Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 7 24/5/07 16:22 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 27 MAYIS 2007 / SAYI 1105 7 Aynılıkları anlatıyor... Esra Açıkgöz enedik Bienali 52. Uluslararası Sanat Sergisi’nde Türkiye için de bir pavyon ayrıldı. Bu bir ilk. Garanti Bankası’nın sponsorluğunda 10 Haziran21 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek sergiye, Türkiye’den gidecek sanatçı; Hüseyin Bahri Alptekin. Şimdiye kadar pek çok Bienal’e katılan Alptekin’in çalışmasının adı, “Şikâyet Etme”. Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nin yöneticisi Vasıf Kortun’un küratörlüğünü, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın ise koordinatörlüğünü yaptığı sergi, farklı kültürlerin, ülkelerin aynılıklarını vurguluyor. Alptekin’in bazı çalışmaları, Tate Modern’in Haziran’daki “Küresel Şehirler” sergisinde de yer alacak. Çalışmanızın adıyla başlayalım. Neden bu adı seçtiniz, çok mu şikâyet duyuyorsunuz? Çalışmamın üç katmanı var. Biri “şikâyet etme” kavramı, diktesi, emri, isteği, dileği… Bu başlığın altında “incidentküçük vaka” dediğimiz 13 film oynayacak. Şikâyet etme denilmesi bile aslında bir şikâyet; halinden memnun ol, bak daha kötü durumlar var! Bu diktede bir üstünlük ve güç dengesizliği de var. Şikâyet etme, diyenin durumu öbüründen daha iyidir. Kültürler ve kişiler arasındaki hiyerarşik yapılar beni çok ilgilendiriyor. Siz çalışmanızda bu hiyerarşiyi nasıl ele alıyorsunuz? Ben sadece bunu tespit etim. Bunun coğrafi, kültürel ve ekonomik boyutları da var. Herkes birbirinden şikâyetçi, doktorhastadan, hastadoktordan, Amerika bilmem neden, başkası İslam’dan, anneçocuktan… Tek yöne giden bu berbat dünyada, şikâyet ederek birçok şeyi yapma imkânını da örtüyoruz. Camus’nun “Veba” romanında bir doktor vardır, salgında herkesin, kendisinin bile öleceğini bildiği halde, her şeye rağmen savaşır. Bir duruşa, ilkelere sahip olmak çok önemli. Veba, çok uygun bir örnek, çünkü kötülükler de salgın gibi. Her an her şey olabilir, nasyonalizm ortaya çıkabilir, faşizm hortlayabilir... Yani siz de şikâyet ediyorsunuz... Peki enstalasyonunuzdaki “küçük vakalar” diye adlandırdığınız olaylar neler? Çalışmamdaki filmler, video değil, fotoğraflardan yapıldı. Bunlarda, çeşitli kültürlerdeki ve Hindistan, Çeçenistan, Kosova, Türkiye gibi farklı ülkelerdeki normal hayattan olaylar var. Tarihi kaydı olmayan, kayıt dışı, günlük, kentsel şeyler… Mesela, Cihangir’de sokakta yaşayan bir çöp toplayıcısı etrafında beş mevsim boyunca cereyan eden olayları gösteriyorum. Nedir, bu adamı bienale taşıyan? Dikkatinizi niye çekti? Çağdaş sanattaki “öteki” mevzusundan bıktım. Ötekini anlamak iyidir, peki… Kendini anlamanın yolu ötekini anlamaktan geçiyor, bu da iyi… Ama bu pragmatik faydasının dışında sürekli bir öteki ilgimizi çekiyor. Mesela, Cihangir’deki çöp toplayıcısı siyah ve dilsiz. Yani tam bir “öteki”. Ancak orada kendine göre bir düzen kurdu. Onun sayesinde ekolojik ve ekonomik bir dönüşüm oluştu. Ta ki şikâyet edilene kadar. Aykırıya, anormale karşı korunma ve ortadan kaldırma isteğimiz var. Oysa o kovulduktan sonra, çöpler taştı, hırsızlıklar yaşandı. Emniyet duygunuzu güçle empoze ederken, ortadan kaldırdığınız şeyin katkısını görmüyorsunuz. İşte o yüzden, ötekilikten ve farklılıktan ziyade, aynılık ile uğraşarak, farklı coğrafyalarda, kültürlerde, anlayışlarda ortak olanları gösteriyorum. Tıpkı Hindistan ve Brezilya’daki iki sahili gösterdiğiniz, “Bombay ve Rio de Janeiro Incident”larındaki gibi. İnsan bir plajda ne yapar? Yüzer, kumlara yatar, plajdan baloncular, dondurmacılar geçer... Bu çalışmalarda silüetlerle aynılıkları vurguladım, ama beden dilinden hangi ülke olduğunu anlayabiliyorsunuz. Aslında ben sadece günlük hayatta fark etmediklerimizin içinden bazılarını ödünç alıp, bunların değişik fonlarını, olay örgüsünü bir araya getirip tekrar kuruyorum. Küreselleşmeyle de bir derdiniz var. Sanki herşey neoliberalizme, yeni kapitalizme ya da tek boyutlu emperyalizme giden dünyaya uymak zorundaymış gibi korkunç acımasız bir sistem var. Oysa onun dışında da underground bir hayat oluşturuluyor. Mesela, 90’larda Laleli'de bavul ticareti vardı. Bu ağ, coğrafi, politik, ekonomik anlamda globalizmin dışındaydı. Kaydı olmayan insanlar kendi kaderlerini çizdiler. Şimdi de bir yığın Uygur Türkü geliyor. Globalin kaçınılmaz şekilde, lokale bağlı oluşuyla da çok ilgileniyorum. Çalışmanızdaki Çeçenistan ve Kosova’da kaybolan insanları yan yana getirdiğiniz “küçük vaka” dikkat çekici. Öldürülen Rus gazeteci Anna Politskovskaya, Çeçen sorununu çok kurcaladı, bunu dünyaya gösterdi ve bu nedenle göz göre göre evinin merdivenlerinde öldürüldü. Medyatik ve elektronik dolaşım içinde sürekli kayıpların görüntüleri dolanıyor, özellikle de ellerinde kayıplarının fotoğraflarını tutanların görüntüleri… Ancak biz onlara aslında görsel olarak hiç bakmıyoruz. Bunlar artık imaj olarak görülüyor, kayıp insanlar da o imajın imajı. Bu, aynı zamanda bizi pasifize ediyor. Ben de kayıpların resimlerini uzun süre göstererek, seyirciye resimdekilerin kişiliği olduğunu hatırlatıyorum. Hüseyin Alptekin, Venedik Bienali’ne V Cihangir’deki çöp toplayıcısı... Türkiye adına katılacak. Çalışması “Şikâyet Etme” 13 filmlik enstalasyondan oluşuyor. Çenenistan ve Kosova’daki kayıplar, Bombay ve Rio de Janeiro sahilleri, Cihangir’deki çöp toplayıcısı... Çalışmasında farklı kültürlerin aynılıklarını vurguluyor Alptekin, küreselleşme ve “öteki” kavramını eleştiriyor… Bu durumu, Irak işgalini televizyonlarımızdan canlı izlerken de yaşadık. Hâlâ da yaşıyoruz… Onla ilgili bir iş yapamadığım için çok üzülüyorum. Ancak ilerisi için bir projem var. Peki, Venedik Bienali dünyanın en önemli sanat ekinliği ve Bienal’in Türkiye’nin tanımı için çok önemli olduğu söyleniyor sürekli. Bütün bunlar sizde bir baskı oluşturdu mu? Hayır. Türkiye için aklımın ermediği festival havasında etkinlikler yapılıyor. Beni medya çok bilmez, akademik çevreler anarşist bulur, felsefeciyim zaten. Onun için Türkiye’yi bu anlamda temsil edecek son adam ben olurdum. Üzerimdeki tek baskı, işimde alaturkalık, arabesklik, oryantallik olmamasıydı. İstanbul, San Paulo, Rio de Jenairo ve Avrupa’da yaşıyorsunuz. Bunun nedeni de bu korktuğunuz durumlara düşmemek mi ya da neden kaçıyorsunuz? Kendi yerimden, kompleksimden, korkumdan, sıkıntımdan, batılılığımdan ve doğululuğumdan... Burada sanat başka varlık alanları yokmuş gibi yaşanıyor. Küratörler, projeye davet etsin diye beklemelisiniz... Projeniz bittiğinde iyi bulurlarsa alıyorlar, kataloğu çıkıyor… Onların dikte ettiğini kabullenmek zorunda kalıyorsunuz. Oysa bu benim için turizmden başka bir şey değil, ölü bir iş. Ben bu sıkıntıdan kaçtım. Başka yerlerde, başka biçimlerde de sanat alanları var. Sanatın yaşayarak kazanıldığını düşünüyorum. Beni işin oluşum süreci heyecanlandırıyor. Çeçenistan ve Kosova’daki kayıplar... Rio de Janeiro’dan bir kare... Bombay sahilinden bir kare... TAHTA KOMPARTIMANLAR... Enstalasyonların gösterileceği beş tahta odacık da Bienal’e katılan işlere dahil mi? Bu mekânın esin kaynağı, Gürcüstan’da gittiğim bir restoran. Asya tarzı bu restorasyonlarda, herkes kendi grubuyla bir odaya çekilerek yemek yiyor. Kendilerini izole ediyor, özel alan yaratıyorlar. Beni ilgilendiren, kamusal ve özel alan, baskı, korku, özgürlük... Bu mekânın yapımının da ilginç bir hikâyesi var… Bienal için davet aldığımda Finlandiya’ya gidiyordum. Orada mekânlar yapan “Ucuz Finli İşgücü” sanatçı grubu aldıkları bir ödülü, yine sanata harcamak istiyormuş, böyle bir mekân kurulmasını desteklemeyi, bu işte çalışmayı istediler. Böylece enstalasyon çalışmalarının yer alacağı 30 tonluk, tahta kompartımanları yaptık. Yani hayali Gürcü restoranını, Ucuz Finli İşgücü ile yapıp, içinde Hindistan, İstanbul, Rio De Janeiro, Kosova ve Çeçenistan ile ilgili filmler göstereceğiz.