02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İzleyin ve rahatsız olun... Sekiz yıl oldu. Sorumlularının “Hayata Dönüş” dedikleri ölüm taşıyan operasyonda 32 kişi öldü. Şimdi Özcan Alper “Sonbahar” filmiyle belleklerden silinmesi için her şey yapılan bu katliamı sinemaya taşıyor. Bu bir ajitasyon filmi değil, sanattan en ufak taviz vermiyor Alper, ama izleyiciyi de huzura kavuşturmuyor. Çünkü biliyor ki biz huzursuz olmadıkça katliamlar sürecek… Esra Açıkgöz Yaşam kutsaldır, teslim olun. Ailenizi, arkadaşlarınızı düşünün... Böyle başlıyor, Özcan Alper’in Sonbahar filmi. Bu sözler, 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonu öncesinde mahkumları ikna etmek için yapılan konuşmadan. Hani şu, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün deyişiyle, amacı, F Tipleri’ne karşı çıkmak için ölüm orucu yapan mahkumları kurtarmak olan operasyon. Yaşam kutsaldır... Çok değil bundan birkaç dakika sonra, saatler sabah 05.00’i gösterirken 20 hapishanenin yıkıntıları arasında ezilecekti bu kutsallık. Sonuç 32 ölü, yüzlerce yaralı... ... Yusuf, 1997’de, 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Onu, cezaevinden çıkıp geldiği köyünde yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası evlenip büyük bir kente taşınmıştır… Yusuf, Sonbahar filminin ana karakteri. Açlık grevi yapmış, “Hayata Dönüş” operasyonunu yaşamış, F Tipleri’nde kalmış... Onunla, filmin vizyona girdiği 19 Aralık’ta tanışacağız, ama yönetmeniyle konuşup filmle ilgili ipucu YIL 22 SAYI 1186 / 14 ARALIK 2008 aldık. Önce Özcan Alper’i biraz tanıyalım... … Alper, Hopa doğumlu. Liseyi Trabzon’da okumuş. Üniversiteye kadarki yaşamı taşrada geçmiş. İstanbul’a fizik okumaya gelmiş, ancak edebiyata merakı ağır basmış. Ne kadar edebiyatla içli dışlı olsa da, anadili Hemşince olduğundan bir boşluk hissetmiş hep, derken sinemada aradığını bulmuş. Tarih, 1996. Mezopotamya Kültür Merkezi’nde sinema kursuna gitmiş, Hüseyin Kuzu ve Ahmet Soner gibi sinemanın tabana yayılmasını sağlayan isimlerden ders almış. Sonrası, birkaç televizyon filmi, yapım şirketi, kısa film, başka başka yerler, Atıf Yılmaz, Semih Aslanyürek, Yüksel Aksu, Yeşim Ustaoğlu, bir sürü isim ve 12 yıl… … Şimdi Sonbahar’dayız… Alper’i, Sonbahar’a getirenlerin listesi oldukça uzun, baş sırada onun da 90’lı yılların, o dönemin kuşağının bir parçası olması geliyor. Aşk ve ölüm temasına oturuyor film, ancak bu kadarla sınırlı değil; sol, Sovyetler Birliği’nin dağılması, bu dağılmanın esas trajedisini yaşayan kadınlar ve çocuklar, ekonomik sorunların neden olduğu göç, kimlik sorunu, siyasi tutukluların 96’dan beri kesilmeyen talepleri, 2000’deki “Hayata Dönüş” operasyonu... Hepsi bir karaktere bürünüyor filmde; kimliğini ve Hemşince dilini koruyan Yusuf’un annesi, Gürcistan’dan Türkiye’ye seks işçiliği yapmaya gelen Eka, ekonomik nedenlerle çoğunluğun terk ettiği köyün tek genci Mikail… Bu sarmalı oluşturmak kolay olmamış, hikâyenin felsefi ve estetik boyutuyla ilgili okumalar, araştırmalar, röportajlar yapmış Alper. Louvre Müzesi’ndeki bir tablonun etkisi, dünya soluna dair okumalar, John Berger’in Avrupa’daki köylülüğün, doğanın yok olmasıyla ilgili yazdıkları, yönetmen arkadaşı Hüseyin Kuzu’yla baş başa verip konuşmaları... Okumalarında özellikle politik psikolojiyi yeğlemiş… “Ölüm meselesinin Doğu’da, Batı’da, solcularda algılanışını araştırdım. Açıkçası edebiyattan felsefeye, felsefeden politikaya, psikolojiye, mitolojiye, ekspresyonist ressamların ışık kullanımına, edebiyatta 12 Eylül’ün, 12 Mart’ın nasıl karşılandığına kadar birçok şeyi inceledim” diyor. Bu yoğun çabanın ardında, ilk film olmasının ağırlığı da var. 12 yıldır pek çok filmde boşa asistanlık yapmamış, ilk filmlerde olabilecek hataları biliyor. Bunlardan dolayı, Sonbahar’ın hikâyesi ilk aklına düştüğünde tarih 2004 iken film ancak bitmiş. “Dört yıl, oturdum, senaryo yazdım gibi de algılanmasın” diyor, “çalışmaya da devam ettim, zaten aksini yapabilecek hayat şartlarım da yoktu. Ancak hikâye dört yıl boyunca kafamdaydı, bir kere kafanıza girince kurtulamıyorsunuz, ta bitene kadar”... Senaryo ilk yazılışından çekildiği ana kadar, değişimler geçirmiş ama esası hep korumuş. Bir arkadaşının söylediği gibi, iki karakterine Yusuf ve Eka’ya yüklediklerini hiç ıskalamamış: “Arkadaşım bu karakterler için biri yaşamın çok dışında, biri de inanılmaz ortasında, ama yalnızlıkları aynı demişti. Bu cümle benim iki karakterimi kesiştiren şeyi yansıtıyor, yalnızlık ve özgürlük”. Peki filmde hatalar yok mu? “Baktıkça, eksikler görüyorsunuz tabii, bu bitmiyor. Sanırım gösterimler bitene kadar da bitmeyecek, yine de yapmak istediğime yakın oldu” diye yanıtlıyor. Devamı 6. sayfada Türkiye, 73 yıl önce bu tarihlerde Atatürk’e hazırlanan bir suikastı tartışıyordu. İddiaya göre suikastın arkasında Çerkez Ethem ve Urfa Milletvekili Ali Saib vardı. Milletvekili, neden kendisine Ursavaş soyadını veren Atatürk’ü öldürmek istemişti? Duruşmalarda bu soruya yanıt arandı. Berat Günçıkan Sayfa 3 Türkiye’de çocuk ihmal ve istismarıyla ilgili olayların ardı arkası kesilmiyor, hep bireyler suçlanıyor ama asıl sorun sistemde. Ne artan cezalar ne de annebaba eğitimleri sorunu çözüyor. Çocuk İhmal ve İstismarını Önleme Platformu, kökten bir sistem değişimi öneriyor. ANNEM SUSAN SONTAG Bir suikast ihbarı ve yaşananlar Bir çocuk bile zarar görüyorsa Esra Açıkgöz Sayfa 2 Sayfa 9 C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle