Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 Kapitalizm keyifsiz! Özge Başak Taneli 1. Sayfanın devamı Hiç kaçmayı düşündünüz mü? Gudrun: Hayır, böyle bir risk almayı düşünmedik, kurallar çok katıydı. Kaçmaya çalışanları sınırda tarıyorlardı. Buna rağmen tünellerle, evde yaptıkları balonlar ve bunun gibi yollarla Batı’ya kaçmayı başaran insanlar oldu, ama sınırda kaçmaya çalışırken öldürülenler de vardı. Mesela bir arkadaşım eşiyle birlikte bir yakınlarının doğum günü için izin alıp, Batı‘ya gitti, bir daha hiç dönmedi. 6 ve 10 yaşında çocuklarını geride bıraktılar. Devletin çocukları yollayacağını düşündüler belki de, ama öyle olmadı. Kaçışlarından bir yıl sonra da duvar yıkıldı. Detlev: İnsanların çoğu ekonomik nedenlerle kaçmaya çalıştılar ya da kaçtılar. Batıda yaşayan yakınlarınızla nasıl haberleşiyordunuz? Gudrun: Telefon edebiliyorduk. O zamanlar yaşadığım yerde duvar betondan değildi. Başlarda sınırdan Batı’yı görebiliyorduk, onlarla gizlice konuşabiliyorduk, sonra her şey daha da katılaştı. İki bariyer inşa ettiler. Duvara 500 m5 km arasında olan bölgeye giriş yasaktı. Doğu’da olmalarına rağmen, bu yasak bölgede olan akrabalarımı ziyarete hiçbir zaman gidemedim. Biz kazandık! Deniz Yavaşoğulları Asuman Çetiner undan sadece 53 yıl önce, Amerika’da Siyahlar beyazlarla aynı okullarda okuyamıyor, ayrı kiliselere gidiyor, otobüs, tramvay, lokanta, otel, tiyatro, hatta asansörlerde bile beyazlardan ayrı durmak zorunda kalıyorlardı. Şiddet ise her an karşılaştıkları, sıradan bir durumdu. Bugün Amerika’nın başkanı bir Siyah; Barack Obama. Kenya kökenli Obama’nın Florida, Ohio, Virgina gibi kritik eyaletleri dahi kazanarak 338 delege sayısına ulaşması ve “süper güç” Amerika’ya başkan seçilmesi tarihte bir ilk. Tüm dünyanın gözü yine Amerika üzerinde; kimileri onun “göstermelik” olduğunu düşünürken kimileri de “bu seçim, Amerika’ya değişimi getirdi” diyen Obama’ya inanıyor. Onun daha ılımlı politikalarının önünü açacağına gönülden inananların sayısı da az değil. Bu durumun Fotoğraf: Peter Buhlan B 9 Kasım 1989, duvar yıkılıyor... anlamı siyahlar için çok daha farklı, çok daha büyük. Obama’dan önce bir Afrika kökenlinin başkan olma rüyası Clennon Washington King Jr.’ın 1960’ta bağımsız AfroAmerikan Parti’den başkan adaylığını koymasıyla başladı. O yıl başkanlık seçiminde King’in 12 adaydan yedinci gelmesi bile hatırı sayılır bir başarıydı. Siyahların ana akım partilerine geçmesinin ilk örneğini ise 1968’de hem “kadın”, hem de “siyah” olan Shirley Chrisholm verdi. Chrisholm, New York’ta halkoyuyla Temsilciler Meclisi’ne girip, yüzde beş gibi hatırı sayılır bir orana ulaştı. Siyahların hak kazanma yolculuğu uzun ve zorluydu. Bugün Obama’nın seçilmesine gösterilen sevinçte bunun payı büyük. Siyahlardan sonra en çok sevinenler, Latinler, kadınlar ve diğerleri, yani “Güçlü beyaz”ın yok saydıkları, haklarını gasp ettikleri... Obama’dan beklenen çok, yüklenen umut da... Gerçeği zaman gösterecek… Biz, en iyisi yorumu Siyahlardan alalım. İstanbul sokaklarında karşılaştığımız Juma Kipati, Shanni Omar, Kennedy Titux, Frank Payne ve Cacharel Luaba anlatıyor. G Siyahi Rosa Lee Parks‘ın, oturduğu otobüs koltuğunu bir beyaza vermeyi reddetmesi, tüm zamanların en büyük insan hakları hareketinin başlangıcı olmuştu. Olayın üzerinden sadece 53 yıl geçti ve Barack Obama Amerika’da başkan seçildi. Daha adil bir dünya arayışında olanlara umut olan bu sonuç, siyahlar için yıllardır süregelen bir insan hakları mücadelesinin nihai zaferi... Gudrun ve Detlev Doğu Almanya’da.. Detlev: Batı’nın özgür, ama materyalist oluşu, Doğu’nun insani değerleri ama seyahat etme, başka yerleri, insanları görme yasağı... Seyahat etmeye başladığımda gördüm ki Batı’da her şey var, ama bundan herkes yararlanamıyor. Kapitalist sistem bu; paran yoksa özgürlük bir işe yaramıyor. Hayat kalitemiz diğer Doğu ülkelerine göre daha yüksekti ama Batı’ya göre daha düşüktü. Bir yerlerde birileri seninkinden çok daha güzel ve hızlı arabalarıyla, güzel evleriyle yaşıyor, biliyorsun, eğer kaçak Batı televizyon kanalın varsa görüyorsun da, ama hiçbir zaman sahip olamayacağını biliyorsun. Bu insanlarda kıskançlık Çekoslavakya Cumhurbaşkanı Vaclav Havel “Duvar üzerimize duygusu yarattı. Oysa kıskançlığa yer yoktu. yıkıldı” demişti 9 Kasım 1989’dan kısa bir süre sonra. Duvarın Gudrun: Kendi yaşantım için konuşacak olursam; sanırım kapitalist yıkılışının 19. yıldönümünde Detlev ve Gudrun Ziemann’ın sistemde hiçbir zaman bugün geldiğim yerde olamazdım. Hem iyi bir kariyer, anlattıkları Havel’i doğruluyor. İşte duvarın iki yüzünün hikâyesi. hem de iki çocuk yapıp onlarla ilgilenebildim. Herkesin birbirinden daha üstün, daha güçlü olmak istediği, diğerini düşünmediği bir sistemde bir şeyler yapmaya çalışmak çok daha zor gün Doğu’ya geri dönüp, duş alıp işe Duvarın yıkılışı nasıl karşılandı? ve keyifsiz. gelmişler. Detlev: İnşa edilişi gibi, yıkılışı da sürpriz oldu. Her akşam O yıllara dair aklınızda en çok Detlev: Duvarın yıkılışını kutlayan haberleri izliyorduk. Bir gün bu geceden itibaren herkes için kalan anılardan birini anlatır mısınız? insanları görünce onlar kadar rahat geçişler serbest olacak dediler. Aslında bu bir yanlış anlaşılmaydı. Detlev: Bazı bölgelerde duvarlar olamadım açıkçası. Çünkü duvarın Bu konuşmayla duvarın yıkılışını değil, seyahat etme özgürlüğünü dümdüz inşa edilmemişti, zikzaktı. Bir yıkılışıyla ekonominin altüst olacağını, o kastetmek istemişlerdi. Bu yanlış ifadenin ardından yüz binlerce Duvar yapılırken 1961. arkadaşım duvarın inşa edildiği ilk mutlu kalabalığın zengin, fakir ve orta insan sınıra doğru geldi ve askerlerin üstüne doğru yürümeye yıllarda kaçmaya çalıştı. Almanya’nın sınıf olarak üçe ayrılacağını ve bir daha başladı. İki seçeneği vardı askerin; ya önüne gelene ateş edecekti güneyinde yaşıyordu. Orası Berlin gibi katı değildi, bir de daha hiçbir zaman hep beraber tek bir sınıf olarak aynı şeylere ya da geçmelerine izin verecekti. Geçmelerine izin verdiler. duvarın ilk zamanları... Günlerce evine kapanmıştı, sanırım sevinemeyeceğini biliyordum. O an yaşanılan mutluluk belki de Gudrun: O gece yıldızları izliyordum, Doğu Almanya’da çok kaçma planları yapıyordu, belki de cesaret topluyordu. Bir gün bir macera mutluluğuydu. Ben mutluluğu da, riski de yaygındı o zamanlar yıldızları izlemek. Çıktığımda her şeyden karar verip atlamış duvardan, daha tel örgüler örülmemişken, görüyordum. Çoğu eskiden dünyamızın merkezi olan insanın habersizdim. Gördüğüm çılgın kalabalığa anlam veremeden eve kalbi deli gibi atıyormuş. Bitti artık demiş kendi kendine, artık yerini paranın alacağını görmüyordu. geldim. Televizyonu açtım, resmi bir açıklama yoktu. Ertesi gün Batı’dayım. İlerlediğinde bakmış ki bir duvar daha var, anlam Siz iki ayrı dünyayı yaşadınız, bu iki ayrı sistemin işe gittim, yaklaşık dokuz arkadaşım geceyi Batı Berlin’de verememiş. Oradan da atlamış. O sırada askerlerle göz göze dünyasının iyi ve kötü yönlerinden bahseder misiniz? geçirmiş. Bütün gece duvarın yıkılışını yakınlarıyla kutlayıp ertesi gelmiş ve hapse girmiş. Trajikomik bu hikâyeyi hem üzülerek, hem de gülerek hatırlarım hep. Duvar düz örülmediği için önce gerçekten de Batı’ya geçmeyi başarmış, ama aynı duvardan yine atlayarak geldiği bölgeye geri dönmüş! Büyük şanssızlıktı onun adına... Gudrun: Annem Batı’da yaşayan teyzemlere kurabiye gönderirdi sürekli. Batı’da yoktu o kurabiyelerden... Teyzem tarifini aldı, ama hiçbir zaman aynı lezzette yapmayı başaramamış. Annem kurabiyeleri göndermeye, teyzem de tarifini tutturmak için uğraşmaya yıllarca devam etti. Duvar yıkıldı. Teyzem, sürekli o kurabiyelerin konusunu açıp, beraber yapmalarını öneriyordu. Sonunda anladık ki, annem de bir türlü tarifi tutturamadığından sürekli satın alıp gönderirmiş. Yıllarca sakladığı sırrı ortaya çıktı... Belki de duvarın yıkılışına en çok kızanlardan biri annem olmuştur. DDA’nin gizli servisince hazırlanan dosyalarınıza baktınız mı? Detlev: 1999’da Almanya’nın otobüs, tren, metro, vs gibi iletişim hatları şirketine iş başvurusunda bulunduğumda, şirket beni işe kabul etmeden dosyamı görmek istedi. Bir sayfada hakkımda yazılanlar kafalarına takılmış olacak ki bunu benimle paylaşmak istediler. Dosyamla o vesileyle tesadüfen karşılaştım. Onun dışında hiçbir zaman gidip okumak gibi bir fikir geçmedi aklımdan. Görmek istemediğim, beni hayal kırıklığına uğratacak bir isim görmenin korkusu beni engelledi. Şu an milyonlarca dosya yok edildi. Belki de Batı yok etmiştir! Neler yazılıydı o raporda? Detlev: Duvarlı yıllarda sürekli yurtdışına çıktığımdan devlet tarafından sürekli dinlenmeye alınırdım, yani beni çağırıp, neler yaptığıma dair sorular sorarlardı. Bu o yıllar için normal bir şeydi ancak sonraları bu sorular değişmeye ve garip bir hal almaya başladı. Bir gün, benden yurtdışına çıktığımda bir binada olacak konferansın güvenliğini kontrol etmemi istediler. Onlara “Eğer gizli servis için çalışmak isteseydim CV’mi işyerime değil de size yollardım” dedim. Bana yolladıkları raporda bu diyalog yazılıydı. Altına da şöyle bir not düşmüşlerdi; Detlev Ziemann’ı disipline etmek lazım! G Frank Payne (32 yaşında, Amerikalı, 2 yıldır Türkiye’de ) Dün gece seçim sonuçlarının ne olacağını düşünerek, merak içinde uyuya kaldım. Zaman farkından dolayı izleyememiştim. Ancak bu sabah uyandığımda ve Obama’nın başkan olduğunu öğrendiğimde mutluluktan göz yaşlarına boğuldum! Ayrıca çok gururlandım. Bu gelişmeyle birlikte geçmişte yaşanan zulümlere karşı verilen savaşların ve emeklerin boşa gitmediğini anladık. Tabii, ayrımcılığa karşı verilen bu savaş hâlâ bitmiş sayılmaz. Hâlâ önümüzde uzun bir yol var, ama eğer bugün Amerika’nın siyah bir başkanı olabildiyse emeklerimiz boşa gitmemiş demektir, her şeye değmiş, değiyor da! Bu sabah küçüklüğümde dinlediğim hip hop şarkıları aklıma geldi. Bazılarında “Hiç bir zaman siyah bir başkan olmayacak, bunu sen de biliyorsun” gibi sözler geçiyordu. Bunu kendi çevremizde de savunurduk. “Bu ülke asla bir siyahı başkan olarak göremez” ya da “olsa bile biz göremeyiz veya çok yaşlı oluruz“ derdik, ama oldu! Amerika’daki siyah toplumun artık güçlü bir sesi var ve sesleri yankı yapıyor. Beyazlar da artık siyahların değişiklikler getirebileceklerine inandılar. Biz artık Amerika’da sadece müzik ya da eğlence programlarında değiliz, biz artık politikadayız! Üstelik siyahların konumu dünyada da değişiyor... İnsanlar bir siyahın dünyanın en güçlü ülkesinin başına geçebileceğini gördü artık. Bence bu, dünyanın bizi farklı görmeye başlayacağını da kanıtlıyor. Hatta, ben bundan eminim… Cacharel Luaba (32 yaşında, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, 5 yıldır Türkiye’de) Siyaset açısından böyle bir değişikliği uzun zamandır bekliyorduk. Özellikle şu an… Dünya bir küresel kriz yaşıyor, hem ekonomik anlamda hem de Ortadoğu konusunda dünyaya yol gösterecek iyi bir lider gerekiyordu. McCain çok agresif bir tutum sergiledi. İnsanların istediği o değildi, istenilen değişiklikleri o getiremeyecekti. Dış politikalar ve süregelen, bir türlü bitmeyen savaşlar açısından Bush yönetiminden farklı olmayacaktı. Obama’nın seçilmesi ayrıca dünya tarihinde de bir dönüm noktası. Tarih boyunca siyah Amerikalılar çok zulüm çektiler ve zorluklar yaşadılar. Bunlar onların belleklerinden hiçbir zaman silinmedi. Obama Amerika’nın ilk siyah başkanı olarak tüm Amerikan halkının, hatta tüm dünyadaki insanların belleğine kazınacak. Bu, her şeyden önce insanların kafalarındaki önyargıları değiştirebilecek bir gelişme. Bu bizim için çok önemli bir adım. Siyahların toplum tarafından kabul görmesi için tarih boyunca çok emek verildi, Obama’nın başkan olması da siyahların sonunda, kendilerini bu topluma kabul ettirebildiklerini gösterdi. Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olan Amerika’da, başkanlık seçimleri siyah Obama’nın lehine sonuçlandı! Bu inanılmaz! Dünya artık siyahlara farklı gözle bakacak. Obama’nın başarısı başka ülkelere de örnek olacak... Bir hayattan manzaralar C an Togay Türk asıllı Macar yönetmen, oyuncu... Avrupa’daki ününden sonra 1980’lerden sonra pasaportuna sahip olduğu Türkiye’de de tanınmaya başladı. 1993’te Erden Kıral’ın yönettiği “Mavi Sürgün”de başrol oynadı. 1994’te Yavuz Özkan’ın “Bir Sonbahar Hikâyesi” filmindeki rolüyle ödüller kazandı. 2000’de Mustafa Altıoklar’la “Fosforlu Cevriye”de, 2007’de Berkun Oya’yla “İyi Seneler Londra”da çalıştı. Son dönem Macar sinemasının en iyi örnekleri arasında kabul edilen, İstanbul Film Festivali ve Ankara Macar Filmleri Haftası’nda büyük beğeni toplayan “Gözden Irak Bir Kış”la da yönetmen koltuğuna oturdu. Togay bu kez sinemayla değil, şiirleriyle okur karşısına çıkıyor. Şiirlerinden sızansa mülteci bir ailenin çocuğu olmakla başlayan yaşam öyküsü: “Ayaklarım altında bir kentin molozları. / Bir duvar, duvarın dibinde bir ağacın kökü. / Bu duvar benim, benim bu kök”. “…Çan sesleri duyuluyor uzaktan. / Yabancılar polisinden gelirken, / altı ay daha uzatılmış bakışlarım, / aşıp köprünün taş korkuluklarını / benden ayrılıp Sen nehrine atıyor kendini. / Ve orada şırıl şırıl akan nehirle birlikte / bir meçhule ilerlerken, körlemesine / yokluyorum önümdeki yılları, / ıslak ıslak parlayıp ağıma düşecek / kıpır kıpır anları...” Fotoğraflar: Uğur Demir İYİCE BİR GERİNİP… Seksenli yıllarda ancak sahip olduğu Türk pasaportu sayesinde doktora tezini yazmak için Fransa’dadır. Ardından Sinema ve Tiyatro Yüksek Okulu Film Yönetmenliği bölümünün yeniden öğrenci alacağını duyar ve Macaristan’a geri döner. Sınavı kazanır, Zoltan Fabri’nin öğrencisi olur. Bundan böyle bütün yaşamını sinema dolduracaktır. Togay, çok yönlü kişiliği ve ilgileri nedeniyle sinema dışında birçok muhalif etkinlikle de uğraşır. Örneğin Yahudi soykırımının yıldönümünde, öldürülerek Tuna’ya atılan Macarlar için, Peşte’de nehir kıyısına ayakkabılar yerleştirerek bir anısergi hazırlar. Can Togay’ın yaşam serüvenine eşlik eden şiirleri Türkiye’de okurla buluşmaya artık hazır. Bu buluşmanın Togay için önemi büyük. Macar edebiyat çevrelerinden aldığı olumlu eleştirilerden çok, çeviri projesinin önemli olduğunu söylüyor: “Ne diyeyim? Türk adıyla yazdığım Macarca şiirlerimin Türkçeye çevrilmesi hayatın ilginç bir cilvesi. Kökenim ve eğitimim arasındaki kültür ve dil uçurumuna, bu tahta aracılığıyla bir köprü kurulabilir belki. Çevirilerin büyük bölümünde, köklerimden kopup hayatımı, Türkiye’den ve öz kültürümden uzak yaşamamda en çok payı olan annemin emeğinin olması da bu manzarayı tamamlıyor”. Berlin’de yaşayan Can Togay, Macaristan’ın en önemli uluslararası merkezlerinden birinin, Collegium Hungaricum’un başında. Yoğun Berlin temposu onu sinemadan ayırmamış. Yazın bir kısa film çeken Togay şu anda,“Balaton’da Alman Birliği” adıyla “en yoğun film projem” diye tanımladığı bir multimedya sergisi üzerinde çalışıyor. 60’lı, 70’li, 80’li yılların amatör filmlerinde Doğu ve Batı Almanya yurttaşlarının yaşantılarını, Macaristan buluşmalarını ölümsüzleştirmenin peşinde. “Aslında her zaman annem ve babamın yaşadıklarını konu alan bir filmin düşünü kurdum. Bu filmde onların rol almasını nasıl da isterdim” diyor. İlk bölümü İstanbul’da geçen “Avrupa’da Bir Çocukluk” adlı senaryosunun üzerinde çalışmayı da sürdürüyor. Togay hep düşlerinin peşinde. Bir hayatı birçok dille anlatmak için… Binlerce, on binlerce yola dalmaktan korkmadan, yolunu hiç kaybetmeden. G sevgicanyagci@gmail.com Kennedy Titux (28 yaşında, Nijeryalı, 4 yıldır Türkiye’de ) Obama’nın seçildiğini öğrendiğimde yaşadığım mutluluğu anlatamam! Seçim sonuçlarını televizyondan takip ettim. İnanın başkan olması bana sanki tanrının bir mucizesi gibi geldi. Sanki Tanrı “Bak istersem yapamayacağım hiçbir şey yok” dedi. Tarihte ilk kez bir Siyah, Amerika’da başkan seçiliyor. Bu bir zafer. Ben ona inanıyorum. O iyi bir lider. Onun liderliğinde hem Amerika’da hem de dünyada çok olumlu gelişmeler yaşanacak, bundan eminim. Ancak Obama’nın bir siyah olmasından dolayı Amerika’daki siyahların konumlarının ya da insanların siyahlara karşı bakış açılarının tamamen değişeceğine henüz inanasım gelmiyor, bence bunun için hâlâ erken. Afrika kökenli insanların dünya çapında birdenbire önem kazanacağını da düşünmüyorum. Ancak Obama, sadece siyahları değil tüm insanları arkasına alabilen siyah bir liderin olabileceğini tüm dünyaya kanıtladı. Bu da yeteri kadar büyük bir gelişme... G Can Togay daha çok Almanların tanıdığı bir oyuncu, yönetmen ve şair... TKP kökenli, mülteci bir ailenin oğlu. Soğuk Savaş yıllarının zorunlu yolculuklarının tanığı… Bu, yakında Türkçe de basılacak olan şiirlerine yansıyor. Togay’ın bir düşü de anne ve babasının öyküsünü sinemaya aktarmak. Can Togay “Mavi Sürgün” filminde... TIPKI BİR GAR… Can Togay’ın yazgısı, o daha doğmadan, hayatını “Su Başında Durmuşuz” adlı otobiyografik yapıttan öğrendiğimiz annesi Gün Benderli ve babası Necil Togay’ın 1951 yılında, Nâzım Hikmet’e özgürlük mitinginden sonra, siyasi nedenlerle Türkiye’den ayrılmalarıyla yazılmaya başlar. Paris, İsviçre, Frankfurt ve Berlin’den sonra 10 Ağustos 1952’de Budapeşte Doğu Garı, bu yazgının, sonraları dizelerde ve filmlerde yer bulacak duraklarıdır. Radyoda çalışmaya başlayan aile, bir yandan Macarcayı bir yandan Macar kültürünü öğrenmeye çalışırken “demir yumruk idaresi”ne karşı, 1956 ayaklanmasının ön hazırlıklarının ve dalga dalga yayılan öfkeli halk hareketlerinin tırmanışa geçtiği 1955 yılında oğulları Can doğar. Nâzım Hikmet doğum üzerine gönderdiği kartpostalda Gün Benderli’ye “Oyunbozanlık ettin, oğlan doğurdun. Şimdi kimi alacağız Memed’e?” diye soracaktır. 1956’da Sovyet rejimine karşı yürütülen ayaklanma ve sonrasında yaşanan gelişmeler sekiz yaşında “yollar çetin bu yerlerde / yollar çetin, özgürlüğün peşinde.” dizeleriyle biten ilk şiirine yansır… Sevgi Can Yağcı Doğu Almanya’ya taşınmanın eşiğindeki o günleri de unutmaz. “Başka bir diyara taşınmak üzereydik” der ”Soğuk Savaş göçünün yeni durağı Doğu Almanya’ydı. Bu benim için yepyeni bir dünya ve benimsemem gereken yeni bir dil demekti.” Macar şiirinin en büyük isimleri Attila Jozsef ve Ady Endre’nin şiirleriyle tanışır. Ancak zamanla, dönemin baskıcı iktidarına da meydan okuyan alternatif bir şiir anlayışının peşine düşer. Bu arayışlar yalnız şiirde, edebiyatta değil, oyunculukta da sürer. Péter Halasz yönetimindeki alternatif tiyatro topluluğuna üye olur. Shanni Omar (53 yaşında, Tanzanyalı 3 aydır Türkiye’de) Tanrı bir şeyin olmasını isterse kimse durdurumaz. Bir siyahın Amerika’ya başkan seçilmesi de bence bunu gösteriyor. Bush Amerika’nın imajına çok büyük darbe vurdu. Obama ise Bush’un ardından tüm dünyayı arkasına almayı başardı. Bence Obama’yla birlikte Amerika’nın Afganistan, Irak ve Ortadoğu politikalarında da olumlu gelişmeler yaşanacak. İnsanlara ten renklerinden dolayı ayrımcılık yapmak sadece cehaletten ileri geliyor. Herkes farklı yaratılmış, aslında güzel olan da bu, önce bunu anlamamız lazım. Din, dil, ırk, ten rengi gibi kriterlere göre insanları ayırmak çok anlamsız. Bunlar önemsiz şeyler! Dünya bu tutumu yavaş yavaş aşıyor. Obama’nın seçilmesi de bunun kanıtı! Bundan sonra Amerika’nın başkanı bir Müslüman ya da bir Yahudi olursa da şaşırmam. Tanrı isterse o da olur! ALMANIMSI DUYGUSU… Doğu Almanya günleri Togay için benimsenmesi zor bir dönüşümdür. Sürgündeki aile dostlarıyla buluşmalar, şiirlerle kesilen hararetli siyasi tartışmalar, Nâzım Hikmet’in aile ve çevre üzerindeki etkisi, o dönemin ilk zamanlarına damgasını vurur. Gündelik yaşama alışınca, Almanya’da çocuk tiyatrosunda oynamaya başlar. Bu, duygusal şiir günlerinden, mesafeli Brecht günlerine, yeni bir serüven demektir. Macaristan’a geri dönüşte, 60’lı ve 70’li yıllarda ülkede şiir büyük değer görmektedir. Fransız sembolistlerinin yanı sıra SİZ BU İSİMLE… Sinema ve Tiyatro Yüksek Okulu giriş sınavlarını kazanır ancak kendisine söylenenleri unutmaz: “Siz bu isimle Macar tiyatro ya da film oyuncusu olamazsınız!” Bunun üzerine, İngilizceAlmanca dil ve felsefe alanını seçerek eğitimine devam eder. Aynı yıllarda, şiirle ilişkisinde yeni bir dönem anlamına gelecek olan bir karşılaşma yaşar ve T.S. Eliot’u keşfeder. Kendi şiirlerinde Eliot’un kahramanlarını da ağırlayacaktır: Juma Kipati (42 yaşında, Tanzanialı 2 yıldır Türkiye’de) Arkadaşımın söylediklerine ekleyecek birşey bulamıyorum. Obama’nın başkan olmasına çok sevindim. Can Togay annesi Gün Benderli’yle C M Y B C MY B