02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 4 3/5/07 13:53 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 PAZARIN PENCERESİNDEN 6 MAYIS 2007 / SAYI 1102 İlkbahar haikuları Selçuk Erez “Mış gibi” yaşamak “Mış gibi” yaşamak, düşünülen ile yaşanılanın birbirini tutmaması demek. Yani mutluymuş, seviyormuş, kızmamış, üzülmemiş gibi davranmak... Herkesin hayatının bazı anlarında kaçtığı bir durum bu. Eğitimci Solmaz Havuz’a göre bu durumun bedeli yarım hayatlar. Değiştirmek elbette mümkün, ama.. A prilin başını çoktan geride bıraktık; 1 Nisan’da da birbirimizi kandırmadık. Çünkü artık senenin her günü “1 Nisan” oldu; her gün aldatılmaktan anamız ağlıyor... Bu yıl “Aprilin beşi” de, öküzü, eşinden ayıramadı... “Onlar boşanalı en az üç yıl oldu da ondan..” diyorsun ama bence bu, sadece global yozlaşmanın sayısız göstergesinden biridir.. İlkbaharın bunun dışında tüm belirtileri eksiksiz mevcut: Önce eski dallarda yeni çiçekler açmadı mı? Sonra kuşlar gelip bunlara konmadı mı? Yol kenarlarında radikalar, hindibalar bitecekti; bu otlar, sarı sarı çiçekleriyle baş göstermedi mi? Sonra tosbağalar gelip bunları yiyecekti.. Kış uykularından uyanıp gelmediler mi tosbağalar? Sabahları denizi kaplayan sis mi eksik? Bazı günler karşı tepenin ağaçlarına kadar yayılan bu sis Fikret’in “dudu muanniti” değil mi? Öyleyse neden şimdi bu şiiri ezberletmiyoruz okul çocuklarına? Bir tek Abdülhamid eksik; Fikret’i üzen her şey aynen devam etmiyor mu? Kızım, oynama şu kabuksuz salyangozla! Dün gece tıkabasa doluydu Taksim Sahnesi.. İnishmaan’ın Sakatı’nı ne güzel oynadılar.. Seni de götürmeliyim.. Gündüz, bu kadar yaz ve gece bu kadar sonbahar değil mi? Bozacı artık geçmiyor. Satamadıklarını kendi mi içmiştir? Bu yıl neyle, nasıl kutlamalı ilkbaharı? Kutlayacak neşemiz mi kaldı? Esra Açıkgöz De sen :Z eyn ep H Hele şu sınavlar bitsin de belki o çocukları boğucu kursların sona erdiğine sevinir, kutlamaya değer bulur, böylece ilkbaharı da aradan çıkarmış oluruz.. Belediye tarhlarında kaç dönüm lale bitti kıçımızda donumuz olmadığı halde? Kaç köye kaç okul yapabilirdik bunların yerine? Başka ne oluyor bu ilkbaharda? Günler uzadı; Elif de yine uzadı, mutfağın kapısındaki çentiklerin hepsini aştı.. Böyle uzayıp uzayıp da ne olacaksın? Sen küçükken de güzeldin Elif! Yakında ablan Japonya’ya gidecek.. Bu da keyifsizliğimi katmerliyor.. Hiç olmazsa sen büyüme de burada kal! Hafta sonunda, Rahmi Koç’un müzesine gidip deniz kenarındaki masalardan birine oturup ilkbahar haikuları yazacağım. Sonra Kinsaku ya da Matsuo Munefosa adlı o büyük şair gibi kendime bir “namı müstear” bulup o adla imzalayacağım bunları. Haiku’nun çoğulu nedir? Haikular mı demeli? Kızım, Japon arkadaşına sormuş bir eposta yollayıp: Çoğuluna da haiku derlermiş. Ama ilkbaharda yazılanına “ta da” adı verilirmiş. Neden? Çünkü haiku dedikleri, aslında doğanın mevsim mevsim değişen hallerini yansıtmak için yazılırmış da ondan! Yanıma ustaların “ta da”larını, haikularını alacak bunları o kıza okuyacak, en hoşuna gidenleri taklid edeceğim.. Mesela Shiki Masaoke’ninkilerini: “Bir örümceği öldürdükten sonra/Gecenin soğuğunda/Kendimi ne de yalnız hissediyorum” Sonra Issa’nınkilerini de götüreceğim: “Kocaman bir odanın içinde bir adam/ve bir de sivrisinek..” Haikular yazacağım ama çok tedirginim: Bunlar kısa birer şiirdir ama aynı zamanda başka bir dinde, Zen Budizm’inde de bir “satori” yani “aydınlanma”ya yol açan mistik sözler değil midirler? Semavi bir dinin kutsal kitabına bile tahammül edemeyenler bu “semavi sayılmayan” dinin şiirleri yayınlandığında DERGİ’yi basıp çalışanları keserler mi acaba? er şey yolundaymış gibi yapmak, güçsüzmüş gibi davranmak, seviyormuş, memnunmuş ya da haz ve zevk alıyormuş gibi yaşamak... Bunlar, “mış gibi” yaşadığımız, yaptığımız anlardan birkaçı. Hemen hemen hayatın her alanında karşımıza çıkan bu “mış gibi”lerin kaynağı ise bazen kişinin kendisi ile ilişkisinin farkında olmaması, bazen de korku ve kaygılarından dolayı öyle davranması. “Ancak” diyor bu konuyla ilgili çalışma yapan Meru Yönetim Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri Eğitimcisi Solmaz Havuz, “‘Mış gibi’ yaşamanın sonuçları vardır. ‘Mış gibi’ yaşamak seçimlerimizi elimizden alır ve tutkularımızı köreltir”. “Mış gibi” yaşayıp yaşamadığını öğrenmek isteyenler için, Havuz’un bu ay sonunda Nirengi’de bir de çalışması olacak: “Mış Gibi Yaşamlar”. İşte anlattıkları... Öz ata lay Ne demek “mış gibi” yaşamak? “Mış gibi” yaşamak, “mış gibi” yapmakla başlıyor. Bunu, dediği ile yaptığının aynı olmaması, gerçek ile görünüşün farklı olması olarak tanımlayabiliriz. Mutluymuş, seviyormuş, ilişki varmış ya da ilişki yokmuş gibi yapıyorlar. Ya da cinsellikten haz alıyormuş, tatmin oluyormuş gibi yapıyorlar. Bütün bunlarda hep bir “mış” var. Solmaz Havuz. Kimler daha çok “mış gibi” yapıyor? Hemen hemen hepimiz yapıyoruz. Zaten biz de başka konularla ilgili çalışma yaparken “mış gibi” yapmaların çok olduğunu fark edince, uzman psikolojik danışman Sema Yüce ile bu konu üzerine çalışmaya karar verdik. Peki “mış gibi” yaşamların başladığı bir yaş var mı, erkekler mi, kadınlar mı daha çok “mış gibi” yapıyor? Böyle davranmayı çocukluktan itibaren öğreniyoruz ve bizler de çocuklarımıza bunu öğretiyoruz. Mesela, bir çocuk dizini masaya vurduğunda, annebaba masayı döver, sanki canının yanması masanın sorumluluğundadır. Çocuk bunu öğrenir. Bir süre sonra çocuk acımıyormuş gibi, hissetmiyormuş gibi yapmaya başlar... Sonra da bu çocuklar büyüdüğünde “mış gibi” yapan insanlar oluyor. O yüzden kadınların mı, erkeklerin mi daha çok “mış gibi” yaşadığına emin değilim, çünkü erkekler de bunu öğreniyor. Yalnız yapacağımız çalışmaya 1819 yaşında oldukça çok katılımcı başvurdu. Bu beni şaşırttı. Annebabalar dışında başka kimlerden öğreniyoruz “mış gibi” yapmayı? Arkadaşlardan, öğretmenlerden, medyadan, toplumdan... En çok hangi zamanlarda başvuruyoruz “mış gibi”lere? Yoğun çatışma yaşadığımız dönemlerde, çatışmayı çözemeyince, sorun yokmuş gibi davranıyoruz. Bu davranışlar her yerde karşımıza çıkıyor. Politik alanlarda da bunu kullanıyoruz. Mesela Y kazansın istiyoruz, ancak bunun için bir şey yapmıyor, onun yerine sanki X’in böyle bir olasılığı yokmuş gibi davranıyoruz. En son kapatılmayan üzeri kartonla kapatılmış bir rögar çukuruna düşen Dilara’nın durumunda belediye, yetkili firma “mış gibi” yaptı. Biz, duyanlar bile “mış gibi” yaptık. Dolayısıyla “mış gibi” yapmanın toplumsal bir boyutu da var. Tehlike anında, korktuğumuzda da böyle davranışlar yapıyoruz. O halde “Mış gibi” davranmanın avantajları da var. Evet, kazançları var. Her şeyden önce kişi “mış gibi” yaptığını kabul ederse, bunu değiştirmek için bilmediği bir yola çıkacak. Halbuki diğeri iyi bildiği bir yol. Dezavantajı ise, yaşamından, kendi özüyle ilişki kurmaktan vazgeçmesi. Bu “mış gibi” yapmalar zamanla öyle çoğalıyor ki, alışkanlık haline geliyor, sorgulanmıyor, incelenmiyor ve yarım yaşanmış hayatlar ortaya çıkıyor. O yüzden “mış gibi” davrandığımızı fark edip, bunu sorgulamamız önemli. DUYARLILIK GELİŞTİRMEK ÖNEMLİ Bu çok sancılı bir süreç. İnsan, hayatına dönüp baktığında “mış gibi” yaptığını nasıl anlayabilir? Sonuçta hepimiz ağır bir şekilde hayatlarımızın içinde yaşıyoruz ve kimse de o hayatın sahte olduğunu düşünmek istemez. Bunun için duyarlılık geliştirmek önemli. Bizim çalışmadaki amacımız da bu. Biz buna duyarlı olmaya başladıkça fark ediyoruz. O zaman “mış gibi” yapmak bir seçenek olmaktan çıkıyor. Bu kolay bir süreç değil, ama önemli. Yalnız bazen orada da fark etmiyormuş gibi yapabiliyoruz, çünkü fark ettiğimizde bunun sorumluluğu var. Bunun farkındalığını taşımak ve bu farkındalıkla ne yapacağına bakmak zorunda kalıyorsun. Çatışmayı nasıl çözeceğimi öğreneceğim, ona doğru adımlar atacağım, zaman zaman tökezleyeceğim, düşeceğim, tekrar kalkıp tekrardan başka çatışmaları çözeceğim... Tabii bunlar da zor iş. Geri dönüp bakınca, hayatının aslında “mış gibi” olduğunu, yarım bir yaşama sahip olduğunu görmek, bir travmayı da beraberinde getirmez mi? Bocalayacaktır. Eğer “mış gibi” yaptığının farkında, ama onun sorumluluğunu alamıyorsa, bu bir sıkıntı yaratır tabii ki. Bazen kişi 20 yıllık evlilikten sonra bir de bakıyor ki; uzun seneler üzülmemiş, kırılmamış, kıskanmamış ya da kızmamış gibi yapmış. Nedeni sorduğumuzda, kaybetmemek için yaptığını söylüyor. Bazı ilişkilerde bu istismara kadar gidiyor. Kişi kendi ihtiyaçlarını hiç düşünmeden, çevresindekileri düşünmeye başlıyor. “Onun memnun olması benim için yeter” veya “O istemiyorsa yapmam”, “O istiyorsa yaparım” diyerek kendi isteklerini, duygu ve düşüncelerini fark etmemeye doğru yol alıyor. “Mış gibi” yapmayı bırakan bir insanın çevresi tarafından kabul edilmesinde bir sorun yaşanmıyor mu? Eğer “mış gibi” yapmak kişi için, seçenek olmaktan çıktıysa zaten bu durumu içselleştirmiş demektir. O zaman da bu onun için “spontane” bir yaşam oluyor. Yoksa toplumun kabullenmesi konusunda her zaman için “mış gibi” yapmanın da yapmamanın da zorlukları var. Önemli olan baş edebilmek. Ahlak, terbiye kurallarının altında bile “mış gibi” yapmayı getirecek öğretiler var. Onları kabul etmemek, mış gibi yapmamak bir yalnızlaşmayı da getirmiyor mu? Evet, ama işin ilginç tarafı “mış gibi” yapmak da yalnızlık getiriyor. Hatta orada kendi özüne yabancılaştığın için yalıtılmış bir yalnızlık var. O yalnızlıkla da ne yapacağını bilmiyor. Belki o yalnızlıkla ne yapacağımızı bilmediğimiz için de farkına varmamız ve buralardan çıkmamız zorlaşıyor. Çünkü kişinin kendisiyle olan ilişkisi içerisinde yaşadığı yalnızlık çok zor. Kendimize duygularımızı fark etmek ve onları yaşamak için izin vermeliyiz. DÜRÜSTLÜK, SIR SAKLAMAK, MAHREMİYET VE “MIŞ GİBİ” YAPMAK... Çalışmadaki başlıklarınızdan biri de, “Dürüstlük, sır saklamak ve mahremiyetin ‘mış gibi’ yaşamlardaki yeri”. Nedir bunların “mış gibi” yapmadaki payı? Birisiyle bir sırrı paylaştığınızda, onla bir bağ kuruyorsunuz, ama diğerleri dışarıda kalıyor. Dışarıdaki ilişkilerde böyle bir şey yokmuş gibi davranıyorsunuz. Belki o sırrı paylaştığınız kişiyle bile öyle bir şey yokmuş gibi yapıyorsunuz. Mahremiyette de öyle. Bu benim mahremiyetim dediğimiz alan belki de “mış gibi” yaptıklarımızı gizlediğimiz alanlar da olabiliyor. Bu gerçekten mış gibi yaptığımız bir nokta mı, yoksa mahrem alanımızı korumak için yaptığımız bir şey mi? Bunu iyi düşünmek gerekiyor. Bu aklıma bir zamanların ünlü tartışma konusu, “Özel olan politiktir” sözünü getirdi. Evin içindekiler dışarı çıkmaz diye hâkim bir söylem var. Kadınlar aile içi şiddet de görse, bunu aktarmıyorlar. Oralarda kendi sorumluymuş ya da kendi suçuymuş gibi yapıyor. Oysa şiddet aileye değdiği zaman artık aile içi sorun olmaktan çıkmıştır, insanlık sorunudur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle