02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 9 KASIM 2008 / SAYI 1181 IMF şaşırtmacaları Selçuk Erez MF’ye doğru yolculuğumuz, tüyler ürpertici fren sesleri ve ani kararlarla alınan virajlarda tekerleklerimizden gelen yanık kokularıyla sürüyor: Ümüğümüzü sıktırmayız! IMF’nin isteklerine boyun eğerek yarınımızı karanlığa sokamayız... Biz kendi yağımızla kavrulmasını biliriz! IMF bize.. “Ben sizlere borç vermiyorum”derse, vermeyebilir.. Çok ihtiyacımız da yok. IMF ile görüşmediğimizi kim söylüyor? Anlaşıldı: IMF’ye ihtiyacımız var ama önce kafa tutar gibi yapmak, sonra da yeterli krediyi koparmak için yapılıyor bu manevralar. IMF bize para verecek mi? En uygun koşullarla verir mi? Sonra gelip ümüğümüzü sıkar mı? İzlenecek en doğru yol nedir? Biz bugün işte bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız: Aklıma neden bilmem Orhan Gencebay’ın bir şarkısı geliyor: Kırdım kırılmayan / Gururumu ve o çok değer verdiğim onurumu / Serdim yollarına ömür boyu beslediğim büyüttüğüm / Yaşatan umudumu / Bekliyorum her gün / Senin görmen için ve çizmen için kaderimin yolunu... Geçekten durumumuz işte bu şarkıdaki gibi sıkıntılı ama çare bulunabilir: Bunun için parasal yönden açmazda olan vatandaşlarımızın sıkıntılarından kaynaklanan yaratıcılıklarıyla bulmuş oldukları çözümler mercek altına alınmalıdır: Bana rengini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim Ali Deniz Uslu er şeyin bir rengi var; hüznün, neşenin, acının, kızgınlığın hatta müziğin... İnsanlar dünyayı renklerle algılıyor, çoğu zaman da onunla anlamlandırıyor. Böyle olunca da renkler insanlara ulaşmak için vazgeçilmez bir iletişim aracı rolüne soyunuyor. Bunun örnekleriyle uzayan bir liste yapmak mümkün; mesela renkli ilanlar ve haberler daha çok okunuyor, logosu renkli markalar daha çok hatırda kalıyor, çalışma ortamlarındaki renk seçimi de performans değerlerine yansıyor. Renkbilimci Metin Yahya Üster’e göre, insanlar da kendilerini renkleri ile ifade ediyor. Yani renkleri bilmek, kişilerin karakteristik özelliklerini deşifre etmenin de bir yolu. Hatta intiharları engellemek için köprülerin maviye boyanması gerektiğini savunuyor, buna inandığı için de Londra’da Tower Brigde ve Bursa’da Setbaşı Köprüsü’nün maviye boyanmasında öncülük etmiş. Sırada Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü var. I H Odanız çok renkli. Bu bilinçli bir seçim o zaman? Evet, burada canlı ve hoşgörülü renkler var. Buraya gelenin içi kararmaz, baharı ve güneşi hatırlar. Hatta konuşmak, paylaşmak ister. Sıcak ve hareketli renkler bir çeşit meditasyon sağlar. Her şeyin rengi var, müziğin de... Mesela caz kızıl kırmızı, blues mavi. Nedir müzik renk ilişkisinde belirleyici? Do kırmızıya, re turuncuya, mi sarıya, fa yeşile, sol maviye, si notası eflatun ve mora karşılık gelir. Bu sistemi ilk kullananlardan biri de Mozart’tır. Onun do notasından bestelenmiş bir çok kırmızı senfonisi vardır. Renkli müzik nasıl yapılır? Bir osilatör makinesi bulundurarak, ışık ve ses mühendislerinin yardımıyla renkli müzikler üretilebilir. Dussaud’a göre yedi müzik notası arasında var olan titreşim bağlantısıyla renk spektrumundaki renkler arasındaki titreşim bağlantısı aynı. Çınlamalı gam ve ışıltılı gamın güzelliğini sağlayan aynı sayılardır. İntiharları engellemek için köprüleri maviye boyama kampanyası başlatmıştınız. Neydi bu iddianın arkasındaki? Gündüz gerçekleşen intihar denemelerinin bir çoğu şovdur, “Bana rengini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” Bu slogan renk uzmanlarının ve rengi insanlara ulaşmada bir araç olarak görenlerin kutsal metninden. Sistem bilinçaltımızın kapılarını renkleri kullanarak da zorluyor. Öyle ki renkli faturaların ödenme oranı bile daha yüksek. Renkbilimci Metin Yahya Üster’e göre renk çok güçlü bir ileti. Gördüğümüz her şey renkli. Güneşli günlerde mutlu oluyoruz,kasvetli havalarda canımız sıkılıyor. Renklerin insan davranışları üzerindeki etkisini fazla mı abartıyoruz? Farkında olmasak da renkler ruh halimiz üzerinde çok etkili. Aslında biz renksiz insanlarız, renksiz insanlar da mutsuz, yalnız ve çaresizdir. Renklerin sınırı ve dengesi vardır. Aşırısı insanı yorar ve hazımsızlık yapar; azı açlık yaratır, renge doymanız gerekir. Mesela ben siyaha karşıyım. “Siyaha hayır” diye de bir kampanya yürütüyordunuz, hatta Beşiktaş’ın renkleri değişmeli dediğinizde kıyamet koptu. Bu konuda niye bu kadar ısrarcısınız? Siyah matemin ve ölümün rengi. Hatta renklerin içinde kaybolduğu bir alan. Beşiktaş’ın renkleri değişmeli dediğimizde de doğru bir şeyi yaptığımıza inanıyorduk, hâlâ da inanıyoruz. İnsanlar da kendilerini renkleri ile ifade eder, herkesin beden dilinde bir renk vardır. Renklerin karakteristik özelliklerini biliyorsanız, karşınızdakini okuyabilirsiniz. Mesela turuncu yürünür, yeşil bakılır, mor dans edilir, mavi uyunur, sarı ağlanır... Peki benim rengim ne? Sizde kırmızı ve turuncu çok belirgin, sıcak kanlı, atak, kendinden emin ama bir o kadar kırılgan ve huysuzsunuz. Elbette bunlar kural değil, ama renkler üzerinden çalışarak elde ettiğimiz tecrübelerin bir sonucu. Bunu yakalamak için kâhin olmaya da gerek yok. Bu işin bilimi var. Dinlerde de renkler çok önemli, mesela Hıristiyanlık dininde morun belirginliği dikkat çekici. Yani mor kutsallığı anlatır. Ama mor aynı zamanda deliliği de simgeler. Evet, doğruluk payı var. Mor, sarı ile tamamlayıcıdır, bilgeliktir, ama mor ve ötesine, yani hayal dünyasına çıkarsanız gerçeklikten uzaklaştırır ve deliliğin sınırına yaklaşırsınız. Konfiçyus da sarı rengin kutsallığını dert etmişti. O, Çinliydi yani sarı ırkın bir temsilcisiydi. O yüzden moru karaladı, sarıyı yüceltti. Bana kalırsa sarı olumlu yönü olan, yöneticiliği anlatan bir renk, ama tarihte hep hastalık habercisi oldu. Yani sarı kara haber tellalıdır, karantina rengidir, uyarıdır. Sarı uyarıcı olduğu için dikkatli kullanmak gerekir. zor durumdaki insanlar ilgi beklerler, çünkü çaresizlik zordur. Ama gece yarısı saat ikide köprüye gelen bir adam kararlıdır. Karanlık onu çeker. İlk olarak köprünün tırabzanına ellerini koyup son bir kez düşünür, son durum muhakemesidir bu. Trabzanlar ise gridir. Gri ise kaostur, “Hadi atla” der, fakat mavi renk caydırıcıdır. Bu durum tecrübeyle sabit. Londra’da Tower Brigde intihar köprüsü olarak anılırdı, aracılığımızla maviye boyandı. İntihar oranları belirgin şekilde düştü. Biz de buradan yola çıkarak Bursa’da Setbaşı Köprüsü’nü maviye boyadık. Orada da 12 intihar olayı yaşanmıştı, sonra yaşanmadı, umuyoruz yaşanmaz da. Bir de futbolda kırmızı kart yerine mavi kart çıkartmalı. Kırmızı kart futbolcuyu daha da hırçınlaştırıyor, ama mavi bir kart bunun önüne geçecektir. Reklamcılar ve pazarlamacılar da renklerin dilini iyi kullanıyor olsa gerek? Kesinlikle öyle, mesela sıcak renkler alıcıyı çeker. O yüzden reyonlar genelde kırmızı, turuncu ve sarı tonlarındadır. Yani renk bir iletidir, onunla mesaj taşıyabilirsiniz. G  Sokak başlarında geçenlerden para isteyenler, genellikle yanlarında küçük bir çocuk bulundurduklarında daha iyi sonuçlar alabilmektedirler. Bu nedenle kredi aramaya gidenler, yanlarında bir çocuk (bulamazlarsa Ali Babacan’a benzer çocuk simalı birini) götürmelidirler.  Evdekilerden bahsedip “Çocuklarıma bir ekmek parası götüreyim” demek de yararlıdır... Belki Macarlar kadar saftorik olmamak, IMF ile hemen anlaşmak yerine böyle önce “isterim”, sonra “istemem” taktikleriyle zaman kazanmak, pastırma yazının geçip kışın gelmesini, havaların ayazlamasını beklemek daha doğrudur: O zaman rahatça “Ablalar, ağabeyler, evde çocuklar donuyorlar, hastalıktan kırılıyorlar... Bir odun parası lütfen” denebilir.  Sakat ya da spastik numarası yapmak çok yararlı olur.  Herhangi bir enstrümanı (mesela düdük) hiç olmazsa üzünç bir havayı yarım yamalak çalabilecek kadar öğrenmek randımanı arttırır.  “Allah kimseye vermesin..”, “Allah sevdiklerine kavuştursun”, “Allah ne muradın varsa versin” gibi sözlerin sık sık kullanılması özellikle etkileyici olmaktadır. Bizce en uygunu bu son maddeden yararlanmaktır! Çünkü onlar çocuklarımızın hallerinin, vakitlerinin ne kadar yerinde olduklarını herhalde duymuşlardır. Bu nedenle, “Zavallılar evde donuyorlar” diyerek sonuç almamız güçtür. Biz yıllardır seçimlerde oy ararken, Almanya’da dernek kurup para toplarken, kendimize çeşitli avantalar sağlama peşinde koşarken hep Tanrı’yı dilimize dolamadık mı, din duygularını en yaratıcı yöntemlerle sömürmedik mi? Bu taktiğin virtüözü olduğumuzdan kuşkusuz onları da ergeç mandepsiye bastırırız! G [email protected] lexis dul, Francis boşanmış, Pierre hiç uzun süreli ilişki yaşamamış üç erkek. 30 ile 40 yaş arasındalar. Bir gecelik yatmalar, kolay ilişkiler, üstünkörü duygular onlara az geliyor, “Aşkı” bekliyorlar. Şimdiye değin bu mutlak arayış kadınların tekelindeymiş gibi görünürdü. Prenses kahraman, prens onların yazgılarının bir öğesiydi. Oysa küçük oğlanlar oradaki prensle özdeşleşemezlerdi. İkinci rolde kalmak değildi sorunları. Onların imgelemi çok daha başka bir alanda işlerdi, süper güçlere sahip, aşk hayatları olmayan süper kahramanların alanında... Beyaz atlı prenses! A SEVME HAKKI İSTİYORUZ... uyandıracak olanı öpmek istiyorlar. Belki de kendilerini zaman zaman “uyuyan güzel” olarak görüyor. Hepsi işitilmek, sevecenlik, anlayış diliyor. Bir prenses değil istedikleri, kendilerini koşulsuz koruma yeteneği olan, bir kraliçe. Bir çeşit anne figürü. Tek farkı evlenilebilir olması! Zaman değişiyor, ama en güzel olan hep anne... Anne, kadın idealinin kurgulanmasında birinci referans. O model ya da antimodel olarak alınıyor. Gerisi kendini ayırmayı bilmek, yolunu çizmek, özerk birey olarak seçimini yapmak, yani bazen olanaksız bir şey... Bir anne, oğlunu kendisini terk etmesi ve aşkı bir başkasıyla bulması için yetiştirir. Ne var ki bazıları için bu ayrılık dayanılmazdır. Bilinçaltı bir tarzda, oğullara bir işlev yükler: Annenizi yalnızlığa bırakmayın. Bu gibiler anneler acı çekmesin diye değişimi gerçekleştiremezler. Yalnız kalmanın en iyi yolu mu? Mükemmelin peşinde koşmak, çünkü o yoktur. Bugünün yetişkinleri her şeyi istiyorlar, derhal. Duygusal olarak olgunlaşmadıklarından karşıtlığa tahammülleri yok. Dahası bir çiftte en küçük mükemmel dışılık görünce kaçıyorlar. Onlar “Anında oluşan kimya”ya, “karşılaşmanın büyüsü”ne inanıyor. Kahvaltıda birlikte gazete okumayı, günün sonunda huzurlu, yan yana oturmayı istiyorlar ama birbirine soru sormaksızın, konuşma gereği duymaksızın. Fantezileri “büyülü düşünceyle”, çocukluğun her şeye muktedir hissetme gücüyle ilintili. Gerçeklik onların idealine göre eğilip bükülmeli, yoksa gerçeğin mükemmel olmayan yanları, onları kendi mükemmel olmayan yanlarına geri götürüyor. Bu ise dayanılamaz bir durum. Ötekinin bu öyküde yeri yok, fantezileri kendilerine yetiyor. Bugünün otuzlarındaki gençleri, küçükken, düş kurmak ya da ağlamak hakkına sahiptiler. Erkeklik babanınki gibi kaslı ve kıllı dış görünüm değil artık ve artık onlar da kendi peri masallarını istiyorlar. Buna inanma haklarını ilan ediyor ve dile getiriyorlar. Kendi hesaplarına onlar da beyaz atlı prenses bekliyorlar. Alexis “Uyuyan Güzel”i düşünerek: “Evlenmelerinden sonra neler olacaktı, görmek isterdim...” diye gülüyor. Francis’e “Pamuk Prenses”ten söz ettiğimizde omuzlarını silkiyor: “Temiz pak, saf bir bakire değil mi? Eksik olsun. Yaşam deneyimi ve söyleyecek sözü olan kadınları yeğlerim”. “Peri masallarının prensesleri biraz böndürler de” diyor bir psikolog, “parasal ya da düşünce özerkliği olmayan küçük kadınlardır. Fazlaca maço olmadıkları sürece erkekler oradaki kadınları istemiyorlar. Maçolar da seyrek olarak âşık olurlar”. KADINLAR GİBİ, AŞKA ÂŞIKLAR Bir şeyler yaşamak yerine, fantezilerinin öldüğünü görmemek için kendine güzel masallar anlatıyorlar. Bu içsel sinema seks içermiyor. İlk karşılaşmadaki çekicilik, sürekli olmak zorunda. Gündelik yaşam tutkuyu söndürdüğünde, bu olağanüstü duyguları başka yerlerde aramaya koyuluyorlar. Bu gerçek bir bağımlılık. Tüm uyuşturucular gibi, aşk hali onlara daha canlı oldukları izlenimini veriyor, bu bir yanılsama da olsa varoluşlarına bir anlam katıyor. Aşka âşık olmanın üstlerinde yarattığı etkiyle kendilerini aşkın izini durmaksızın sürmeye tutsak ediyorlar. Onu sıyırıp geçmek, ona zorlukla dokunmak, yaşadığını anlamak için; anneden ilk kopuşun anısını unutmak ve son kopuş perspektifini, ölümü okuyup üfleyip savmak için. Bir prenses hiç yaşlanmaz ve asla ölmez. İKİZ RUHU ARARKEN... KRALİÇE YANİ ANNE FİGÜRÜ Alexis “bağımsız ve verici” olmasını düşlüyor. Francis “dinlemesini” ve “yanıt vermesini” diliyor. Pierre içinse ideal kadın kişilikli, güçlü, özgündür, nereye gideceğini bilir, kendine yol gösterici ve sığınaktır. Bugünün erkekleri feminist kuşaklardan doğdukları için, maçoluk saplantısıyla yaşıyorlar. Av sürmek ya da fethetmek değil, kendilerinde aşkı Bugünün erkeği beyaz atlı prens olmak istemiyor. Çünkü kurtarıcı ve koruyucu rolü artık ağır geliyor. Artık onlar öpülerek uyandırılmak istiyor… Pek çok genç erkeğin yaşlı kadınları arzulamasının nedeni de bu... C M Y B Bugünün erkekleri beyaz atlı prens olmak istemiyor. Beyaz atlı prens kurtarıcı ve koruyucu ve orgazm sağlayıcı ve bu taşımak istemedikleri bir yük. Onlara göre, kendilerine özen gösterilmeli, yani kendileri öpülüp uyandırılmalı. Bunun kanıtı, gitgide daha çok erkeğin kendilerine hazzı tattırmaya yardımcı olan yaşlı kadınlarla yaşamakta oluşu. Rollerin yeniden dengelenmesi, maskelerin düşmesine yol açıyor... G Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle