02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 26/4/07 16:20 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 29 NİSAN 2007 / SAYI 1101 9 TÜRKİYE’NİN SAKLI GÜZELLİKLERİ Kampanya için çekilen binlerce fotoğraf arasından, bakanın başını çevirip ikinci kez bakmasını sağlayacak ve ayrıca içindeki gezgin ruhu uyandıracak, en “enteresan” görüntüler seçilmiş. Reklâm panoları ve ulusal basında kullanımı kolaylaştırmak amacıyla yatay çerçeveler tercih edilmiş. Reklâm ajansı çalışanları, her fotoğraf için Craghoppers’ın yeni imajını yansıtacak esprili sloganlar üretmişler. İşte kampanyada kullanılan sloganlardan bazıları: “Araba paylaşımının esas olduğu yere git!” (Arabada koyunların taşındığı bir fotoğraf, yer Fethiye) “Geçiş ücreti olmayan yere git!” (Koyun sürüsü ve çobanın yer aldığı bir fotoğraf, yer Karapınar) “Bir sonraki trenin gelecek hafta kalkacağı yere git!” (Deve katarıyla ilerleyen adam fotoğrafı, yer Taşkale) PAZAR SÖYLEŞİLERİ Şvabrinlik Ataol Behramoğlu 19. yüzyıl Rus edebiyatının ilginç özelliklerinden biri de özellikle roman alanında kahramanların “tipik”liğidir. Öyle ki bu kahramanlardan kimilerinin adları, özel ad olmaktan çıkarak genelleşmiş, böylece de sözlüklere girmiştir. İvan Gonçarov’un “Oblomov”u bunlardan biridir. Bilindiği gibi “Oblomov” tembelliğin, iradesizliğin, eylemsizliğin simgesi olmuş, onun adından türetilen “oblomovluk” bir deyim olarak Rusça’dan başka dillere de geçmiştir. Aleksandr Puşkin’in “Onegin”i Rus edebiyatında bu türden tipik roman kahramanlarının sanıyorum ki ilkidir. “Oneginlik”, bir bakıma bizdeki “omurgasız”lığın karşılığı gibidir... Yurdundan, yurdunun değerlerinden, halkından kopuk, köksüz “aydın” tipinin simgesidir Yevgeni Onegin… Bazarov, Raskolnikov vb… Turgenev’in, Dostoyevski’nin bu kahramanlarının, bu “tipik” kişilerin yanına da başka isimler ekleyerek listeyi dilediğimizce uzatabiliriz. 19. yy. Rus edebiyatı bu bakımdan pek zengindir… Fakat bu yazıda ben, yine Puşkin’in, ama daha az bilinen bir kahramanından, “Yüzbaşının Kızı”ndaki Şvabrin’den söz etmek istiyorum… Daha önceki bir yazımda da değinmiştim bu roman kahramanına... “şvabrinlik” sözünü ise böylece belki ben türetmiş oluyorum… Çünkü daha önce, Rusça ya da bir başka kaynakta rastlamadım bu biçimde kullanılmasına… Bilindiği gibi “Yüzbaşının Kızı”nın konusu, Pugaçev ayaklanması sırasında bir kalede olup bitenlerdir. Genç bir subaydır Şvabrin. Doğal olarak da iyi yetişmiş, şimdi anımsamıyorum ama büyük olasılıkla soylu kökenli bir aydındır. Fakat, köylülerin isyanına inandığı için değil, kişiliksizliği, karakterindeki zaaflar nedeniyle, isyancıların tarafına geçer. Her türlü alçaklığa alet olur. Kendi yaşamı da, tahmin edilebileceği gibi, felâketle sona erer. Bu “tip”e karşı, Puşkin’in romanını çok zaman önce ilk okuyuşumda duyduğum, acımayla karışık irkilti, hor görü, içimde hep süregelmiştir… Benim gözümde Şvabrin, bütün dünya edebiyatının belki de en sevimsiz tiplerinden biridir… *** “Radikal” gazetesinde gördüğüm birkaç yazı bana bir kez daha Şvabrin’i, şvabrinliği anımsattı… İ. Berkan’ın “Laiklik Elden Gidiyor Demek Doğru mu?” adlı yazısının başlığı altında toplanabilecek birbiri ardına üç yazısından, yine aynı gazetede N. Düzel’in Prof. N. Bostancı’yla yaptığı konuşmadaki kimi görüşlerden söz ediyorum… İ. Berkan’ın yazılarından birindeki şu cümleler, her üç yazının ve sözünü ettiğim konuşmanın toplamındaki düşünce kalabalığı ne olursa olsun, bütün söylenenlerin “veciz” özetidir: “Ben, bu ülkedeki laiklikdincilik kavgasının zahiri (‘sanal’ kelimesini özellikle kullanmıyorum), daha doğrusu görünürdeki kavga olduğunu, esas kavganın ise köylüler ve şehrin kenar mahallelerinde yaşayanlarla kendilerini o şehrin, hatta ülkenin sahibi sayan yerleşikler arasındaki kavga olduğunu düşünüyorum. Şöyle de diyebiliriz: ‘Sonradan görme’ diye tanımlananlarla sonradan görme olmadığını düşünenler kavgası. Veya şöyle tanımlayabiliriz: Dağdan gelip bağdakini kovanlarla bağda uzun zamandır durmakta olup kovulacağını anlayanlar kavgası.” Böylece bu çarpıcı “sosyal analiz”le, ülkenin geleceğinden kaygı duyan herkes bir çırpıda “bağda uzun zamandır durmakta olup kovulacağını anlayanlar” tanımlaması içinde sınıflandırılmış oluyor… Prof. Bostancı’nın sözleriyle de “Tandoğan’da toplananlar daha önce iktidardaydılar. Şimdi güçsüz hissediyorlar. (…) Bunlar iki, üç kuşak öncesinden şehirlileşmiş olan, Cumhuriyet'i kuran elit kadronun omurgası etrafında yer alan ve devleti bugüne kadar yönetmiş olan okumuş yazmış laik kesimler. Siyasi yapının nema dağıtımından geçmişte faydalanmış ve devletin rantlarına alışmış olan bu kesim kendisini devletle özdeşleştiriyor. Kendisini devletin sahibi görüyor ve AKP iktidarından kaygı duyuyor.” Berkan’ın yazılarındaki, Prof. Bostancı’nın sözlerindeki (içinde kuşkusuz ilginç sayılabilecek görüşler de bulunan) “düşünce salatası”na girmeye hevesim de yerim de yok. Fakat kendileriyle, örneğin bir TV programında, şu “dağ” ve “bağ” konusunu kıyasıya tartışmayı doğrusu çok isterdim… Şimdilik söyleyebileceğim ise şu olabilir: “Yüzbaşının Kızı”na bir göz atın. Kahramanlardan birinde belki de kendinizle karşılaşacaksınız... [email protected] Faruk Akbaş (solda). Londra Metrosu’nda Türkiye fotoğrafları Gezi ve doğa fotoğrafçılığının usta isimlerinden Faruk Akbaş’ın, Türkiye’de, ünlü İngiliz giyim markası Craghoppers için çektiği fotoğraflar, Londra metro istasyonlarının duvarlarını süslüyor. Deniz Yalım Kadıoğlu ezi ve doğa fotoğrafları denildiğinde akla gelen ilk isimlerden olan Fotoğraf Sanatçısı Faruk Akbaş, Craghoppers firmasının reklâm kampanyası için yaptığı fotoğraf çekimleri ile Anadolu’nun zenginliklerini yurtdışına taşıdı. Craghoppers’ın “olağanüstü bir dünya için gezi ve outdoor giysileri” sloganıyla bütünleşen fotoğraflar, Londra metro istasyonlarının duvarlarındaki reklâm panolarında sergileniyor. Her gün metroyu kullanan binlerce kişi, Türkiye’nin şimdiye dek görmediği yüzleriyle, Anadolu’nun nefes kesen manzaralarıyla ve insan portreleriyle karşılaşıyor. Faruk Akbaş’ın Craghoppers ile çalışmaya başlaması, daha önce NGI adlı turizm firmasının çekimlerinde tanıştığı, Cactus Creative Ltd. sanat yönetmeni Andy Smith vasıtasıyla olmuş. Fethiye’deki çekimlerde tanışan ikili, Andy’nin deyimiyle “kendi kendini anlatan fotoğraflar” ortaya çıkarmışlar.Andy İngiltere’ye döndüğünde, çalıştığı reklâm ajansının Craghoppers’ın reklâm ve medya kampanyasını üstlendiğini öğrenince, aklında tek bir isim varmış. Andy “Firmamın kampanya çalışmasını öğrendiğim anda biliyordum; Faruk’un fotoğrafları bu markayı yansıtmak için mükemmel bir seçimdi” diyor. 1965 yılında, “Öyle giysiler üretelim ki, ciddi kötü hava koşullarına dayanabilsin ve bunu da Everest tırmanışıyla kanıtlayalım” fikrinden doğan Craghoppers’ın açık hava sporlarında tercih edilmesinin en önemli sebebi giysilerde kullanılan gelişmiş teknoloji. Islanmayan ayakkabılar, güneş korunmalı giysiler, yağmur geçirmez montlar, sinekkovar tişörtler ve suya dayanıklı sırt çantaları; Craghoppers ürünlerini macera tutkunları ve gezginler için vazgeçilmez kılıyor. Faruk Akbaş’ın fotoğrafları da, maceracıların, kâşiflerin ve gezginlerin hayatları boyunca tanık olmak isteyebilecekleri türden manzaralar sunuyor. Kampanyada kullanılan fotoğraflarda, “Olağanüstü bir dünya için gezi ve outdoor giysileri” sloganını yansıtan kompozisyonlar oluşturuldu. Bu fotoğraflarla, İngiliz pazarında vurucu ve alışılmadık bir etki yaratmanın yanı sıra izleyicide, sırt çantasını alıp bir an önce üzerinde yaşadığı bu harika gezegeni keşfetme isteği doğurmak amaçlandı. Andy’e amaçlarına ulaşıp ulaşmadıklarını sorduğumuzda, “Kesinlikle! Öncelikle Craghoppers’ın marka bilinirliğini kanıtladık. Ayrıca bu fotoğraflar sayesinde, firma ile nitelikli gezi fotoğrafçılığı arasında bir bağ kuruldu; hem de dünyanın en iyi fotoğrafçılarından birinin kareleriyle! Bu, marka için çok iyi bir şey…” diyor. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle