22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 KASIM 2008 / SAYI 1184 7 Mor ve Ötesi’nin “Başıbozuk”u... Ali Deniz Uslu M or ve Ötesi iki buçuk yıllık bir aradan sonra yeni albümleri “Başıbozuk”la tekrar dinleyicileriyle buluştu. Aslında bu albüm pek de yeni sayılmaz. Çünkü grubun Eurovision macerasından kalan “Deli” şarkısının yanı sıra yine Eurovision seçmeleri için hazırladıkları “İddia” ve “Sonbahar” parçaları bu albümde. Canlı konser kayıtlarıyla “Büyük Düşler” albümünün bazı parçalarının ve “Deli” ile “İddia”nın remiksleri de albümün diğer şarkıları. Muhalif tavırlarıyla tanınan Mor ve Ötesi, Eurovision öncesinde çok eleştirildi, ama yarışmadan müzikal tavırlarını kaybetmeden, iyi bir sonuçla döndü. Grubun solisti Harun Tekin dertlerinin, ulaşabilecekleri en genç kitleyle, en yoğun ve güçlü şekilde anlatacak iletişim kanallarını seçmek olduğunu söylüyor. Bu anlamda da popüler kültürün çok dışında kalmamanın gerektiğine inanıyor. Eurovision’un onlara kattıklarını ise “Grubun yurtdışı tanınırlığında çok önemli bir adım attık. Burada bize yapılan eleştirilerin temeli olan, ‘bu grup Eurovision’da ne arıyor?’ sorusunu, kendi lehimize çevirdik. Orada karşılaştığımız müzisyenlerden daha deneyimli ve ne yaptığımızı bilir olduğumuzu görmemiz de en büyük artımızdı” diyerek sıralıyor. Yani onlar için bu yarışmanın artıları eksilerinden daha çok. Elbette yoğun konser programları ve Avrupa sahnesinde görünür olmalarının açacağı yeni kapılarında farkındalar. Yine de grup daha çok izleyiciye ulaşma adına çelişkilerini meşrulaştırıyor. Yani sevilen şarkıları “Şirket”te “şirket mirket anlamam” eleştirisini getirirken, Eurovision, TRT ve kendi şirketleri Rakun Müzik gerçeğini de yok saymıyorlar. Harun Tekin ise çelişki ve tutarlılık kavramlarına farklı baktıklarını söylüyor, “İnandığımız uğurda her şeyi araçsallaştırmıyoruz. TRT muhafazakâr bir iktidarın yönetiminde olabilir, ama orada emekçiler var, yani işe bu kadar basit bakamayız. Biz iktidar yanlısı olmayan görüşlerin sahiplerinin tercihiydik. Bu teklifi reddetmek, tavır koymak anlamlı değildi, tutarlılık hiç değildi” diyor. “Peki neydi?” sorusuna yanıtı ise “Bu sıkıcıydı, önceden kestirilebilirdi ve çok ahmakçaydı. Bu tarz bir teklif grubun masasına geldiğinde ne yapardık ile teklif edildiği anki kararlar çok farklı olur. Biz de bu işe kendi kurallarımızla girdik ve istediğimizi yaptık”… Grubun davulcusu Kerem Kabadayı da Tekin’le hemfikir. Müziklerine en sert eleştirileri her zaman kendilerinin yaptığını, o yüzden de medyadaki eleştirilerin kendilerini hiç yaralamadığını anlatıyor, “Biz sabırlı olduğumuz kadar da inatçıyız. Yoksa bu eleştirilere dayanamayız” diyor. Elbette geçen yılın Eurovision katılımcılarını bulunca bu yıl ki yarışmaya katılacak olan Hadise’yi ve şansını sormak kaçınılmaz. Kabadayı, “bu yıl için bir şey düşünmüyoruz, çünkü Eurovision’u yaptık bitti” diye yanıtlıyor soruyu “Yani onun sadık izleyicileri olmayacağız. Eurovision uzmanları olmak gibi bir derdimiz yok, Hadise’ye bol şans”. Grubun yeni albümü “Başıbozuk”da iki yeni şarkı, canlı kayıtlar ve remiksler var. “İddia” parçası bir Mor ve Ötesi klasiği değil, “Sonbahar” da Batıya dönük rock tadında, ama grup üyeleri bu şarkıların diğer albümler için referans olmadığını söylüyor. Remikslerde ise endüstriyel müziğin en belirgin göstergesi elektronik tınılar iyice artıyor. Kerem Kabadayı müziklerindeki elektronik seslerin kullanımı konusunda büyük bir zenginlik olduğunu savunuyor, çünkü herkesin ciddi bir elektronik müzik zevki olduğunu, kuru bir dans müziğinin peşinde olmadıklarını anlatıyor. Yeniden Mor ve Ötesi’nin yeni albümünde klasikleşmiş şarkılarının remiksleri de bulunuyor... düzenlenip remikslenecek şarkılarını seçerken çok eğlenmişler. İki parçayı da gruptan Kerem ve Burak düzenlemiş. Diğer parçaları ise güvendikleri isimlere emanet etmişler. Grubun dokunuşlarını taşıyan remiksler ise “Darbe” ve “İddia”. Modaya mı uydular yoksa “bir de böyle dinlenmeli” dediler bilinmez, ama farklı bir Mor ve Ötesi duyurmayı başardıkları kesin. Grubun yeni albümünün adının “Başıbozuk” olması, “deli” parçasından sonra beklenmeyen bir durum değil. Harun Tekin bu ismin içinde yaşadığımız “sürdürülebilir olağanüstü hal” durumuna bir gönderme olduğunu söylüyor, “bu ülkede aklımızı kaçırmamıza sebep o kadar çok ki” diyor “Yani İzlanda’da ya da Orta Avrupa’nın dinginliğinde yaşıyor olsak müziğimiz ve sözlerimiz nasıl olurdu bilemiyorum. Durağanlık huzur getirir, ama huzur ile yaratıcılık arasındaki oran da tartışılır”. Kerem Kabadayı da grubun söz yazımı için parti programı ya da tüzük gibi bir sistemlerinin olmadığını, ama aralarında yaptıkları tartışmalarla kendini besleyen bir anlayışları olduğunu anlatıyor. Uzun lafın kısası “Başıbozuk” Mor ve Ötesi’nin Eurovision macerasının ürünü. Grup şimdi önümüzdeki yıl çıkaracakları altıncı stüdyo albümlerinin çalışmasının yanı sıra 14 konserlik bir Avrupa turnesi planlıyor. Müziklerini daha dinamik bir şekilde üretmek için de prova ve kayıt sürecini birbirinden ayırmadan aynı anda, canlı kayıt yapabilecekleri ortamı hazırlamaya çalışıyorlar. Türkiye’deki konserleri de yakında... G THE CURE Ruj lekeli melodiler Zekeriya S. Şen ir gruptan 31 yıl sonra isteyebileceğiniz tek şey yeni çalışmalarında en azından üç, dört başarılı parça olması. Ağır geçen dört yıl ve sürekli ertelenen çıkış tarihinden sonra The Cure, “4:13 Dream” adlı 13. ve en son çalışması ile bunu fazlasıyla gerçekleştiriyor. Albüm çıkmadan önce dört ay boyunca o ayın 13. gününde yeni bir 45’lik piyasaya sürerek gelmekte olan çalışmasını damla damla müjdeleyen The Cure mayısta “The Only One” ile çıktı karşımıza, bunu sırasıyla “Freakshow”, “Sleep When I’m Dead” ve “The Perfect Boy” takip etti. Orijinalde bir çift albüm olarak tasarlanan “4:13 Dream” aslında 33 parçalık bir çalışmanın ilk bölümü. Yakın gelecekte gün ışığına çıkartılması planlanan 20 parçayı bir yana bırakırsak “4:13 Dream” gölge ve ışığın yer aldığı The Cure’un hamurunu yansıtan bir oluşum. Klavyeyle epik ve ayrıcalıklı bir ses sentezi yaratan grup bu defa klavyeyi bir yana bırakarak stüdyoya girdi. Porl Thompson’un gitar üzerine kurduğu hâkimiyet, klavye olmadan grubun müziksel yapısını koruyamayacağından şüphelenen müzikseveri yatıştırıyor. Porl’un dolambaçlı gitar ezgilerinin çevresini yılların emektarı Simon Gallup bası ve grubun en genç üyesi Jason Cooper baterisi ile bir sonik fırtına B The Cure, yeni albümü “4:13 Dream” da klavyeyi terk edip gitara prim veriyor. formatında sarıyor. İlk defa bir Cure albümünde gitar ve bas bu kadar ön planda. Albüm The Cure imzası taşıyan kavrayıcı ritimlerin yanı sıra çok yüksek tempolu ve neşeli. Hayatın neşesi özellikle “Head On The Door” dönemine kadar tarihlenen “Sleep When I’m Dead” adlı parçada çok güzel sergileniyor. Altı dakikalık “Underneath The Stars” ise 1989 tarihli havada uçan örümcek ağı kıvamında olan şaheser “Plainsong” parçasını anımsatan güzel bir sentez. “Only One” ve “Hungry Ghost” çalışmaları müziksel olarak The Cure’un hâlâ çok etkili olabileceğinin bir kanıtı. Albümün nispeten karanlık yüzünü New Order’ın gözüne parmak sokan “Reasons Why” ve klasik The Cure nakaratları ile parlayan “Real Snow White” parçalarında yaşıyoruz. “Switch”ta, elektro flamenko ritimlerinden yavaş yavaş çılgın bir doruk noktasına tırmanırken Robert Smith “Kendimle yalnız kalmaktan sıkıldım ve başka birisiyle de kalmaktan sıkıldım” diye bağırarak dinleyeni The Cure’un çok iyi irdelediği yalnızlık ve paranoya sınırlarına sokuyor. “Sirensong” uzun zamandan beri The Cure’dan dinlediğimiz en romantik 2.22 dakika. “It’s Over” ise merhametsiz bas ahengi içerisinde mevcut olan tüm ritimleri bastırarak Robert Smith’i bir uçurumun ucuna sürüklüyor; tam atlayacakken Porl kavrayıcı gitar dalgaları ile imdada yetişiyor ve The Cure’un etkileyici 1992 tarihli “The End” parçasında sonra görülen en hızlı albüm kapanışını sergiliyor. Albüm boyunca ters cinsiyet, varoluşsal yıkım, kâbuslar ve labirentsel aşk yine ön planda olan konular. “4:13 Dream” grubun klasik, deneysel, ileriye adımını, köklere dönüşünü temsil ediyor. Ülkemizde Topkapı Müzik etiketi ile raflarda yerini alan “4:13 Dream” grubun ateşli, dirimsel ve geçmişinden fazla kopmamış ilerici yönünü yansıtıyor. The Cure heyecanlı bir maceraya daha yeni başlamış gibi. Umarım bu maceranım ikinci bölümü için bir dört yıl daha beklemek zorunda kalmayız. Ne olursa olsun artık çekmecelere sakladığımız rujlarımızı çıkartma zamanı. G halo@thecuretr.com The Script’ten umuda şarkılar... İ ngiltere ve İrlanda listelerinde zirveye yerleşen “The Script”in kendi adını taşıyan ilk albümleri Türkiye’de yayımlandı. Danny O’Donoghue, Mark Sheehan ve Glen Power isimli İrlandalı gençlerden oluşan üçlünün hikâyesi, Danny ve Mark’ın çalışmalarına dayanıyor. İkili Dublin’de başka sanatçılar için demolar hazırlarken bir gün çok yönlü müzisyen Glen ile tanışmış ve “The Script” ortaya çıkmış. R&B’yi rock ritmleriyle birleştiren, İrlanda’nın yeni U2’si olarak tanımlanan grup, hip hop ve rock müziğin sınırlarında kendilerine özgü yeni bir tarzın da sahibi. Albümde yer alan parçalardan “We Cry”, “The Man Who Can’t Be Moved” ve klip çektikleri üçüncü single’ları “Breakeven” albümün taşıyıcı şarkıları. Ritm ve duygusallığın uyumunun öne çıktığı albümün ana teması ise umut. G Kemençe cazla buluştu Devrim Ege hmet Kadri Rizeli ve piyanist Dr. Nail Yavuzoğlu “Jazz Alla Turca” albümündeki beste ve düzenlemeler için iki yıl çalışmış. Yeni albümlerinde caz standartlarının kemençe ile yorumları, anonim türküler ve Nail Yavuzoğlu’nun besteleri yer alıyor. Ekipte Türkiye’nin en iyi caz davulcusu kabul edilen Cem Aksel de var. Sonuç keyifle dinlenen bir caz albümü. Caz müzik gittikçe yerelleşiyor. Geçen albümünüzde Önder Focan da ney ile caz yapmıştı. Şimdi sizinle kemençe caza yaklaşıyor. Kemençe ile cazı buluşturan nedir? Uzun zamandır bunu düşünüyordum, pop altyapı ya da senfonik çalışmalarımız vardı. Müzik okumalarımızda ise kemençe ile caz birbirlerine göz kırpıyordu. Baktık ki tat da alıyoruz devam etmeye karar verdik. Klasik kemençe virtüozusunuz, sanırım değişik bir şeyler duymanın peşinden bu yola gittiniz. Evet, değişik bir şey duymanın ve duyurmanın peşindeydim. Caz müziğin özü ile Türk müziğinin temelinin ne kadar yakın olduğunu göstermek istedim. A Klasik kemençe virtüozu Ahmet Kadri Rizeli yanına Nail Yavuzoğlu, Nezih Yeşilnil ve Cem Aksel’den oluşan “Modal Jazz Trio” grubunu da alarak cazla kemençeyi buluşturdu. Ekibin ilk albümlerinin adı “Jazz Alla Turca”. Referansları caz standartları, ama melodiler bu topraklardan. Kemençeyi caz standartlarına getirirken müzik dilinde uyuşmazsızlıklar olmadı mı? Pek olmadı, benim iddiam da ikisinin temellerinin ortak olduğuydu. Caz belli kalıplar üzerinde yürüyor, biz onlara uymaya çalışıyoruz. Müziğimiz sırıtmıyor, tavrımız sağlam. Elbette yıllardır farklı pek çok müzik tarzı için ürün vermem bu işte bana kolaylık sağladı. Kemençeye başladığım günden beri günde en az sekiz saat çalışıyorum. Yani bu iş ciddi mesai gerektiriyor. Caza hâlâ mesafe var, yerel enstrümanların katılımı mesafeyi azaltıyor mu? Elbette, kemençeyi duyanlar hemen kulak kabartıyor. Yabancı müzisyenler de caz standartlarında kemençe buluşmasına şaşırıyor, ama seviyorlar. Bu kulağa ve ruha iyi gelen bir yakınlık. Aslında müzikte kural yok, armoni kuralları çaldıkça oluşur. Modern caz ise bazı kuralları kullanmıyor, cazcılar ise kuralları öğrendikten sonra dinlemiyor. Bizim için de öyle olmalı, nazariyatını bilmeli, sonra sazına uygulamalısın. Ne yazık ki bizler iyi öğrenmeden doğaçlamalara geçiyoruz. Bu da temelsizlik anlamına geliyor. Makam anayoldur, yan yollarla beslenir, ama önce anayolunuzu çok iyi bilmeniz gerekli. Repertuvarı nasıl hazırladınız? Kemençenin ses aralıklarını iyi hesaplayarak yola çıktık, çünkü sazı nerede, ne kadar zorlayacağınızı bilmemiz gerekliydi. Elbette caz standartları referans oldu. Soy isminiz “Rizeli”. Kemençe ustası olunca da ister istemez oralı mısınız sorusu geliyor akıllara. Bu bağlantı gerçekten var, büyük babam ve dedelerim Rizeli. İsim de bunun bir sonucu, ama benim menşeim İstanbul. Bu ekibi nasıl bir araya getirdiniz? Piyanistimiz Nail Yavuzoğlu ile konservatuvardan beri beraberiz. On yıl önce onunla caz türküler üzerine çalışmıştık. Yani bu günün geleceği o günden belliydi. Onun triosu hazırdı, yanında Nezih Yeşilnil ve Cem Aksel’den oluşan “Modal Jazz Trio” vardı. Sürekli çalışan, disiplinli bir ekibe geldim, yani hazıra kondum. Bu da bize çok zaman kazandırdı. Pek çok albümde müzik yönetmenliği yaptınız, kemençenizle eşlik ettiniz. Şimdi geçmişe baktığınızda istediklerinizi ne kadar yapabildiniz? Hayatınızı kazanmak zorundasınız, özellikle de müzikle bu işi yapıyorsanız her şeyi yapmak durumunda kalabilirsiniz. Elbette müzik bir bütün ama her zaman istediğiniz ve inandığınız projelerde yer alamıyorsunuz. Müziğinizi canlı dinlemek isteyenler ne yapacak, belli bir program var mı? Biz bu albümü festival ve konserlere katılmak için bir referans olarak görüyoruz. Grubumuz dört kişilik, yani hareket kabiliyetimiz kolay. Şu an bir program belirleyemedik ama önümüzdeki günlerde müzikseverlerle buluşacağız. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle