmesi gerekiyor. 23 sivil toplum kuruluşu, devleti harekete geçirebilmek için Çocuk İhmal ve İstismarını Önleme Platformu’nu kurdu. Esra Açıkgöz Çocuklara yönelik ihmal ve istismar haberleri gazete başlıklarında artık daha sık kendine yer buluyor. Olaylar mı arttı, daha çok mu duyulur oldular bilinmez, ancak çözüm için yapılanların yeterli olmadığı kesin. İhmal ve istismarın bireysel sorunlarmış gibi görülmesi de çözümden uzaklaşılmasına neden oluyor. İşte tam da bu yüzden, 23 sivil toplum kuruluşu, Çocuk İhmal ve İstismarını Önleme Platformu kurdu. Ortaya çıkışları, 18 aylık bebeğe yönelik cinsel taciz olayına dayanıyor. İşe kullanılan temel kavramları tartışarak başlamışlar. “Çocukların ihmal ve istismara maruz kalmasına neden olan riskler, bu riskleri ortadan kaldırmayı amaçlayan önleme mekanizmasının temel öğeleri ve bu mekanizmanın kurulması için yapılacak çalışmalar” böyle bir tartışma süreci sonrasında belirlenmiş. Bütün isteklerinin özünde yatan şu: “Çocuk ihmal ve istismarı ancak çocuğa yönelik risklere karşı duyarlı ve bunlarla mücadele edebilmek için kendini yenileyebilen bir sistemin var olması halinde engellenebilir”. Platform üyelerinden Seda Akço, riske karşı uyanık, hatası ile yüzleşme Seda Akço. ceseratine ve yeni ihtiyaçlara uyum sağlama esnekliğine sahip bir mekanizma kurulması gerektiğini söylüyor. Diğer ülkelerdeki uygulamalardan verdiği örnekler gösteriyor ki, bu bir ütopya değil. İlk örneği Almanya’dan... Geçen yıl, art arda yalnız annelerin bebekleri ile intiharları yaşandı. Aileden Sorumlu Bakan, sosyal hizmetler ile adli sistem arasındaki bağların yeterince güçlü olmadığını, bunun güçlendirileceğini söyledi. Merkel, “Bir çocuğun bile zarar görüyor olması bizim için çok fazladır. Hatalarımız ile yüzleşme cesareti göstermeliyiz” dedi. İsveç... Bir namus cinayeti işlendi, yetkililer bu tür tehdit altındaki kadınlar için özel bir hizmet ağı oluşturdu. Almanya, Fransa gibi ülkeler Türkiye’den göç etmiş ailelerin çocuklarını Türkiye’de erken yaşta evlendirdiklerini tespit edince, kendi ülkelerinde ergenlere erken ve zorla evlendirilme durumda yardım alabilecekleri yerler oluşturdular, bununla da yetinmeyip Türkiye’de bu amaçla yapılacak çalışmalar için fon ayırdılar. Sekiz yıl önce İngiltere... Bir kız çocuğu aile içi şiddetten hayatını kaybetti erken uyarı sistemi kuruldu, her 20 bin nüfustan sorumlu bir çocuk koruma birimi oluşturuldu. Derken bu yıl İngiltere’de bir bebek fiziksel taciz sebebiyle öldü, İngiliz yetkililer “Biz sistemimizi güçlendirdiğimizi düşünüyorduk. Böyle bir olayın olması gösteriyor ki, sistemimizde açıklar var” demekten çekinmedi. “Bizim de sistemimizi sorgulamaya ihtiyacımız var” diyor Akço, “Bir tek olay, bütün bir sistemin sorgulanması ve yeniden yapılandırılması için yeterli kabul edilmeli. Bir çocuk 12 yaşında hamileyse ve hastaneye eşi ve babasıyla geliyorsa, bu sadece annebabanın bilgisizliğine yüklenecek bir sorumluluk değildir, sistemde hata var demektir. IMFDünya Bankası 2007 Raporu’na göre, dünyada ergen doğumları azalırken, Türkiye bunların arttığı yedi ülkeden biri”. Avrupa ülkelerindeki düzenli takip sistemi, acil telefon hattı, erken uyarı mekanizması, bütün çocuklara hizmet verebilecek kapasitedeki çocuk koruma merkezlerini de unutmamalı. Bunları Türkiye’de de gerçekleştirmek mümkün. Işe, devletin ihmal ve istismar ile mücadele konusunda bir politika oluşturmasını ve bu politikaya uygun hizmetler üretmesini sağlamakla başlamak gerekiyor. Çünkü konu bireysel bir sorun olarak ele alındığında, suç ya bilgisiz ailede bulunuyor ya da sorumsuz ve sapık kişilerde. Böylece akla gelen tek çözüm de, annebaba eğitimi ya da suçu işleyen kişilerin ağır cezalandırılması oluyor. Sonuçta, kimse kendini sorumlu tutmuyor, herkes köşesine çekiliyor ve istismarcılar için aranılıp bulunamayacak bir tolerans ortamı doğuyor. Oysa pek çok ihmal ve istismar vakasının geri planında, aile eğitimi veya faili hapse atmakla çözülemeyecek pek çok sebep var. Örneğin küçük yaştaki kız çocuklarının yetişkin erkeklerle evlendirilmesini normal kabul eden toplumsal anlayış istismara tolerans yaratıyor. Akço, “Bir yandan resmi veya gayriresmi biçimde kız çocukları kendisinden 510 yaş büyük yetişkin erkeklerle evlendirilir ve bununla mücadele etmek üzere esaslı bir şey yapılmazken, cezaları artırırsanız o cezayı uygulayacak hâkim bu sefer cezanın alt sınırını kullanmaya başlar. Çünkü karşısına aslında biz evlendik veya ben onunla evlenecektim diyen biri çıkınca hakim, kanunun buna fırsat vermemesini adaleti zedeleyici bir unsur olarak görüyor. Eğer çocuk istismarı ile ciddi mücadele olursa, hakim de kendisini bunun bir parçası olarak görecektir” diyor. Yani toplumun bakış açısını değiştirmeye yönelik çalışmalar şart. Platformca oluşturulan örnek bir sistemi, Akço şöyle çiziyor: İşe, çocuğun doğum öncesinden, eğitim kurumuna başlayıncaya kadar sağlık hizmetleri tarafından düzenli izlenmesiyle başlanıyor. Hamile kadında, sağlık görevlisi bir risk görüyorsa, devreye süreç boyunca yakın işbirliğinde olunan sosyal hizmetler giriyor. Aileyi destekleyerek, bebeğe ve bakımına hazırlıyor. Çocuk okula başladığında da hizmet ağından çıkarılmıyor, aksine beden ve ruh sağlığı izleniyor. Bu sefer, risklere karşı duyarlı olma görevi öğretmen ve danışman da. Bu aşamada eğitim ve sağlık hizmetleri ile sosyal hizmetler arasında ortak bir çalışma gerekiyor. Riski fark eden sağlık görevlisi veya öğretmen gerektiğinde müdahale yetkisine sahip, işi sadece bu olan bir yetkiliyi arıyor. Tabii, bütün bu sistemin kökünde yatan, iyi bir veri paylaşımı... O yüzden de platformun diğer talebi çocukların da kolay ulaşılabileceği bir telefon hattı. Bu önerileri, “ALO 183” hattının geliştirilmesine yönelik. Diğer gereklilik ise, risk altındaki çocuğun gidebileceği bir yer; duruma el koyabilecek, çocuğa tehlike bertaraf edilinceye kadar kalabileceği yer sağlayan ve bu sırada aile ve sosyal çevre ile çalışma yapan bir yerden bahsediyoruz. Talepler bu kadarla sınırlı değil, isteyenler www.cocukplatformu.org adresine tıklayarak daha fazla bilgiye ulaşabilirler. Artık “Her şeyi devletten beklememek gerek” söylemini bir kenara bırakmanın vakti geldi, hele de söz konusu çocuklarsa… G Bir yüz yaratmak! Ali Deniz Uslu eniden yüzlendirme ya da bilimsel ifadesiyle “fasiyal rekonstrüksiyon” metodunun ilk uygulanışı yüz yıl öncesine dayanıyor. Hızlı gelişimi ise teknolojinin olanaklarının artmasıyla 1950’lerden sonraya... Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yükselen bu metot daha sonra dünyaya yayılıyor. Adli heykeltıraşlar kimliği tespit edilemeyen ya da kayıp birçok örnekte bu metodu kullanıp başarılı sonuçlar elde ediyor. Bu yöntemle kimliği belirsiz bir bedenin, çocukluk, ergenlik ve yaşlılık dönemindeki görüntüsüne de ulaşılabiliyor. Türkiye’de ise yeniden yüzlendirme çalışmaları Adli Tıp Kurumu bünyesinde, Sadi Çağdır tarafından 1994 yılında başlatılıyor. İlk 12 örneğin fotoğraflarını hiç görmeyen Çağdır ve ekibi, “Tek kör” olarak isimlendirilen bu çalışma bitince, sonuçlarla resimleri karşılaştırıyor. Ortaya çıkan yüzlerle fotoğrafların neredeyse aynı olması üzerine, yeniden yüzlendirme uygulaması Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nde kimliği belirsiz iskeletlerin kimliklendirilmesinde rutin uygulamaların arasına sokuluyor. Yeni yüzlendirmenin ilk adımı kafataslarının cinsiyet, yaş gibi pek çok etken göz önüne alınarak kemiğe zarar vermeyen kil veya plastilinle kaplanarak aslına uygun hale getirilmesi. Çağdır’a göre bu aslında kimliklendirme çalışmalarının son halkası. Diğer uygulamaların, DNA’nın geçersiz veya başarısız olduğu durumlarda uygulanıyor. Ortaya çıkan yüz kayıpla benzerlik taşıyorsa, bu kez yakınlarına DNA testi yapılıyor. Yeniden yüzlendirme iki boyutlu, üç boyutlu ve bilgisayar programıyla olmak üzere üç ayrı şekilde yapılabiliyor. Elle yapılan ve gerçek kafatasının üzerine şekillenen maket ise emek istiyor. Çünkü kafatası yüzün tekrar inşası için gerekli olan ipuçlarından birçoğunu vermiyor. Çağdır “Biz bir kişiyi o kadar çok sayıda küçük ayrıntılarla ve o kadar çok sayıda farklılıklarla tanırız ki bu yüzden bireyin yüzünün tıpatıp aynısını elde etmek her zaman kolay değildir” diyor. Elbette akla bilgisayarlar varken bunu niye Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] Y elle yapıyorlar sorusu geliyor. Çağdır’a göre bilgisayarla yapılanın elle yapılana oranla bir üstünlüğü yok. Bu işi iyi tecrübe etmiş ellerin yüzdeki altın oranları daha iyi ayarlayıp, gerçeğe daha yakın yüzlendirmeler yaptığı da gerçek. Çağdır, çocuklarda yeniden yüzlendirmenin erişkinlere oranla daha zor olduğunu anlatıyor. Çünkü erişkinlerde kişiye özgü yüz karakterleri çocuklara oranla daha belirgin. Ayrıca çocuklarda iskeletten cinsiyet tayini erişkinlere göre oldukça zor, hatta imkânsız. Çağdır’ın literatüre “İstanbul Metodu” olarak geçen bir metodu var. Bu metot ilk defa Bari’de 2002 yılında yapılan IACI bienalinde sözlü olarak sunulmuş ve büyük ilgi uyandırmış. Çağdır metodunun diğer metotlardan farkını şöyle anlatıyor: “İstanbul Metodu’nda yüzlendirme yapılırken doku kalınlıklarının işaretlendiği noktalar değil doku kalınlıklarının aynı veya birbirine yakın olduğu bölgelerin kullanılması referans alınıyor. İzmir’deki antik Metropolis şehri kazılarında bulunan 800 yıl öncesine ait kafatasına da bu sistemi uyguladık. Bu bir ilk oldu, çünkü Türkiye’de daha önceki iki çalışma yani Karya Kraliçesi Ada ve Frigya Kralı Midas, İngilizler tarafından yapılmıştı.” Çağdır’ın işi insanları korkutuyor, ama o sakin, dahası kadavra ve otopsi de onun işi. Kemikse taş ya da plastik kadar normal. Ancak 500 ya da 1000 yıllık bir kafatası üzerinde çalışırken çok heyecanlandığını gizlemiyor. İsteği metodunun adli olaylar dışında müzecilik ve tarihi canlandırma alanında da kullanılması. Çağdır’ın son sözü Türkiye gibi kayıpların ve “kaybedilenlerin” sayısının yüksek olduğu bir ülkeye dair. “Bu toplumda kayıp kişiler büyük bir sosyal yara, kayıp yakınları ölümü kabulleniyor, ama sevdiklerinin mezarının olmamasını asla” diyor, “bu acıyı anlamak da anlatmak da zor. Biz bu anlamda da doğru bir amaca hizmet ediyoruz.” G Yeniden yüzlendirme, kime ait olduğu bilinmeyen kafataslarının gerçekte nasıl bir görünüme sahip olduğunun bulunması için kullanılan metodun adı. Bu teknik DNA karşılaştırmasının yapılamadığı cinayetlerde ve kayıp olaylarında sıkça yeniden yüzlendirme denince akla gelen ilk isim Adli Tıp Uzmanı Sadi Çağdır. C MY B kullanılıyor. Türkiye’de ise C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle