02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 67 7/6/07 15:22 Page 1 PAZAR EKİ 67 CMYK 6 10 HAZİRAN 2007 / SAYI 1107 7 CANNES Septafon Baştarafı 1. sayfada Gökçe Gürçay: Cihan’ın bahsettiği serbestlik duygusu bizim barındırdığımız caz cümlelerinden dolayı değil. Yani biz caz müziğin peşinden gidiyor değiliz, ama bu serbestlik caz gibi duyuluyor. Peki bu cazın matematiği mi? G. Gürçay: Dinamiği demek belki daha doğru, çünkü matematiğine uzak, şekline hatta mantığına yakınız. C. Mürtezaoğlu: Caz müziğinin düşünsel kısmına yatkınlığımızın, hayatımızda da bazı sorularımıza verdiği cevaplar var. Yani caz bir neden değil de sonuç… G. Gürçay: Cazdan dindiklerinizle daha derin düşünmeyi öğreniyorsunuz. Açıklık kazanıyorsunuz. Değişim ihtiyacı sizi kamçılıyor. Kalıplarınızdan çıkmak istiyorsunuz. Böyle olunca da çıkışı cazda buluyorsunuz. Ulaştığımız yer caz, ama bir sonuç değil. “Müzik endüstrisi” ve “Müzik sektörü” tanımlamaları beni rahatsız ediyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? G. Gürçay: Kulağa pek sevimli gelmiyor bu terimler, ama bir sektör var. Sonuçta toplu kitlelere hitap eden gruplar ve kitleleri bu sanayiyi yaratıyor. Böyle olunca da ister istemez olayın ticari boyutu ortaya çıkıyor. Basit bir arz talep dengesi bu. C. Mürtezaoğlu: Müzik başka şekillerde de varolabiliyor. Biz bir araya geldiğimizde zaten ortaya müzik çıkıyor. Bunu sattığımız ya da daha çok dinlendiğimiz zaman müziğimiz değişmiyor. Bu iki kavram yan yana gelmemeli. Genç müzisyenlere destek vermek çoğu zaman bir lütuf gibi görülüyor. Sizce durum nedir? O. Kaya: Gençlere verilmiş bir lütuf değil bu. Bu meslek duygusal olarak kırılgan. Bu tarz müzisyenlerin el üstünde tutulması gerekli. Tabii buna meslek olarak bakarsak! Uğraş olarak baktığımızda da çok emek ve fedakârlık istiyor, bu yüzden korunması ve muhafaza edilmesi gerekiyor. Hayatın karmaşasını caz hafifletir... Kimi bankacı, kimi ithalat uzmanı, kimi finansal pazarlama müdürü, kimi öğrenci... Onların ortak noktası caz müziğine olan tutkuları. Bu yüzden 14. Uluslararası İstanbul Caz Festivali kapsamındaki “Genç Caz Konserler Dizisi”ne, kurdukları caz grupları ile katıldılar. “Nuance+”, “Evo Trio”, “Üç SebepJazz Mates” ve “Septafon” Genç Caz sahnesine çıkmaya hak kazandı. Bu Fotoğraflar: Hıdır Durman Cilası kalın bir festival Fuat Erman renden inip gardan çıktığınızda dar sokakların birini alırsanız Cannes’ın o meşhur Croisette’ine ulaşmanız birkaç dakikanızı alır. Beş on dakika içinde de, Cannes’ın gerçekte, kartpostallarde gözüktüğü gibi olmadığını anlarsınız. Dar kaldırımlarda yüzlerce insan zaman zaman karıncalar gibi ters yönlerde burun buruna gelerek ilerler. Bazı restoranların önüne hurdaya çıkmış projeksiyon makineleri konur. Vitrinlerdeki tahta mankenlerin boynunu film şeridinden kolyeler süsler. Nasıl tatil köylerinde eğlence kaçınılmaz bir zaruret, üzülmek veya düşünmek yasaksa, Cannes’da da dekor ve kalabalık, her adım başında sizin kafanıza “Sinemadan başka birşey düşünemezsin” komutunu vurur. İlk beşaltı gün bundan hoşlanıp doğal karşılasanız da, sekizinci günden itibaren, “Ne yaparım da sinema konusunda bir perhize başlarım” diye düşünürsünüz. Kıyıdaki kalabalıktan sıyrılıp kaçarak Librairie de la Sorbonne’a (Sorbonne Kitapevi) giriyorum. Loredana Latil’in yazdığı bir kitap dikkatimi çekiyor. Akşam otelde okurum diye düşünüp alıyorum. Klimanın serinliğinden uzun uzadıya faydalandıktan sonra çıkıyorum. İlk dergicinden alışık olduğum Fransız gazetelerini alıyorum. Şöyle bir göz attığımda beni şaşırtan bir yazı ile karşılaşıyorum. Cannes Festivali’ne teslim edilen filmler çok ciddi bir sınavdan geçiyormuş. Gözünde gözlük, elinde kırmızı kalem, hırçın bir başöğretmen edasıyla Festival komitesi başvuran filmleri düzeltmeden geçiriyormuş. Onları T geliyor; manierist Uzakdoğu sinemasının temsilcisi Won KarWai filmlerini bu sınavdan kaçırmak için mi son anda festivaldeki gösteriye yetiştiriyor? Bazı gazeteler yönetmenin, filminin bir kısmı Cannes’da değerlendirilirken, bir sonraki kısmını montajladığını ve gösterime filmi kısım kısım gönderdiğini yazıyor. Tabii ki öğrenci iftihar tablosuna geçmiş başarılı bir öğrenciyse, baş öğretmen de sınavı kaytarmasına ses çıkarmıyor. Siz beğenmesiniz de, başkan Gilles Jacob elemeyi sektörün değil, festivalin yapmasının çok mantıklı olduğunu savunuyor. Hatta “Cennet Sineması”nın Oscar almasında bunun payının bile olduğunu söylüyor. Yavaş yavaş akşam düşüyor, otel odamda radyo dinliyorum, Miles Davis’in “It never entered to my mind”ı çalıyor, geceye çok uyan güzel bir müzik. Cannes Festivali’nin tarihini anlatan kitabı karıştırıyorum. Az skandal olmamış bu festivalde; örneğin 1960’da “L’Avventura” ıslıklanmış, yuhalanmış, oyuncusu Monica Vitti hıçkırarak ağlamış, yönetmeni Antonioni ise kül gibi olup gösterimin grupların üyeleri müzikal serüvenlerini anlatıyor. Cannes festival zamanı seyirlik hala gelir... akşamı Swiss Hotel’e gidip gazetecilere bu filmin polisiye bir film olmadığını açıklamak gereğini duymuş. Nitekim yuhalanan bu film bugün dünya sineması klasikleri arasında sayılıyor. Gördüğünüz gibi bazen kaybetmek filmin değeri açısından hiçbir kayıp oluşturmuyor. 1968’de ise Paris öğrenci olaylarını yaşarken yeni dalgacılar festivalin durdurulmasını istiyor, başka bir grup ise buna karşı çıkıyor. Sonuçta, bir itişme sırasında Truffaut kendini yerde buluyor, Godard ise tokat yiyor. Sonunda Herşey tanınmak , herhangi biri olmaktan çıkmak için... festival iptal ediliyor ve o yıl ödül verilmiyor. Bu yıl Cannes’ın 60. yılı nedeniyle aralarında, kısaltıyor, müziklerine müdahele ediyormuş. Festivalin Cronenberg, Won KarWai, Kiarastomi gibi ünlü istediği şekilde montaj görenler arasında Giuseppe birçok yönetmenin olduğu 35 sinemacıya, sinemayı Tornatore’nin Cennet Sineması (bu film festival anlatan 3 dakikalık kısa filmler sipariş edilmişti. Bunları tarafından 45 dakika kısaltılmıştır) ve Michael televizyonda izlerken dikkat çeken bir nokta da Haneke’nin Piyanist’i bile var. Bile diyorum çünkü bu gösterilen sinema salonlarının birkaç kişi dışında boş büyük yönetmenler, yapımcılarına bile filmlerine oluşuydu. Bu yılki Cannes’da bir yapımcının da iddia dokunma şansı vermeyen isimlerdir. Ancak bu ettiği gibi doğduğu yüzyılın sona ermesiyle birlikte müdahale “sanat” adına olunca yönetmenler festival sinema da ölüyor mu acaba? Bu doğal bir ölüm mü, komitesine teslim oluyorlar. “Filmde bazı düzeltmeler yoksa Hollywood sinemasının bir infazı mı? Kesin cevap istiyorsak ve bu düzeltmeler istediğimiz şekilde yapılıp vermek çok kolay olmasa da, bu konuyu başka bir film bize geri geliyorsa artık onu yarışmaya dahil yazımıza saklamayı daha uygun görüyorum. etmememiz gibi bir şey düşünülemez” diyor başkan Kaynaklar: Le Festival de Cannes sur la scene Gilles Jacob.Yönetmen de biliyor ki filminin yarışmaya internationale, Loredana Latil Yayınevi Nouveau kabul edilmesi, ödül almasa bile artı 300400 bin Monde, Le Monde gazetesi, 18 Mayıs 2006 izleyici anlamına geliyor. Aklımıza ister istemez şu Evo Trio “Evo Trio” müzik eğitimi gören üç üniversite öğrencisinden kurulu bir caz grubu. Repertuvarları: caz standartları, halk şarkılarının yorumları ve kendi bestelerinden oluşuyor. Cazın günümüzde değiştiğini, ama müzikal matematiğini ve isyanını kaybetmediğini söylüyorlar. Müzikleri yaşadıklarının bir kanıtı. “Evo Trio”, enstrümanların tek başına solist rolü üstlenmediği üç kişilik bir müzikal sohbeti yakalamaya çalışıyor. Grubun üyeleri: Volkan Topakoğlu, Eylül Biçer, Onur Pekin. Caz müziğine bakış açınız ve yaptığınız müzikten bahseder misiniz? Eylül Biçer: Cazın derinlerine girmeye başladığınızda daha farklı şeyler olduğunu görüyorsunuz. Bir kere doğduğundan bu yana kaybetmediği güçlü bir matematiği var. Zaten caz özü itibariyle bir tepki müziği. Şimdilerde bir zümre müziği haline dönüştüğü yadsınamaz, ama müziğin temel dinamikleri yine aynı. Doğaçlamalarla kendini var ediyor. İnsanlar doğaçlamayı: “müzisyen sahneye çıkıyor, kafasına göre çalıyor” şeklinde algılıyorlar. Bu konuda efsane caz davulcusu Max Roach şöyle diyor: “Yazılı müzikte bir beste bir şehir ise; doğaçlamada o şehrin etrafındaki ormandır, ama o ormana gitmek için şehrin çıkışlarını çok iyi bilmeniz gerekir”. Onur Pekin: Ben de bir dönem müzikteki sınıflandırmaların peşine takıldım. Sonunda müzikal türler arası geçişleri kafamdan atıp tek bir müzik olduğunu ve müziğin tek olduğuna karar verdim. Artık müziğe: insanın enstrümanla ses değiştirmesi olarak bakıyorum. E. Biçer: Biz müziğimiz için: “Üç kişilik müzikal sohbet” tanımını yapıyoruz. Yani aslında yaptığımız şey müzik icra etmekten ziyade, farklı seslerle birbirimizle konuşmak. O. Pekin: Nasıl bir resme baktığınızda pek çok rengi görebiliyorsanız, müziği dinlediğinizde de tüm enstrümanları aynı anda ve de tek tek duyabilecek kadar kulağın müziğe hazır olması gerekli. Volkan Topakoğlu: Müzisyenler üretmek için zaman ve emek harcıyorlar. Bu emeğin karşısında da dinleyicilerin bazı şeylere hakim olması gerektiğini düşünüyorum. Çoğu insan cazın da ticari olduğunu düşünüyor. Elbette tüketicisi olan her şey ticaridir. Burada da inanılmaz paralar dönüyor, ama müzisyenler müziği karşılıksız sever. Bu sevgi bir aşk gibidir, karşılığını beklemezsiniz. E. Biçer: Dünyaya bir şey bırakabilmek için müzik yapıyoruz. Müziğimiz yaşadığımıza dair bir kanıt. Bizim için önemli olan kendimizi iyi ifade edebilmek, “Biz burada yaşadık” diyebilmek. Zaten bu yarışmaya katılan yarışmacı değil, rakip hiç değil. Dolayısıyla kaybedeni, kazananı yok. Ali Deniz Uslu Üç SebepJazz Mates “Üç Sebep” swing, bop, Latin, fusion, rock ve progressive akımlarından beslenen, tanımlamalara sığmayan bir caz grubu. “Jazz Mates” ise “Üç Sebep” üyelerinin caz standartlarını seslendirmek üzere kurdukları bir başka proje. Bu grubun farkı Yaşam Hancılar’ın etkileyici vokali. Grubun üyeleri Ozan Erkan mühendislik eğitimini yarım bırakıp müzik eğitimine başlamış, Burak Yavaş müzik bölümü öğrencisi, Yaşam Avcılar ithalat uzmanı, Eser Ispartalı ise aşçı. Ozan Erkan ve Burak Yavaş ise rock grubu “Pilli Bebek”in üyeleri. Nuance+ “Nuance +”ın üyeleri müzik yolculuklarına lise yıllarında, caz serüvenlerine de üniversite yıllarında başlamış. Hepsinin meslekleri farklı. Gözde Demirelli psikolojik danışman, İlke Oymak Alpman ve Deniz Orhun bankacı, Demet Çapar finansal planlama müdürü, Gökay Özvardar ise müzisyen. Caz onlar için “anı yaşamak ve özgürlük” demek. Hepinizin tam zamanlı ve yoğun işleri var. Caz müzik ise çok zaman ve emek isteyen bir tarz. Müziğe nasıl ve ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz? Gözde Demirelli: Boş bulduğumuz her anı değerlendiriyoruz. Yani caz yapmak için boş zaman kovalıyoruz. Bizi bu tempoda bir ara tutan ve güç veren de caz. Müzik bizi hayata motive ediyor. Aynı zamanda hem bizim hem de dinleyici için bir terapi. İlke Oymak Alpman: Gerçekten çok yoğunuz. Çünkü çalıştığımız sektörler insana pek vakit tanımıyor. Müzik ise fedakârlık gerektiriyor. Biz ise bu işe daha lise yıllarından gönül verdik. Zaten direnme gücünü de müzikten alıyoruz. Yani caz hem bir hobi hem de yaşamımıza anlam katan bir enerji kaynağı. Müziğe bu kadar bağlı olmamız işlerimize olumlu yansıyor. Okuldayken de müzikle uğraştığımızda derslerimiz daha iyi oluyordu. Müziği bıraktığımızda ise dengemizi kaybediyoruz. Demet Çapar: Caz hayatımıza girdiğinden beri pek çok şey değişti, daha bir anlamlı oldu. Caz müziğine emek verirken ondan bir karşılık beklemiyorduk, ama bize çok güzel bir şekilde geri döndü. Deniz Orhun: Caz hayatın ve bu şehrin getirdiği karmaşayı hafifletti. Biz, iddiasız bir şekilde yola çıktık. Bence son derece iddialısınız. Sizi sahnede dinlemek heyecan verici... G. Demirelli: Biz bu heyecanın kat kat fazlasını yaşıyoruz. İlerde bir caz albümü fikriniz var mı? G. Demirelli: Geçen yıl ilk çalışmalarımıza başladığımızda bugün burada olacağımızı hayal etmemiştik. Şu an buradayız, sonra neler olur onu bilemiyoruz, ama şu an cazı “caz” gibi yaşayabildiğimiz için mutluyuz. Sahnede dört güzel kadın bir arada. Bu senin için nasıl bir duygu Gökay? Gökay Özvardar: Çok şanslıyım! Bundan gurur duyuyorum, ama bu beni çok fazla heyecanlandırıyor. Cazın müzikten farklı anlatımları var. Caz müziği hayatınızda nasıl konumlandırıyorsunuz? D. Çapar: Caz koşulsuz bir özgürlük. Bu yüzden de bu müzik bize hayattaki klişelerin dışına çıkmamız gerektiğini öğretiyor. Bu bakış açısı da hayatımızın tüm alanlarına yansıdı ve bir farkındalık oluşturdu. Bize kalıplara ne kadar bağlı bir şekilde yaşadığımız gösterdi. Şimdi de biz, iyi caz müzisyenleri olmak için kendimizi zorluyoruz. Bu da ne kadar özgürleşirseniz, ne kadar çok şeyin farkına varırsanız ulaşabileceğiniz bir durum. İ. Oymak Alpman: Caz ile tanışınca geriye dönmek inanın çok zor. Caz, çalındığı anda yaratılan bir müzik, yani anı yaşamayı ifade ediyor. Günümüzde anı yaşamıyoruz, ya geçmişte ya da gelecekte kalıyoruz, ama caz yaparken o ana ait oluyorsunuz. G. Demirelli: Müzik konuşmak ve yazmaktan farklı. Bazı insanlar müzik dilinde konuşur. Caz buna imkan sağlıyor. “Jazz Mates” ve “Üç Sebep” finalde birleştirildi ve Caz Festivali’ne ikisi birden katılma hakkı kazandı. Kimdir “Üç Sebep” ve “Jazz Mates”? Ozan Erkan: Değişik caz mekânlarında sahne aldıktan sonra yorucu çalışmalarla “Üç Sebep”i bir araya getirdik. Bu ekip yalnızca müzik için bir araya gelmedi. Hayatı ortak pencereden gördüğümüz ve ortak anlayışlara sahip olduğumuz için beraberiz. Sonra aramıza vokalist Yaşam’ı da alarak “Jazz Mates”i kurduk. Müzikal olarak tamamen bağımsız bu iki grubun tek bir grup kabul edilip ilk dörde kalması bizim için büyük bir sürpriz oldu. Bu durum, cazın ruhu ile de örtüşüyor, çünkü o da sürprizlerle dolu. Yaşam Avcılar: Grubun alaylı iki üyesinden biriyim. Uzun zamandır değişik tarzlarda müzik yapıp, pek çok grupla sahne aldım. Okul ve iş haricindeki tüm zamanım müziğe ait. Yani caza ve müziğe büyük bir aşkla bağlıyım. Eser Ispartalı: Yıllardır iyi bir caz dinleyicisiydim. Caz Festivali’ne de katılıyordum. Bunun dışında hayatımda yalnızca caz müziği ve enstrümanım var. Hayatımı aşçılık yaparak kazanıyorum. Yemek yapmakla caz yapmak arasında ne kadar fark var? E. Ispartalı: Aşağı yukarı aynı şey. Tencereyi düzgün tıkırdatmak, aslında bir nevi Swing. Ona gösterdiğim özen ve emek aynı. İkisini de özenle yaptığınızda sunduğunuz kişilerin zevki gözlerinden okunuyor. Caza lezzet verebilecek ve de ondan zevk alabilecek duruma gelmek için de zaman gerekiyor. Caz ve hayat bir arada nasıl gidiyor? O. Erkan: Caz emek ve zaman istiyor ve ona karşı ciddi bir adım atarsanız, o size bunu kat kat huzur, mutluluk ve güzellikle ödüyor. Biz de vaktimizi, huzurumuzu, hatta moralimizi çalacak her şeyden uzak durmaya çalışıyoruz. E. Ispartalı: Bir yandan yaşamaya çalışırken bir yandan sevdiğiniz müziğin peşinden koşmak yorucu, ama keyif verici. Kimse de bunun kolay olduğunu söylemedi zaten. İstikrar, disiplin ve ne olursa olsun devam edebilmek önemli. Zaten caz da bu. Size ve dinleyenlere ait bir rüya. Ben enstrümanımı güzel tınlatmadan, onu dinletmeden ölmek istemiyorum. Buna hiç niyetim yok! Cazı tanımlamak için anahtar kelime tutku. O. Erkan: Caz, müzisyenleri besliyor ve geliştiriyor. Hangi müzikle uğraşırsanız uğraşın caz müziğinden geçmişseniz; grupla çalma, grupları dinleme, müzikal fikir alma, o fikri müziğinize uygulama gibi yetilerde çok daha güçlü oluyorsunuz. Bu şekilde de her performansınız yeni bir maceraya dönüşüyor. Caz sizi keşfeder, siz cazı değil. Cannes’da kalabalık dekor yaratır...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle