02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 3/5/07 14:10 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 6 MAYIS 2007 / SAYI 1102 İşsizlik güncesi... alı sabahı her zamanki bulantılarımla uyandığıma şaşırmamıştım, elyüz yıkama, tıraştan sonra sokağa çıkıp iskeleye kadar yürüdüğümde de değişmemişti bu duygu. Vapur, otobüs… İşe vardığımda kafamda var olan, gelecek kaygısı taşıyan yüzlerce soruyla masama oturdum ve günlük işlerimi yapmaya başladım. Öğleye doğru, kahve arasında patronumla karşılaştım, önceden konuştuğumuz ve hakkında bir karara vardığımız bir soruna ilişkin hatırlatma yaptı. Kuşkucu bir acaba ile düşüne düşüne odama geldim, belgeleri yeniden gözden geçirdim, her şey istediği gibiydi. Odasına gittiğimde, aklımdan geçmiyordu birazdan yapacağım şey: Söylediklerim, sorularına yanıtlarım hoşuna gitmemiş olacak ki, sesini yükseltmeye başladı. İçimin derinliklerinden gelen sinir titremesine rağmen bir şey söylememek için tuttum kendimi, tam arkamı dönüp, belgeleri tekrar gözden geçirmek için çıkarken ki onun dışında herkes emindi söylediklerimin doğruluğuna daha önce de söylediği ve dolayısıyla alışık olmam gereken sözlerle sinirlerimi daha da zıplattı. Masasına doğru dönüp “E çıkarın o zaman siz de” S demem, onun “Getir istifanı” yanıtı sanki başka zamanda, başka insanlar arasında yaşanıyordu. Hayır korku değildi bu, aylardır yapmayı düşündüğüm şey biraz zamansız da olsa gelip dayatmıştı kendini. İstifam bir dakika sonra masasına konduğunda kırık bir sesle “Güle güle” dedi. Şimdi, daha önceden alışık olduğum işsizlikle ani ve beklenmedik bir şekilde karşı karşıyaydım. İçim? Garip bir şekilde rahatlamıştım, üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Hatta işyerindeki arkadaşların söylediklerine göre yüzüme renk gelmişti. Biraz sakinleştikten sonra aklıma tek soru takıldı kaldı: Eve bu haberi nasıl vereceğim? Daha önceki işsizliklerim nedeniyle yaşanacakları biliyordum, gerildim. Gerekli belgeleri imzalayıp eve yollandığımda hemen söylememeyi kararlaştırmıştım. Söylemedim de… 1. gün: Erkenden uyandım yine, tıraşımı oldum ama bu sefer takımlarım yerine blucin ve tişörtümü giyindim, sorarsa mazeretim hazırdı. Yine vapura yetişecekmiş gibi hızlı hızlı yürüdüm, gazetemi alıp iskeleye yönelmişken hatırladım, artık işsizim ve saat 07.43 itibarıyla yapacak bir şeyler bulmalıyım. Dönüp iki gazete daha aldım ve bir şeyler atıştırmak için arada sırada börek yediğim yere gittim. Her zaman hızlı hızlı yediğim böreği yavaş ve sakince yiyerek gazetelere göz gezdirdim. Gündem zaten yoğundu, gazeteler günün yarısını kurtardı, hemen her satırına varana dek okudum hepsini. Yanına gidip vakit geçirecek birilerini bulmalıyım. Kardeşim gibi saydığım Onur’u aradım. Evde. Kapıda sarılıp merhabalaştık, soruyu geciktirmedi: Ağabey, hayırdır? İstifa ettim! Neden ağabey? Bildiğin nedenler! Sorular geldikçe içim sıkılıyor, bu eve de sorular olmasın diye gelmedim mi? Onur gerildiğimi fark edip sustu, bir kahve yaptı, ondan, benden, hayattan, iki hafta önce kaybettiği babasından, gelecek planlarından konuştuk uzun uzun. İşten çıkış saatinde her zaman olduğu gibi 19.15 vapuruyla Kadıköy’e geçtim. Ne çok şey alışkanlık haline gelmiş, otobüs, vapur, vapurdaki insanlar, neredeyse herkes yerli yerinde. Vapur yanaştığında evi arayıp alınacakları öğrendim. Evde, beklediğim soru geldi: Neden bunları giydin? Seans odalarına gittim, tanınmamam gerekiyordu. Ali Cenap Gök, evli, bir çocuk babası. İşsizliğin ne olduğunu iyi biliyor, atılmışlığı da var, istifa etmişliği de. Son işi bir finans şirketindeydi, patronuyla tartıştı, istifa etti. Ailesine söylemedi, söyleyemedi. Oturup işsizliğinin güncesini yazdı… Şimdi yine iş arıyor. Kim bilir belki yarın, belki… Oh, rahatladım, başka bir şey sorulmadı, huzurlu bir akşam yemeği yendi. Erken kalkmış olmanın verdiği rehavet çöktü, 21.00 gibi yattım, ne de olsa yarın işsizliğimin ikinci günü. 2. gün: Ben evden çıkarken herkes uyuyordu. Dükkânlarını yeni açmakta olan esnafa alışmak kaç gün sürecek? Parkta, kocamış ve şişman bir kedi sırnaştı bacaklarıma bütün şımarıklığıyla. Aldığım birkaç gazeteyi, ölüm ilanları dahil okuyup bitirdim, geride iki dergi kaldı. Hava hâlâ soğuk. Sonuç itibarıyla yine işsizim, getireceği bir sürü sorunu nasıl alt edeceğimi biliyorum ve fakat bu kedinin neden hâlâ bana sırnaştığını anlamış değilim. Yoksa, bu kediler, insanları seçiyorlar mı? Bu sefer başka bir arkadaşı seçtim, kısa soru ve cevaplardan sonra işiyle baş başa bırakıp onun gazetelerine daldım. Soluklandığı zamanlarda aynı şeylerden konuştuk, farklı olan daha önce defalarca dile getirdiğim “istifa”nın gerçekleşmiş olmasıydı. Arkadaşımın “vay be helal olsun” yüklü bakışlarıyla karşılıklı bir kutlama yapar gibiydik, kaygılarımı, pes etmeme ve kabullenmeme duygumu zaten ikimiz de biliyorduk, o en azından anlıyordu ve bu beni rahatlatıyordu. Akşam yine aynı saatte girdim eve, yemekten sonra biraz televizyon izleyip yattım ve yine söylemedim işten istifa ettiğimi. 3. gün: Günler hızla birbirine benzemeye başladı. Ne kadar çok şeyi otomatik bir şekilde yapıyormuşum. Yine hızlı adımlarla iskeleye iniş, yine gazeteler, yine vapurun gidişini seyretme, işli insanları işlerine yolcu etme... Bu hep bir yere yetişme duygusundan bıktım aslında, nasıl da çabuk yürüdüm iskeleden Moda Çay Bahçesi’ne. İşyerindeki arkadaşlar özgeçmişimi yollamışlar birkaç şirkete, adıma konuşmuşlar, arayıp söylediler. Teşekkür edip telefonu kapatırken aklıma saçlarım takıldı. İki senedir özene bezene uzattığım ve artık toplayabildiğim saçlarımı kesmemi isterler mi acaba yeni iş görüşmecilerim? Gümüş yüzüklerim onlar için sorun olur mu, şirket prensipleri gereği? E hani ben vazgeçmiştim? Hani ben artık kimse için çalışmayıp kaderimi mümkün mertebe kendi ellerime alacaktım? Ne oluyor ya? 4. gün: Yine çay bahçesindeyim. İş görüşmeleri planlıyorum kafamda: Bakın ben 40 yaşındayım beyefendi/hanımefendi ve siz benim özel hayatımı mı işe alıyorsunuz, işimi mi? Acaba böyle bir şey söylemeye cesaret edebilecek miyim? Günler giderek uzuyor mu ne? 5. gün: Hâlâ eve söylemedim işten istifa ettiğimi. Bu evdekilere haksızlık gibi gelse de en azından dışarı sorgusuz sualsiz çıkıp kafamı dinleme olanağı sağlıyor. Bu sefer dört gazete alıp çıktım çay bahçesine. Gazeteler bittikten sonra daha önce keyfiyetten başvurduğum işlerin sonucuna bakmak için bir internet kafeye gittim. Kafenin sahibi de arkadaşım, şaşırdı, bu saatte ne arıyordum orada, istifa ettiğimi söyledim, büyük bir tevekkülle sabır diledi, niyeyse. Akşam yine söylemedim, üç gün tatil var, bari bu üç gün de evde gerilim ve sorular olmadan geçsin... Bu akşam söyleyeceğim. Ailemin nasıl tepki vereceğini, nasıl tavır alıp ne suçlamalar yapacaklarını biliyorum. Bu kez hepsini karşılayacak gücü içimde hissettiğimden olsa gerek rahatım. Onlarla da baş edebilirim. 6. gün: Söyleyemedim. Gazetelerde iş ilanlarına bakıyorum… 7. gün: Söyleyemedim… ERKEN ÇOCUKLUKTA FARKLILIKLARA SAYGI EĞİTİMİ EL KİTABI Çeşitlilik güzeldir! laşım ve iletişim teknolojileri geliştikçe dünya küreselleşiyor, çeşitli kültürlerin, ırk ve etnik kökenden insanların farklı diller konuşarak bir arada yaşadıkları tek bir toplum halini alıyor. Kültürel çeşitlilik ve farklılıklara saygı meselesi ise bu noktadan çıkarak önemini gün geçtikçe artırıyor. Birbirinden farklı özelliklere sahip insanların bir arada uyum içinde yaşaması, belli bir uzlaşma kültürünün yaratılmasını ve farklılıklara uyum göstermenin öğrenilmesini gerektiriyor. Farklılıklara uyum göstermenin öğretimi ise ancak erken çocukluktan itibaren başlanırsa başarıya ulaşabiliyor. Erken Çocuklukta Farklılıklara Saygı Eğitimi El Kitabı da bunun için hazırlanmış. Avrupa Birliği ve Bernara van Leer desteğiyle basılan, Kadın Emeği U Değerlendirme Vakfı tarafından hazırlanan kitap, çocuklukta farklılıklara saygıyı ve ayrımcılığa karşı bir tutum kazanmayı öğretmenin yollarını tartışıyor, bu gayede yürütülecek etkinlikleri, yaklaşım biçimlerini ortaya koyuyor. Farklı özelliklere sahip grupların bir arada yaşamasını zorlaştıran en önemli faktör önyargılar ve ayrımcılık. İnsanlar farklılıkları bir yaşından itibaren sezmeye başlıyor, fakat bunun ayrımcılığa dönüşmesi çoğunlukla annebaba, diğer yetişkinler veya arkadaş gruplarının etkisiyle oluyor, çocuk çevresinden gördüğünü, duyduğunu zamanla kalıplaşmış tutumlar olarak içselleştiriyor ve doğru olarak kabul ediyor. Çocukların kalıplaşmış tutum kazanmalarına etki eden bir diğer faktör de kitle iletişim araçları. Televizyonlarda, filmlerde belli ırkların, toplumların veya grupların tembellik, şiddete yatkınlık gibi olumsuz özelliklerinin sürekli olarak verilmesi bir tekrar halini alıyor ve çocukların bu toplumlara karşı olumsuz tutum geliştirmelerine sebep oluyor. Çocuklar, 1 yaşında farklılıkları fark ediyor, 2 yaşında onlar hakkında sorular soruyor, 3 yaşında önyargıların, 4 yaşında ise farklılıkların nedenlerine ilşkin kuramlarını oluşturuyorlar. 5 yaşına geldiklerinde ise zihinleri sorularla doluyor. Erken yaştaki çocuklar hoşgörüsüzlüğün kabul edilebilir bir tepki olduğunu öğrenmeye daha yatkın, dolayısıyla bunun yanlış olduğu onlara öğretilmediği takdirde uzun vadede kırılması güç, farklılıkları reddeden tutumlar geliştiriyorlar. Ayrımcılığa karşı eğitim, herkesin ait hissedeceği, kimliğinin kabul göreceği ortamlar yaratılmasına ve baskıcı özellik taşıyan kişsel veya kurumsal davranışlara başkaldırmanın, karşı koymanın her birey için gerekli olduğu önermesine dayanıyor. Bu eğitimin ilk hedefi de çocuklarda çeşitliliğe karşı oluşan önyargıları yok etmek. Bu noktada da iş yetişkinlere, eğitimcilere düşüyor, yetişkinlerin öncelikle çeşitliliğe duyarlı davranmaları, çocuklara çeşitliliği anlamaları için deneyimler kazandırmaları, çeşitli geçmişlerden gelen insanlarla empati kurarak etkileşime girmeyi özendirmeleri gerekiyor. Kitapta bazı ailelerin yaşadığı bu tip olaylardan örnekler de yer alıyor, işte bir annenin anlattıkları “Çocuğumun sınıfında din öğretmeni ‘inşallah sınıfta..... (başka bir mezhebi kastederek) yoktur’ demiş. Bu benim kulağıma kadar geldi ve çok üzüldüm, o an insan kendini çok kötü hissediyor, öğretmeni idareye şikâyet etmeyi düşündüm ama daha sonra kendisiyle konuşmaya karar verdim. Mezhep ayrılıkları yüzünden çocuğum hep üzülecek diye korkuyorum...” Ayrımcılık, ırk, dil, din, cinsiyetle de sınırlı kalmıyor, bedensel eksiklik veya farklılıklar da çocuklar tarafından ayrım sebebi olarak görülebiliyor. Tüm bunların üstesinden gelmek ise çocuklara empati kurabilme yetisi kazandırmayı ve “farklı” olanı tanımalarını sağlamayı gerektiriyor, buna örnek olarak da kitapta bir anne, oğlunun sınıfında kadınsı davranan bir çocuk olduğunu, oğluna onu ayırmamasını tembih ettiğini, oğlunun ise onla arkadaş olduktan sora diğer farklı gördüğü çocuklara daha hoşgörülü davranmaya başladığını anlatıyor. Erken Çocuklukta Farklılıklara Saygı El Kitabı, bunların yanı sıra okulda evde, sokakta kolayca uygulanabilecek, ayrımcılığı, önyargıları yok etmeyi, çeşitliliği sevdirmeyi, farklılıklarla empati kurdurmayı hedefleyen oyun biçiminde etkinliklere de yer veriyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle