Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Cennet cennet dedikleri... Selçuk Erez Ötesini düşün! Ötesi nasıl bir yerdir? Oktay Rifat, “Fadik ile Kuş” şiirinde anlatmıştı: “Cennette bir kalabalık Bir kalabalık İğne atsan yere düşmez Çukurova ırgat kahvesi gibi mübarek Ama öylesine değil Lüküs, kibar Duvarları silme muhallebi Ayın ondördü gibi gılmanlar Gılmanların peşisıra rintler Kırkdokuzluk abı Kevserler patlatılmış Çiğer kebapları sulu mu sulu..” Başka nasıl anlatmalı? Lüks, nefis bir İtalyan lokantası düşün; ama orada yiyebildiğin kadar ye; asla şişmanlamıyorsun! Televizyonlarında en heyecanlı, en erotik serilerin biri bitiyor, biri başlıyor... Gittiğin maçlarda hep senin tuttuğun takımlar bir düzine gol, dört düzine basket atıyor, ama tek bir tane bile yemiyorlar... Doğal gaza, benzine yüzyıllardır zam gelmemiş... Bir an için kendini orada düşün: Gerçekten yakışıklı ve karizmatik olmuşsun; ağzını açtığında ne nefret, ne takıyye.. sadece atasözleri dökülüyor.. Hangi şiirin, hangi şaire ait olduğunu öğrenmişsin.. Danışmanlarının her söylediğine inanman ve Umutsuzluktan çıkış için... Müjde Arslan eidegger Kitabı, Muallakta Var Olmak adlı kitapları yayımlanan Kaan H. Ökten, 10 yıllık bir sürece denk gelen Heidegger’in “Varlık ve Zaman” kitabının çevirisiyle birlikte “Varlık ve Zaman Kılavuzu” hazırladı. Ökten, Heidegger okumaya başladıktan sonra kullandığı dilin, dünyaya bakışının, yaşam tarzının değiştiğini söylüyor. “Dünya” diyor “Heidegger okumadan önce düşündüğüm gibi değilmiş”. Ökten’le buluşup, çeviri sürecini ve kılavuzu konuştuk. Tam on sekiz yıldır Heidegger’le yatıp Heidegger’le kalkıyor Kaan H. Ökten. On yılını verdiği Varlık ve Zaman’ın Türkçe çevirisini tamamladı. Bir de kitabı okuma kılavuzu hazırladı. Varlık ve Zaman için “Bu kitap” diyor Ökten “Adamı değiştiriyor”… Kaan H. Ökten. H Martin Heidegger. Varlık ve Zaman neden 20. yüzyılın başyapıtıdır? Çünkü 20. yüzyılda sürekli müracaat edilen, ilham alınan, eleştirilen bir kitap. 20. yüzyılın önemli düşünürlerinin neredeyse tamamı Varlık ve Zaman kitabından ya doğrudan besleniyor ya da dolaylı. Heidegger’in düşünceleriyle ne zaman tanıştınız? Almanya’da büyüdüm, dolayısıyla Almanca okuyorum. Türkiye’de Almanca eğitim veren bir liseye gittim, sonra İstanbul Üniversitesi’ne girdim ve orada uluslararası ilişkiler okudum. Okul dışında okumalarda, 1990’da, Varlık ve Zaman’la tanıştım. Okumam uzun sürdü, çünkü bir solukta okunacak bir kitap değil. Ayrıca 20 başka kitap okumayı gerektiriyor. Bu yüzden Heidegger çalışmak demek, felsefe yapmak demek. Sonra bunu tercüme etsek nasıl olur, diye düşündüm. Heidegger sizi nasıl etkiledi? Heidegger’in öncesi ve sonrası diye düşünürsem, Heidegger’den önce düşündüğüm gibi değilmiş dünya! Bu kitap adamı değiştiriyor. Umutsuzluktan bir çıkış yolu sağlıyor belki de... Heidegger düşüncelerinin günlük hayattaki karşılığı üzerine ne düşünüyorsunuz? Heidegger’in düşünce tarihine en büyük katkısı “Varlık hep benimkidir,” demesi. 2500 yıllık felsefe tarihinde varlık nedir, bir türlü yanıt vermemişiz, çünkü soru sormamışız. Ortaya bir sürü şey çıkarılmış; dinler, metafizik, ahlak… O zaman en başa dönüp soruyu tekrar sormamız lazım. Varlık nedir? Varlık, doğumölümyaşam üçgeninin bir şeyi değil, var olmak, burada olmaktır. Ne yaptığını düşüneceksin. Heidegger diyor ki bir çekici yerde bulduğunuzda ki meşhur Heidegger çekici diye bilinir çekiç, işçiye, el işine, cinayete, bir sürü şeye işaret edebilir. Biz insanlar dünyada yaşarken dünyadan bağımsız değiliz. Dünyadaki her şey bize bir şekilde temas ediyor. Kitap yayınevine, yazara işaret eder, kitap diye bir şey yoktur tek başına. Kitap; yayınevi, yazar, okuyucu, okul, ağaç varsa anlamlıdır. Peki, varlık ölümle tanımlanır diyebilir miyiz? Ölüm varsa zaman vardır. Zaman bizim için bir hareket sahası sunuyor. Küçük bir oğlum var, büyüdükçe, kendi ölüm ufku karşısında zamanın açtığı hareket sahasını doldurmaya başlıyor yavaş yavaş. Oğlan benim oğlum ölecek, bu acı bir şey hareket sahasını doldurdukça kendi dünyasını keşfediyor. Heidegger’in söylediği şey buydu: Bizim varlığımız var olanları keşfetmektir. Bu yüzden biz insanlar tuhaf varlıklarız. Eserin zaman içindeki yolculuğunu nasıl buluyorsunuz? Kitap bir felsefe klasiği olduğu için her zaman okunacak bir kitap. Tarihi bir belge olduğu için de o dönemi anlamak açısından önemli. Günümüzün düşünce tarihinin köklerini bu kitapta buluyoruz, Kitabın yayımlandığı 1927 ile 2008 arasında 81 yıl C M Y B C MY B gerçekleri teğet geçmen gerekmiyor artık! Kimin kaç çocuk doğuracağının kimsenin üstüne vazife olmadığını da anlamışsın.. “İnsanlar memlekete ırgat, asker yetişsin diye ya da başbakan buyurdu diye değil, bakabilecekleri kadar çocuk yaparlar, isterlerse de hiç yapmazlar” diyorsun. Bu sözlerini yalakalar değil, candan insanlar alkışlıyor. Bunlarla kalmıyor, mesela, “Karikatürcüler beni nasıl çizerlerse çizsinler; isterlerse poz veririm!” gibi şeyler söylüyor, ince latifeler yapıp gülüyorsun.. Sadece onların evine gitmekle kalmıyor, onları da kendi evine davet ediyor, “Haftaya annenizi de alıp bize buyurun. Muhakkak beklerim!” diyorsun.. Dış politikada etkili görünmek için aralarında hırgür çıkmış bütün devletlere, mesela Amerika ile İran’a, Gürcistan ile Rusya’ya arabuluculuk yapmaya kalkışmanın gerekmediğini, zira böyle yersiz çıkışların zaman zaman her iki taraftan da diplomatça söylenmiş “Sen kendi işine bak!” anlamına gelecek cevaplara yol açabileceğini kavramışsın.. Eleştirenlere hiddetlenip dava açarak değil, “Yanlışlarımı düzelttiğiniz için size şükran borçluyum!” diye karşılık veriyorsun. Arada sırada Borusan Filarmoni Orkestrası’nın konserine bile gidiyorsun. Bunlar ne hoş şeyler değil mi? Günün birinde böyle olmak istemez misin? Öyleyse hâlâ neden Deniz Feneri rezaletini duymamış gibi davranıyorsun? Tayinlerde yeterlilik değil de bizden, cemaatten olmak gibi kıstaslar aranıyor: Sen bunları niçin onaylıyorsun? Neden saydamlıktan, adi suçlar konusunda dokunulmazlıkların kalkmasından korkuyorsun? Şu yüzde 10 barajını ne vakit indireceksin? Biliyoruz: Bu kadar eksik kadı oğlunda bile vardır! Bu ufak tefek yanlışları düzelttiğin gün emin ol, insanların en az yüzde kırk yedisi, sırası geldiğinde Cennetmekân olman için dua edeceklerdir! G erezs@superonline.com var. Çok bambaşka iki cümle. 1885’ten itibaren Alman imparatorluğu sanayileşme hamlesini tamamlıyor, silahlanıyor ve militarizme doğru kayıyor. Emperyalizm trenine binip dünyanın paylaşılma savaşına dahil oluyor, Ortadoğu’da rol almaya başlıyor, Osmanlı’yla ilişkileri oluyor. Almanya komple şekil değiştiriyor. Katılaşıyor, sertleşiyor. Heidegger böyle bir çağda büyüyor. 2008 görüntüsünde ne var? 21. yüzyılın şu anki görüntüsü Heidegger’in eleştirdiği şeylerin tamamının gerçekleşmesi durumu; herkesleşme, tek tipleşme, teknolojinin hâkimiyeti, insanoğlunun hâlâ varlık sorusunu sormuyor oluşu. Sistemden kopmuş kimse kalmadı, muhalif de kalmadı o yüzden. Muhalif olanlar da sistemin bir parçası. Kaçacak bir yer yok. Kaçacak tek yer düşünce dünyası… Buradaki anahtar da 1927 tarihli Varlık ve Zaman kitabı. Bu bize fikri özgürlüğümüzü ele almak için bir araç, bir merdiven gibi. Varlık ve Zaman bir merdiven gibidir, bir yerden bir yere çıkarsın ondan sonra merdiveni atarsın. Heidegger de böyle yapmıştır. Varlık ve Zaman kitabı çıktıktan sonra halletmiştir kendi meselesini, kenara itmiştir, başka yollara dalmıştır. Varlık ve Zaman Kılavuzu nasıl bir olanak sağlayacak okuyucuya? Heidegger’ce kavramların hiçbiri sözlüklerde yoktur, çünkü dili özgürleştirmeye çalışır. O yüzden de özür diliyor giriş kısmının sonlarında, “Size tuhaf gelebilir bunun dili ama başka yolu yok, alışacaksınız” diyor. Zorluğu zor bir konuyu anlatıyor olmasından değil, yeni bir dil inşa etmesinden. Bu kılavuz, bunu ortaya koymaya çalışıyor. G Büyük resimde laiklik elden gidiyor Aylin Kotil ünlük gazeteleri okuduğumda, televizyon kanallarını dolaştığımda, olumsuz düşüncelerin söyleme ve yazıya döküldüğünü görüyorum. Bir sevgisizlik, bir eleştiri, bir yerme havası aldı gidiyor. Sonra farkına varıyorum ki, tüm bu olumsuzluklara direnmeme rağmen, ben de nasibimi alıyor ve şaşırarak düşüncemin dile dökülüşünü dinliyorum. Dışaradan aldığımız uyarıcılar öyle çok ve öyle kuvvetli ki, hayata olumlu bakışımızı istemesek de zedeleyebiliyoruz. Bana nasıl bu kadar olumlu bakabiliyorsunuz diye sorduklarında, “babam” örneğini veriyorum: Zor ve yıpratıcı bir hastalık sürecinden sonra, babamı kaybetmiştik. Oğlumu dünyaya getirdiğim gün, hastane odasında evimi su bastığını öğrenmiş ve umursamamıştım. Çünkü, babam amansız bir hastalıkla mücadele ediyordu. Böyle bir sorun ile uğraşırken evi su basması çok basit kalıyordu. Herhangi bir şekilde şımarma durumum yoktu. Hayat bana orda büyük resme bakmayı öğretti. Bugünkü duruma gelince; birbirimizi yok etme pahasına eleştirirken, birbirimizi kucaklamayı öğrenemiyorken, büyük resimde laikliğin elden gitme durumu var. Aynı düşüncede olanların tartışırken basını kullanması ve büyük resme bakamaması laikliğe sandığımızdan çok daha fazla zarar veriyor. Tam bu noktada, gelir seviyesi yüksek olan kesimlerde yapılan yılbaşı kutlamaları aklıma geliyor. Sokakta yapılan bu kutlamalara, halkın her kesimi katılır ve kendini soyutlamak isteyen bir grup, “kutlamayı bilmiyorlar” diyerek burun kıvırırdı. Belki yaşanan kötü örneklerin de etkisiyle haklıydılar. Ancak hep düşündüğüm ve söylediğim bir şey vardı: Onları aramıza katmazsak ve sürekli dışlarsak yılbaşı kutlamasını öğrenmelerini onlardan nasıl bekleyebilirdik? Belki 45 yılbaşı biraz sıkıntı çekecektik ama sonunda onlar da bunu öğrenecek ve uyum sağlayacaklardı. Ancak onları dışlar ve içimize katmazsak hatta düşüncelerimizi onlarla paylaşmazsak istediğimiz görüntüyü nasıl sağlayabilirdik? Önce üstümüze düşeni yapmak zorundayız. Karşı olduğumuz insanları, cam bir fanus içinde bitki yetiştirir gibi istediğimiz noktaya getiremeyiz. Birlikte ve beraber yaşayarak onlara başka hayatların, başka düşüncelerin ve hatta başka yaşam tarzlarının olduğunu öğretebiliriz ancak. Aslında en çok ‘eğitim şart’ diyenlere bu yazım. Çünkü eğitimi sadece devlet vermiyor. Yaşantımızla, rol model olarak ve birlikte yaşayarak en etkili eğitimi verme şeklini uygulayabiliriz. Severek ve dokunarak... İyi pazarlar... G Aylin@kotil.web.tr G