22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 30 KASIM 2008 / SAYI 1184 Hatırlamak için... Yakın siyasi tarihimizi ne kadar biliyoruz; ya da bildiklerimizin ne kadar farkındayız? Gündem karmaşası içinde hafızamızı yitiriyoruz belki, aklımızda kalanları da unutmak istiyoruz. Ancak unutmak bizi eksiltmekten başka bir işe yaramıyor. Hikmet Çetinkaya yeni çıkan iki kitabı Faili(m) Meçhul ve Susurluk’tan Ergenekon’a ile hem gözümüzün önündeki hem de gözden çok uzak derin ilişkilere ışık tutuyor. Deniz Ülkütekin S on ayağı Ergenekon olan olaylar zinciri aslında Türkiye’nin yakın tarihinin bir özeti. 1 Mayıs 1977’yi, 12 Eylül’ü, Uğur Mumcu cinayetini, Susurluk’u birbirinden bağımsız olaylar olarak görmek kolay değil. Ancak birbirleri arasındaki bağlantıları deşifre etmek de bir hayli zor. Hele ki kendi gündeminde boğulup “balık hafızalı” damgası yiyen bir ülke için. Hikmet Çetinkaya’nın köşe yazılarını öykülendirdiği iki kitabı “Faili(m) Meçhul” ve “Susurluktan Ergenekon’a”, karışık ilişkiler yumağını zaman aşımından kurtarıp, Türkiye siyasi tarihinin bütününe tekrar bakmamızı sağlıyor. Hatırlamak için... Kitaplarınız Türkiye’nin yakın tarihi için de önemli bir belge niteliğinde. Faili meçhul cinayetler ve suç unsuru taşıyan yapılanmalar üzerine yazmaya başladığınızdan beri Türkiye’de değişen bir şeyler oldu mu? Bence değişen pek bir şey yok. Türkiye, eşitlikçi, özgürlükçü ya da demokratik bir toplum değil. Adı demokratik hukuk devleti ama bu sadece kâğıt üzerinde. Faili Meçhul(m) aslında failim meçhul değil, anlamında. Bu kitaplar, Cumhuriyet’te çıkan yazılarımın arka arkaya sıralanmış hali değil, birbirini tamamlayarak öykülendirilmesi. Hepsini bir bütün haline getirince bu cinayetlerin ardındaki gerçekler de şekilleniyor. Örneğin Vedat Aydın cinayetinin faili meçhul müdür? Bence değildir. O cinayetten hemen sonra Diyarbakır’a gittim. Işık içinde yatsın Bülent Ecevit de olayın ardından Özel Harp Dairesi’nden bahsetmişti. Vedat Aydın’ı o dönemde devlet içinde örgütlenen silahlı bir çetenin öldürdüğünü herkes biliyordu. Sonraki yıllara baktığımızda başta Uğur Mumcu olmak üzere Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri var. 2002’deki Hablemitoğlu cinayeti hâlâ açıklığa kavuşmadı. Bu cinayetlerin arkasındaki adı konulamayan bir güç… Fotoğraf: Vedat Arık Adı var, bunu görmek için kanlı 1 Mayıs’a, o gün Intercontinental Oteli’nin odalarından ateş edenlerin kimliklerine bakmak yeterli. Buradan Özel Harp Dairesi ya da kontrgerilla çıkar. Güneydoğu farklı bir boyuttur bu bağlamda. Baktığınızda Musa Anter cinayeti gibi, faili belli olan pek çok cinayet vardır. Ben bu olaya sadece Güneydoğu penceresinden bakmıyorum. Güneydoğu operasyonlarında önemli bir isim binbaşı Cem Ersever öldürüldü ve faili hala meçhul. O dönemde siyasi erkin atadığı OHAL Valisi, OHAL’de görev yapan birtakım polis müdürleri bakan, milletvekili oldu. Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının buzlanması filan hâlâ tartışılan olaylar. Susurluk adı verilen bir örgütlü, silahlı bir güç vardı, şimdi bu olaydan içeride yatan filan yok. Bu olay da siyasal iktidar tarafından örtüldü. Şimdi de Ergenekon ve Ergenekon’da belli isimler var, örneğin Veli Küçük. Kocaeli, Sapanca, Gebze üçgeninde kaç Kürt işadamının öldürüldüğü ortadadır. Ancak İlhan Selçuk, Mustafa Balbay gibi soslar ektiler işin içine. Olayı başka bir boyuta yönlendirmeye çalışıyorlar. Susurluk tam olarak aydınlatılmadan Türkiye’nin bugün gündeminde olan olaylar aydınlatılamaz. Susurluk raporu diye bir rapor var, bunun bazı sayfaları yok olmuş. Benim kişisel kanıma göre, Uğur Mumcu’ya, Ahmet Taner Kışlalı’ya, Çetin Emeç’e, Bahriye Üçok’a, Muammer Aksoy’a, Hablemitoğlu’na tetiği çektiren güç, Güneydoğu’da Vedat Aydın’a, Musa Anter’e, Behçet Cantürk’e tetiği çektiren güçtür. Bu isimlerden bazıları yasadışı iş yapmış olabilir, ancak “faili belli” cinayetlerle ortadan kaldırılamazlar. O nedenle yakın tarihe bir ışık tutmak amacıyla, Faili(m) Meçhulu ve Susurluk’tan Ergenekon’a isimli kitaplarda yazılarımı öyküselleştirerek birleştirdim. Kitabınız bir anlamda da korkutucu. Yazılarınızı üç senelik bir zaman içinde okuduğumuzda araya giren diğer resimlerin zorlaştırdığı bütüne kolayca ulaşabiliyor, bütün bu faili meçhul cinayetlere giden yapılanmaları bir arada görebiliyoruz. Başlangıç noktanızda ise 12 Eylül var. Bu antidemokratik dönemin 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesine kadar giden sürece etkisi olduğunu düşünüyor musun? Elbette, etkisi olmaz mı? Askeri faşist darbe solu yok etti. Hizbullah’ı PKK’ye karşı devlet kurdu. TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nda hazırlanan rapor var. Bu raporda Batman’ın bir ilçesinde jandarma alay komutanlığında Hizbullah militanlarının eğitildiği ortaya çıkıyor. Yani düşünebiliyor musunuz, o tarihlerde Batman’da günde üç kişi öldürülüyordu, yakından, bir metreden kulağının arkasına ateş edilerek. Uğur Mumcu cinayetinden sonra Türkiye’de işlenen cinayetlere, özellikle Güneydoğu’da işlenen cinayetlere dikkat etmek lazım. Ben o yüzden Uğur Mumcu’nun 80’li yıllarda, 70’li yıllarda yazmış olduğu yazıları okudum. İzmir milletvekili Süleyman Genç’in evine bomba atıldı. Bunlar askeriyeden alınan el bombalarıydı. Uğur Mumcu bunların üzerine gitti. Bir ülke olarak siz 16 Mart katliamını daha açığa çıkaramamışsınız, DİSK Genel Başkanı’nın öldürülmesini, Doğan Öz cinayetini aydınlatamamışsınız, üstünü örtmüşsünüzdür. Ecevit, Doğan Öz’e çok önemli bir görev vermişti, devlet içindeki bir çeteyi ortaya çıkarmak. O çete Ülkü Ocaklı gençleri organize ediyordu. Bu ülkede 12 Eylül’de Abdullah Çatlı, Niğde’de Emniyet Müdürlüğü’nden yeşil pasaport alıyor, sonra arşiv yanıyor. Bunları açığa çıkarmak, kamuoyunu bilgilendirmek gazeteci olarak benim görevim. Bu kitapları ben tarihe tanıklık etsin diye çıkartıyorum. Bunu yapmasam gazetenin arşivlerinde kalacak, 30 yıl sonraki kuşak bunları hatırlamayacak bile. UĞUR MUMCU CİNAYETİ... Uğur Mumcu derin devlet hakkında ne kadar bilgiye sahipti? Faili meçhul cinayetler onun ölümünden sonra Türkiye’nin gündemine oturdu… Musa Anter cinayetini çok yazdı. Geçmişte de pek çok faili meçhul cinayetler üzerine gitti, yolsuzlukların üzerin gitti, birilerini tedirgin etti. Öldürüldükten sonra Sivas katliamı yapıldı ve bir dizi faili meçhul cinayet meydana geldi. Yaşıyor olsaydı, bunların üzerine giderdi, deşifre ederdi. Sadece gözü pek bir gazeteci değildi, araştırırdı. “Bu askerdi bu sivildi” diye bakmazdı, suçluları açık açık teşhir ederdi. Birtakım olaylardaki silahların Makine Kimya Endüstrisi tarafından yapıldığını, filanca askeri tesiste bilmem kimin kullandığını açık açık yazmıştır. Teğmenlerin, subayların isimlerini vermiştir kitaplarında. Madımak vahşeti Uğur Mumcu ortadan kaldırıldıktan sonra yaşandı. Yaşasaydı bunları araştırırdı. Ümraniye olaylarını, Sabancı suikastı olayını öyle yarım yamalak bırakmazdı. Uğur Mumcu cinayetinde benim görüşüm, az önce bahsettiğime benzer devlet içinde belli bir silahlı gücün öldürdüğü yönündedir. Pek çok kişi de benim bu görüşümü paylaşıyor. Tetikçi bulmak Türkiye’de basit, ama ona tetiği çektiren büyük patron kim? Bunların yabancı servislerle olan ilişkileri var mı? Siyasi yazı yazan birçok köşe yazarı var ama sizin yazılarınızı farklı kılan, biriyle konuşuyor gibi yazmanız… Bu diğerlerinden farklı bir dil, neden böyle bir üslup kullanıyorsunuz? Bu üslubu bilerek kullanmıyorum, ben uzun yıllar röportaj yazarlığı yaptım, onlarda o dili kullanıyordum. Köşe yazarlığına başladıktan sonra da köşemde röportaj dilini kullanmaya devam ettim. Örneğin, kimi zaman bir şiir de koyuyorum, Anadolu’nun bir yerindeki kahveden başlayıp olayı ilişkilendiriyorum, daha doğrusu hayatı da sokuyorum siyasi yazıların içine. Bu eski röportajcı olmamdan kaynaklanıyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle