02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 DERGİDEN rizin, belirsiz bir geleceğin ortasında durup bir Siyah’ın zaferini izliyoruz, dünyanın bütün Siyahlarıyla birlikte. İktidar karşısında mağdurların geçici, uçucu bir şenliği de olsa bu, ekranlarda gördüğümüz Siyahların çığlık ve gözyaşlarına karışıyoruz. Çünkü her Siyah, biraz kadın, biraz çocuk, biraz eşcinsel, biraz Arap, biraz Kürt, biraz Türk, biraz Ermeni, biraz Filistinli, biraz Iraklı, biraz Afgan, biraz Yahudi, biraz Müslüman, en çok da yaşlı ve yoksul Afrika… Obama’nın teninin rengi ile vicdanının rengi arasında kocaman bir boşluk olsa da, Amerika’da başkanlar değil, lobiler her şeydir bilgisini tarih kezlerce doğrulasa da dünyanın zinciri koptu bir kere… Artık Siyah bir halka var ve bu halkanın gerçek yaratıcıları Martin Luther King, Malcolm X, Kara Panterler ve rengi nedeniyle aşağılanan, yaşama hakkı tanınmayan, sesli ya da gürültülü buna direnen tüm Siyahlar… Obama’ya ve tüm iktidarlara rağmen bu seçim zaferinde asıl görünenler onlar. Obama’nın Amerikan başkanlığına coşkulu kabulü, Tansu Çiller’in, yani bir diğer “mağdur”un başbakan olarak iktidara taşındığı anı anımsatıyor. Kadınlar Çiller’i kuşkuyla, ama iyimser bir kabulle onaylamıştı. Bir kadının başbakan olması bir vaatti. İktidarını kanla beslemesi, faili meçhullerle ve kayıplarla tarihe düşmesi, döpiyeslerinden taşan karanlığı kuşkuları haklı çıkarmıştı, ama bir kadının başbakan olabileceğine dair yarattığı imge de karanlığı kadar gerçekti. Bir başka kadın, ölüme karşı yaşamı, özgürlüğü ve barışı beraberinde taşıyan bir kadın da aynı yolculuğa çıkabilirdi. Bu artık bir ihtimaldi, uzak olan yakınlaşmıştı. Hüsran mağdurların en iyi tanıdığı duygu, kısa sevinçler gibi… On dokuz yıl önce bugün, tıpkı Obama’nın seçilmesinin yarattığı gibi bir coşkuyla Berlin Duvarı’nı, hem de elleriyle yıkanlar da hüsrana uğramıştı. Özgürlük vaadiyle kapitalizme doğru açılan gediklerden geçtiklerinde özgürlüğün de ancak satın alınabileceğini görmüşlerdi ama paraları yoktu. İhtiyaçlarının neredeyse tümünü sağlarken özgürlüklerini sınırlayan sistemden ihtiyaçlarını sağlamak için özgürlüklerini talep eden bir sisteme geçtiklerini anlamaları uzun sürmedi. Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Jaclav Havel’in dediği gibi, duvar üzerlerine yıkılmıştı… Bu hafta Özge Başak Taneli duvarsız bir Berlin’de yaşanan hüsranı, Deniz Yavaşoğulları ve Asuman Çetiner İstanbul’daki Siyahların Obama coşkusunu anlattılar. Evet, hüsran ezeli duygumuz, o yüzden bırakın şimdi Obama için sevinelim… Hiç olmazsa yarına kadar… İyi haftalar... Berat Günçıkan ([email protected]) PINAR SELEK K Para masallarda işlemezdi! Aslı Borucu edenileşme süreci insanlığa yepyeni olanaklar kadar kısıtlamalar ve tanımlamalar da getirdi. İnsanlığın doğadaki her şeye egemen olma isteği kendini diğer varlıklardan üstün görmesine neden oldu. “Modern” insan bu hâkimiyeti korumak ki hayatta kalmanın tek yolu buyduiçin rasyonelleşmeli, daha fazla tüketmeliydi. Bu durum kendi benliğinden uzaklaşmasına ve gitgide yabancılaşmasına sebep oldu. Bu süreçte kendini, hissettiklerini unuttu, hayallerini de… Oysa hayale, hayal edilen dünyaya biraz daha yaklaşmak için masallara inanmaya ihtiyacımız var. Pınar Selek’in Özyürek Yayınevi’nden çıkan “Su Damlası” adlı masal kitabı hiç büyümememiz dileğiyle yazıldı. Selek’le masallara, hayallere, aşka ve doğaya dair sohbet ettik. Masal kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Çocukluğum masal kitaplarıyla geçti, Samed Behrengi’nin kitaplarıyla büyüdüm. O hikâyeler hep hayatımda oldu. Kız kardeşime masallar anlatırdım, bu gelenek hâlâ da sürüyor. Şehrazat gibi sürekli anlatacak yeni masallar buluyorum. Yaşarken de çocukluğumda okuduğum masallardaki duyguyu kaybetmediğimi hissediyorum ama bir türlü zaman ayırıp, içimdeki masalları çıkaramamıştım, şimdi onu yaptım, devam da edeceğim. İlk masalda peri olduğunu söyleyip her gece masallar anlatan bir abla ve bunları dinleyerek uyuyan bir kardeş var. Masaldaki Su ve Damla sizin kardeşinizle ilişkinizi mi yansıtıyor? Bu masalların hepsi gerçek, hiçbiri zorlama bir kurguyla yazılmadı, hayatımdakileri yazdım. O masal gerçekten de kardeşimle ilişkime dayanıyor. Ben kardeşimi, Su’yun Damla’yı kandırdığı gibi periyim diyerek kandırmıştım, kardeşim peri olmadığımı öğrendikten sonra kendisinin peri olduğunu söylemişti. O zaman gülmüştüm. Yıllar sonra ben cezaevindeyken, avukatım olduğunda ona yazdığım bir mektupta “Sen gerçekten periymişsin Seyda, bunu şimdi gördüm” dedim. O masalda periliği yeniden M yorumladım, peri olmak için illa ilahi gücün olması gerekmiyor, başkaları için bir şeyler yapabilmek, iyiliğe hizmet etmektir perilik. Su, siyah kıvırcık saçlı bir peri... Derviş orta yaşlı bir balıkçı... Zehra orta sınıf bir ailenin kızı... Karakterlerin hepsi geleneksel masal kurgusundan uzak. Masaldaki karakterleri yaratma sürecinden bahseder misin? Anlattığım herkes tanıdıklarım; karga da, derviş de, denizkızı da... Tabii ki kurgu var. Kişiler değiştirilerek yazıldı. Hayatta değdiğim, gördüğüm, hissettiğim insanlar benim masal kahramanlarım. Hayatımda kabul ettiğim değerler; siyahbeyaz eşitliği, kadınerkek eşitliği, hayvanlarla kurduğum ilişkiler, içselleştirdiğim Pınar Selek herkesin birer masal kahramanı olduğunu düşünüyor. duygular artık. Benim masalım başka türlü olamazdı, çünkü ben buyum. İkinci öyküde denizkızı ile Üç masalda da insanların doğayla ve hayvanlarla kurduğu Derviş’in aşkı masallarda okumaya alışık ilişkiler eleştiriliyor. olduğumuz aşk tanımlamalarından farklı. Masallarımda hayvanlara, doğaya başka türlü bakılabileceğini Var olan kalıplar aşkı öldürüyor. Arkadaşlıklarda, hatırlatıyorum. İçimizde iyilik kadar kötülük de var. Evet, uzun ilişkilerde bir çift, bir bütün olma arzusu var. Oysa zamandır kötülük hâkim; çünkü doğaya, kendi varlığımıza bu iki varlığın da bambaşka hayatları var, kendi yabancılaştık ve kendimizi diğer varlıklardan soyutladık. Onlarla topraklarından, kendi denizlerinden kopmamalılar. birlikte yaşayamıyoruz, kendimize yabancılaştığımız için bir arada O farklılığı koruduklarında birbirlerini sevmeye da yaşayamıyoruz. Evcil hayvanlarla kurulan ilişki kadın erkek devam ederler. Denizkızı denizden koptuğunda ilişkisine, hayvanları sürekli işkence ederek yumurtlatmak, işçileri deniz kızı olamaz, balıkçı karadan koptuğunda âşık çalıştırma sistemine benziyor. Bu yüzden doğayla kurduğumuz olunan o adam olmaz. Bir insanı gerçekten ilişkiyi yeniden gözden geçirmeliyiz. Ciddi anlamda bir uygarlık seviyorsan, ona sahip olmak ve egemen olmak problemi var. zorunda değilsin. Bağımsızlık alanları yarattığımızda Kitabın çocuk okuyucularda nasıl bir tat bırakmasını anlatacak daha çok şeyimiz olur. Masalımızı istiyorsunuz? kaybetmemek için bu gerekli. Beklemeye, anlamaya, kabul Kitabımı ilk okuttuğum çocuklardan masala ilişkin bir sürü soru etmeye, yol vermeye ihtiyacımız var. geldi. Kitapta yer alan üç masalı da içlerinde hissettiklerini gördüm. Kitabın en çarpıcı cümlelerinden biri de “Para masalda Hiçbirisine sen bu masaldan ne anladın diye sormadım ama işlemezdi”… Masal kahramanlarınız gerçek hayattan çıkıyor. çocuklar bana geri bildirimde bulundular. Kimileri üzerine yeni Para ise gerçekliğin en acımasız öğesi, ama masalda işlemiyor. hikâyeler anlattı. Bu beni heyecanlandırdı. Benim çocukluğumda Hepimiz aslında birer masal kahramanıyız ama kendimize ve Türkiye biraz farklıydı. Biz, gerçekten güzel şeylerin olabileceğine hayata yabancılaştığımız için bunu unutuyoruz. Parayı orada bir inanan bir ortamda yetiştik. Okuduklarımızın gerçek olabileceğine sembol olarak kullandım. Para devreye girdiği zaman sahici bütün inanırdık. Bugün beni hâlâ ayakta tutan o zamanki ruh halim. dokunmaları öldürüyor. Öyle bir tüketim toplumunda yaşıyoruz ki Sadece içimdeki çocuktan değil o zamanki ruh halimden de aşklar, sevgiler, ilişkiler, bedenler, kıyafetler her şey hakikatini kopmamak istiyorum. G kaybetmiş. KAAN KOÇ Her şair yarı delidir... Ali Deniz Uslu aan Koç 1986 doğumlu. Uluslararası İlişkiler okuyor. Üniversitede aradığını bulamamış. Kendini dünyaya tercüme etmenin yolunu şiirde bulmuş. Metin yazarlığı ve senaryo çalışmaları var. “Mucize Nağmeler ve Semavi Duyuşlar”ın metin yazarı da o. İki yıl önce, 20 yaşında “Cemal Süreya Şiir Ödülü”nü alması onu ve şiirini ağır bir sorumluluk altına sokmuş, ama bu ona güç de veriyor. Kaan Koç iki can dostu Caner Ocak ve Levent Sayım’la birlikte “Yokluk” isimli bir fanzin de çıkarıyor. Fanzinlerin gücüne inanıyor, çünkü söylemek istediklerimiz içimizde kalırsa gelecekte onlarla hesaplaşmanın daha zor olacağını düşünüyor. Bir de hayali var, yönetmen Krzysztof Kiešlowski’nin şiirselliğinde bir sinema filmi yazabilmek. Şiir için genç işi değil derler, şiirin yaşı yoktur diyenlerle de çelişirler, ama şiirde demlenmek gerektiği gerçek. Siz de çok genç yaşta böyle menem bir işe başladınız, nedir hikâyeniz? Demlenme tarafına katılıyorum, ama yaşı olmadığını düşünüyorum. Zaten şiire 15 ile 20 yaşları arasında başlarsınız. Elbette bu yaşta kaba tabir ile saçmalamanız da mümkün. Eğer böyle olursa bıkma ve kendi içinde tutunamama yaşayabilirsiniz. Yani bu dönemde kişiliğiniz oluştuğu için şiire yetişemeyebilirsiniz, ama ona yetişirseniz onunla büyümek gibi fırsatınız olur. İşin zor kısmı da şairler arasındaki hiyerarşi ve yaş önyargısıydı. Şairler arasındaki hiyerarşi sizi kalem erbabı olmaktan uzağa düşürdü mü hiç? Şairlerin arasındaki hiyerarşi çok güçlü. Ben neyse ki buna çok denk gelmedim ama denk gelenleri biliyorum. Mesela çok saygı duyduğu bir şaire şiirlerini götürüp “bundan şiir olmaz, yazma” cümlesini duyan gençlerin neler yaşadığını biliyorum. Ya da genç bir şairin şiiri bir dergide, daha kıdemli ve yaşlı bir şairden önce gelirse, fırtınanın kopması kaçınılmaz. Bu bana komik geliyor, ama hayatı şiir olmuş, bir şairin normal tepkiler vermesi zaten beklenemez. Çünkü o şairdir zaten yarı delidir yani. Şairlik, dengesizlik olduğu için bunu meşru görüyorum. Sizi şiir yazarken besleyen neydi? Ben 16 yaşında başladım, ama öncesinde hiç yoktu, hatta okulda bana şiir ezberlettikleri için ondan kaçardım. Sesimin tonu yüzünden şiirleri hep ben okurdum, artık bıkmıştım. Lisede kitaplara gömüldüm, kendimle baş başa kaldım, yalnızdım. Şiir bir kaçış mıydı? Kaçış değil tercihti. Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergicumhuriyet.com.tr K Bu ters bir diyalektik, garip. Detaycılıktan öte ve kontrol edilemez. Verdiği bir sıkıntı var, ama onun derdi de dermanını da o. Yaratıcılığı karamsarlığın beslediği bilinir, şiir de marazdan doğar o zaman. Mutlu insan masal yazar, ama masallar da bile karanlık vardır. Hayat hep aydınlık değil. İnsanoğlu iyilik kadar kötülüğe da aç. Şairin sorunu da görmekle ilgili, onu karanlığın tetiklemesi gerekli. Yaratıcılık zaten olana başkaldırı değil midir? Varolan sizi karşılamazsa, karşılayanı ararsınız. Kaan Koç. Fotoğraf: Uğur Demir Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü aldınız iki yıl önce. Bekliyor muydunuz, bu ödül sizde bir kırılma ya da zamansız bir sorumluluk yarattı mı? Elbette, Cemal Süreya gibi benim ruh dünyama seslenen bir ismin ödülünü almak beni mutlu ettiği kadar da yordu. Zaten ben sevinçlerimi çok belli edemem, dilediğim gibi yaşayamam. Ne zaman sevincimi doyasıya yaşasam, arkasından başka bir bela gelir. Bu ödül yeni şiirlerinizi sınırlıyor mu? Sınır çizmiyor, ama otokontrolün devreye girmemesi gerekli. Müzikte, özellikle de blues ve cazda katı kurallar vardır. Şiirde de edebiyatta da kurallar çoğu zaman katıdır. Bunun çelişkisini yaşıyor musunuz? Şiirin sınırları var, ama tanımı yok. O bir manifesto, ama olabildiğince kişisel. Benim için şiirin ritmi, müziği önemli, dilin elitize edilmesini de sevmiyorum, yani argo ve küfür de şiire dahil. Bukowski ve Can Yücel geliyor akla ilk. Dürüst ve samimiyseniz küfür size dokunmaz. Bayağılık ile arasındaki sınırı siz çizersiniz. Küfrümün yazıda tutunabilmesi samimiyete bağlı, ama farklı olmak için argoyu şiire katmak sığlıktan öte gitmez. Şiirin dışında popüler kültürün ürünleri için metinler yazıyorsunuz. Televizyon için “Mucize Nağmeler” ve “Semavi Duyuşlar”ı yazmıştınız. Bu bir benden farklı iki kişilik gibi olmuyor mu? Birbirlerine karışıyorlar. Para kazanmak için yazdığım metinler de elbette şiirimden alıyor, eksiltiyor. Bu beni rahatsız ediyor, ama şiir yazabilmek için hayatımı devam ettirmem gerekli. “Yokluk” isimli bir fanzin yayımlıyorsunuz. Şu an altıncı sayısı geliyor. Fanzin sizin için dilediğini yazabilmemi yoksa egemen olana karşı durabilmenin bir simgesi mi? Birincisi dilediğini yapabilme özgürlüğü, ikincisi de medyaya karşı duruş. Bu şekilde de hiyerarşiyi kırıyorsunuz ve “ben de varım” diyorsunuz. Fanzin bir saldırı değil, ama ciddi bir karşı duruş. Bize şiirlerinizi yollamak ve dağıtım için iletiş[email protected] ve internet sitemiz, www.yokluk.net bakabilirsiniz. İlerisi için neler var? İçimde hep sinema oldu, senaryo ile başlayıp yönetmenliğe kadar bir yol çiziyorum kendime. Şiirleriniz gibi bir sinema anlayışınız mı var? Evet, beni bu anlamda en çok Krzysztof Kiešlowski etkiler. İmgeleri, şiirselliği, görüntü ve seslerle kurduğu kafiye harika! Ben de onun şiirselliğinde bir sinema yakalamak isterim. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle