22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Bursa İpek Yolu Film Festivali 30 KASIM 2008 / SAYI 1184 B ursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 3. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali başladı! 4 Aralık’a kadar devam edecek olan festival, zengin film programı, etkinlikleri ve sürprizleri ile üçüncü yılında daha da büyüyor ve gelenekselleşme yolunda hızla ilerliyor. Bu yıl Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali’nde gösterilecek filmler “Panorama”, “Aykırı Gerçekler”, “İpek Yolu Üzerinden: BosnaHersek”, “Ulusal ve Uluslararası Altın Karagöz Uzun ve Kısa Metraj Yarışma Filmleri”, “Geleceğin Ustalarından Ödüllü İlk Filmler”, “Bozkırın Ozanı: Cengiz Aytmatov”, “Çocuk Kervanı”, “Özel Gösterimler: Türk Sineması”, “Yeşilçam Klasikleri”, “Engelsiz Filmler Kuşağı” ve “Yarışma Dışı Kısa Filmler” olmak üzere 14 farklı başlık altında toplandı. Festivalde bu yıl 35 ülkeden 130’a yakın uzun ve kısa metraj film yer Cantet: “Sınıf”ın ve sınıfın yönetmeni aurent Cantet hem ‘Sınıf’ın hem de sınıfın yönetmeni... Sınıf bugünlerde ekonomik kriz karşısında işsizlik, yoksulluk ve yoksunlukla karşı karşıya. ‘Sınıf’ ise Türkiye’deki sinema salonlarında... Fransız sinemacı Cantet Fransa’da zorlu bir mahalle ortaokulunda yaşananları anlattığı son filmi ‘Sınıf’la yeniden Türkiyeli izleyicilerle birlikte. Contretemps.eu adlı internet sitesi için bir gazetecinin kendisiyle yaptığı röportajda “Sizin iktidar ilişkilerini anlatan bir yönetmen olduğunuzu söyleyebilir miyiz” sorusuna “Hatta sınıfsal ilişkileri anlattığımı söyleyebilirsiniz” diye yanıt veren Cantet çalışma yaşamı, işsizlik, aile ilişkileri, kimlik meseleleri gibi konulara odaklandığı filmlerinde kişisel olanla politik olanı eklemlemeye çalışan bir sinemacı. Fransa ve dünyayı Laurent Cantet ismi ile tanıştıran daha önce Lübnan savaşını konu alan biri işçi sınıfı, biri aile ilişkileriyle ilgili iki kısa filmden sonra 1998’de çektiği ilk uzun metrajlı filmi “İnsan Kaynakları” oldu. Adım adım greve giden bir fabrikada işçilerle yönetim arasında yaşanan gerilim ile bir babaoğul ilişkisini aynı ustalıkla ele alan film belgeselin gücünü kurguyla buluşturmasıyla büyük beğeni topladı. Filmin dikkat çekici bir yanı da profesyonel oyuncuların kadroda yer almaması oldu. Cantet kadrosunu, atölye çalışmalarıyla gerçek işçiler arasından çıkarmıştı. Ancak kendi tabiriyle “bir stilin tutsağı olmak istemiyordu.” Sonraki iki filminde profesyonel oyuncularla çalıştı. İkinci uzun metrajlı filmi işten kovulan ancak bunu ailesinden gizlemeye çalışan orta sınıf bir aile babasının hikâyesini anlatan “Para Yok Zaman Çok”un merkezinde de yine iş yaşamı vardı. Üçüncü filminde Charlotte Rampling gibi ünlü bir isimle çalışmayı tercih eden yönetmen “Güneye Doğru” adlı bu eserinde bu kez film setini uzakta bir diyara, Haiti’ye kurdu. Seks turizmi için Haiti’ye gelmiş, ileri yaştaki Kuzey Amerikalı Filmlerinde politik olanla kişisel olanı eklemliyor, işçi sınıfının hallerine özel önem veriyor, belgeselin gücünü kurmacanınkiyle birleştirmenin yollarını deniyor... Türkiye’de vizyona giren son filmi ‘Sınıf’ vesilesiyle Fransız yönetmen Laurent Cantet’nin sinemasına kısaca göz attık... Mahmut Hamsici üç beyaz turistle siyah bir Haitili gencin hikâyesini anlattığı film için bir röportajında “Birilerinin toplumsal sefaleti ile diğerlerinin cinsel sefaletini karşılaştırdım” diyecekti. Aynı söyleşide filmle ilgili en gurur duyduğu şeyin kadınlardan ve Haitililerden kendisine gelen eleştiriler olduğunu söyleyecekti: “Bazıları bir kadının merkezinde olduğu bu filmin senaryosunun nasıl olup da bir kadın tarafından yazılmadığına şaşırdı. Öncelikle bununla gurur duydum. Haitililerse ilk kez beyaz bir Fransız yönetmenin Haitilileri acıyarak anlatmadığı bir film yaptığını söylediler. İkinci gurur duyduğum bu oldu.” Cantet’nin kamerasını çetin bir ortaokul sınıfına çevirdiği son filmi “Sınıf”, yönetmenin “İnsan Kaynakları”nda izlediği stilden izler taşıyor. Kamera karşısında gerçek öğrenciler var (Burak rolündeki öğrencinin Burak Özyılmaz adlı bir Türk genci, Sezer’in de annesi olduğunu hatırlatalım). Filmdeki öğretmen François da, senaryoya kaynaklık eden ve kişisel deneyimlerden yola çıkarak yazılan kitabın yazarı François Begadeau. Sahneler de yine belgesel ile kurmacanın tadını birlikte veriyor. Cantet bir röportajında “Sınıf”ı bir açıdan daha “İnsan Kaynakları”yla aynı kefeye koyuyor: “Tıpkı ‘İnsan Kaynakları’ndaki işyeri gibi sınıf da küçük bir dünya. İktidar ilişkileriyle bu karmaşık yer toplumsal yapının toplamını gösteriyor. Sınıf, toplumdaki tüm sorunları minyatür biçimde yansıtıyor. Fırsat, iş hayatı, iktidar, kültürel ve sosyal entegrasyon açısından eşitlikeşitsizliğin tartışıldığı dünyanın küçük bir modeli.” Fransa’ya 21 yıl sonra Altın Palmiye getiren “Sınıf”, Laurent Cantet sinemasıyla daha önce tanışamamış olanlar için kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor... G L “Motosiklet Günlüğü” filminde Gael Garcia Bernal. alıyor. Yerli ve yabancı 400’e yakın oyuncu, yönetmen, yapımcı, yazar ve basın mensubunu ağırlayan festivalin konukları arasında en dikkat çeken isimlerden biri ise şüphesiz, “Paramparça Aşklar ve Köpekler”, “Motosiklet Günlüğü”, “Kötü Eğitim”, “Fidel” ve “Babil” gibi önemli filmlerden hatırlayacağımız Gael Garcia Bernal. Festivalin “Panorama” bölümünde gösterilecek olan “Körlük / Blindness” (2008) filminde Julianne Moore ve Danny Glover’la başrolü paylaşan yine festivalin “Aykırı Gerçekler” bölümünde gösterilecek “Chevrim / Chevolution”(2008) adlı belgeselde de yer alan genç oyuncu, “Geleceğin Ustalarından Ödüllü İlk Filmler” bölümünde gösterilecek “Cochochi”nin de yapımcılarından biri olarak festivale katılacak... G Hemşerileri izleyemeyecek! Alper Turgut C emal üniversiteyi kazanıp dilini, kültürünü, yaşama biçimini hiç bilmediği bir kente, İstanbul’a gelir. Yalnızlığını azaltacak tek yol, kendisi gibi olanlarla yolunu birleştirmektir. Birleştirir de. Hem kendisiyle, hem sistemle, hem de dahil olduğu örgütün elemanlarıyla çatışır… Fırtına (Bahoz) filminin yönetmeni Kâzım Öz, bu çatışmayı iyi biliyor, çünkü onun öyküsünde de, okumak için gelinmiş İstanbul var. Kürt meselesine değinen film çok tartışılıyor, Öz “Türkler Mustafa’yı, Kürtler Fırtına’yı tartışıyor” diyor. Soruyoruz yanıtlıyor: Sinema hep bir çocukluk hastalığı diye bilinir, sizin için de sinema, sizinle birlikte büyüyen bir istek miydi? Ben Tunceliliyim. 1973’te, Pertek ilçesinde doğdum. Sekiz kardeşiz. Ailem, eskiden hayvancılık yapardı şimdi ise çiftçilikle uğraşıyor. İstanbul’a, 17 yaşımda, okumak için geldim. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldum. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sinema bölümünde yüksek lisans yaptım. Fırtına, aynı zamanda doktora tezim. Mühendisliğe ne oldu? Şu ana dek inşaat mühendisliğine ilgi duymadım, sadece iyi film inşa etmek istiyorum. Filminiz gösterimde, tepkiler nasıl? Çok beğenenler de oldu, kıyasıya eleştirenler de... Beğenilerin iki ayrı uca savrulması bence filmimiz adına önemli bir gelişme. Bu Fırtına’nın ses getirdiğini müjdeliyor. Örneğin internet sitesi Facebook’ta sinemaseverler bir grup açmış. Geçen baktığımda üye sayısı altı bine yaklaşmıştı. Özellikle gençlerin film üzerine hararetli yorumlar yaptığını görmek gerçekten sevindirici. Bunun dışında Fırtına’yı izleyenler arasında yaşanan “örgüt içinde “Fırtına” filminden... kadın erkek ilişkisi”, “işkencede gözler açık mıdır, kapalı mıdır”, “dağlar neden çıplak gösterildi” gibi birçok tartışma da ışıklar yandığında da filmin sözünü söylemeye devam ettiğini gösteriyor. Fırtına sinemadan ve seyirciden beklentilerinizi karşıladı mı? Film Türkiye genelinde 24 kopya ile vizyona girdi. İstanbul’da dokuz sinemada gösteriliyor. Pendik, Avcılar, Beyoğlu ve İstanbul Üniversitesi’ne yakınlığı nedeniyle Çemberlitaş’ta yoğun ilgi görüyor. Van’da da sinema salonu Kâzım Öz. Fotoğraf: Uğur Demir Kâzım Öz gösterimdeki “Fırtına” filminin yönetmeni. İnşaat mühendisliği okuyup yolunu sinemaya çeviren, içerden bir hikâyeyle seyirci karşısına çıkan Öz’ün filmi doğduğu kentte, Tunceli’de gösterilemiyor. Çünkü kentin tek sineması zarar nedeniyle kapandı. Ama Van, Diyarbakır ve Batman’da izleyici filmi hem eleştiriyor, hem tartışıyor. dolup dolup boşalıyor. Diyarbakır, Batman ve Urfa Viranşehir’de gala yaptık. Batman bizim için çok önemli. Orası faili meçhul cinayetlerle acılar kentine dönüşmüştü. Artık Batman, sanatla da anılsın istiyoruz. Peki, film doğum yeriniz Tunceli’de gösteriliyor mu? Tunceli’de bir tek sinema salonu var. Sinemanın sahibi ilgisizlik yüzünden herkese küsmüş. Masrafları artıp borcu 25 bin YTL’ye ulaşınca yaklaşık 100 kişilik salonunu kapatmış. Onu aradım, bak bu film ilgi çeker, hatta iki ay kapalı gişe oynatır, borçlarını kapatırsın, dedim. Ancak o, Nuh dedi, peygamber demedi. İkna edemedik. Filmin öyküsünü nasıl kurdunuz, zaman ve mekân seçimlerinizi nasıl yaptınız? Siyasi atmosferin keskin olduğu 1992 yılına dair bir öykü anlatmak istiyordum. Aynı yıllarda öğrenci olduğum için hikâye doğal olarak üniversite ortamında gelişecekti. Filmin fikir olarak aklıma ilk düştüğü tarih 1997’dir. 2003’te tam manasıyla üzerinde çalışmaya başladım, 2005 yılında ise harekete geçtik. Fırtına’da on beşe yakın başrol, üç bini aşkın figüran var. Kamera arkası ekibimizin sayısı ise 60’ı buldu. Fırtına’yı İstanbul ve Tunceli’de çektik. Çekimlerde kullanılmak üzere, 1992–1993 tarihli gazeteleri ve dergileri yeniden hazırlayarak bastırdık, yeni afişler ürettik, dönem otomobilleri bulup bazı sahneler için özel dekorlar hazırladık. Ayrıca, çekimlerde çok sayıda molotofkokteyli ve pankart kullandık. Filminiz festivaller tarafından reddedildi ancak vizyona girebildi, bu bir çelişki değil mi? Ne yazık ki, Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal film festivalleri politik bir sansür uyguladılar. Böyle bir şey olabilir mi? Bizler kralın soytarıları değiliz. Birçok oyuncunun filminizde rol almayı reddettiğini duydum… Filmin içeriğinden dolayı oynamayacağını söyleyen çok oldu. Aslında başrole Cahit Gök yerine, Mehmet Ali Nuroğlu’nu düşünüyordum. Fakat o da rol almayı reddetti. Oysa bu bir oyuncu için büyük bir fırsattı. G İzmir’in sinemacı çocukları... Gül Yaşartürk İ zmir’de çocuklar, gençler tam dört yıldır sinema ile uğraşıyor. Senaryo yazıyor, yönetmenlik yapıyor, film çekiyor. Konak Belediyesi’nin projesi ilköğretim öğrencileriyle başladı, liseli öğrencilerle sürüyor. Projenin danışmanlığını üstlenen Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Zühal Çetin Özkan sorularımızı yanıtladı. Projenin ortaya çıkışından söz eder misiniz? 2006’da ilköğretim öğrencileri ile başlayan Sinemacı Çocuk Projesi, sonraki yıl Liseli Sinemacı olarak devam etti, 2008’de ilköğretim öğrencileri ile belgesel film çalışması yapıldı. Konak Belediyesi Kültür Müdürlüğü ve Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi SinemaTelevizyon Bölümü yürütücülüğünde süren projede bakış açısı “çocukların ve gençlerin yaratıcı yetenekleri sır olarak kalmamalı”ydı. Sanat ve kültür, her çocuğun, toplumu kavramasında ve kendi düşünce dünyasını kurmasında işlevseldir diye düşünerek bunu sinema ile yapmaya ve yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Sinema, hayatımızın içinde ne kadar olursa hayat o kadar güzel olur, hem bizim hem çocuklarımız için. Çocuklar sinema dendiğinde akıllarına ilk gelen ne? Televizyon. Sinema filmi izleme pratikleri çok yok, sinema onlara hem uzak hem yakın. Hem çok büyüleyici hem imkânsız bir şey gibi geliyor. Proje onlara açıklandığında inanması güç geliyor önceleri, ilk iki ayında üniversiteye gitmek, üniversitelilerle ders dinlemek, senaryo yazmayı, film çekmeyi öğrenmek düş gibi ama sonuçta mutlu ayrılıyorlar. Sıkılmıyorlar mı? Biz olayı sıkıcı hale getirmeyerek zevk almalarını da Sinemayı öğrenen çocuklardan biri... sağlıyoruz. Son derece rahat, yalın ve uyumlular. Proje onların sinemaya olan ilgilerini arttırıyor. Çevrelerini tanıma, birlikte çalışmayı öğrenme konusunda çok yararlı. Bir öğrenci, “bu çalışma bana grup çalışmasının zevkli olduğunu öğretti. Araştırma yapmanın ne kadar keyifli olduğunu öğrendim” dedi. Öğretmenlerin ve anne babaların desteği çok önemli. Onlar da çocuklarının değiştiğini, olumlu etkileri fark ettiklerini söylüyorlar. Peki, ortaya çıkan filmler? Çocuklar ilk olarak 23 Nisan’a bakış açılarını yansıtan konu belirlediler, bu konu etrafında kısa film senaryosu hazırladılar. Işık, devamlılık, yönetmen ve kamera asistanlığı yaptılar. Liseli Sinemacılar ise 19 Mayıs Gençlik Bayramı’nı çalıştılar. İki ay boyunca öykü, senaryo, çevrim senaryosu hazırlıkları sürdü. Gençler senaryoları oluşturdu, rolleri paylaştı. Çekilen bütün filmler izleyiciyle buluştu. Üçüncü çalışmada bir farklılık söz konusu, ilk kez kendi seçtikleri konuda çalışacaklar… Evet, Sinemacı Çocuk 2008, belgesel çalışmasına dönüştü. Her okul, bir ekip olarak çalışmaya katıldı. Çocukların kendi sosyal çevrelerine ilişkin gözlemlerinden yola çıkarak ürettikleri filmler, tümüyle kendi öneri, karar ve etkinlikleriyle oluşturuldu. “Belgesel nedir nasıl yapılır”ın öğretim süreci, belgesel metni yazımı ve çekim süreçleri Sinema Televizyon Bölümü öğrencileri denetiminde sürdürüldü. Belgesel filmler, şehirdeki sanatsal ve kültürel etkinliklere ücretsiz ulaşım mücadelesini, Reşat Nuri Güntek’in gözünden Bozyaka’yı ve OKS stresini konu alıyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle