22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 22/3/07 15:19 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 25 MART 2007 / SAYI 1096 ‘İmparator’un son hakareti Mutlu Binark * rank Miller’in aynı adlı çizgi romanından Zack Zynder’in sinemaya uyarladığı epik anlatı “300 Spartalı” Türkiye’de de gösterime girdi. Gençlerin büyük ilgisini çekien filmin cazibesi sadece dijital dokusundan değil, ilkel ve başat mitleri dolaşıma sokması ve meşrulaştırmasından da kaynaklanıyor: erkek egemen cinsiyet rejimi ve beyaz ırkın üstünlüğü/ariliği. Epik anlatı, kahraman ve karşıt kahraman çatışması ile iyikötü, uygarlıkbarbarlık, aydınlıkkaranlık, erildişil, normal/ideal, anormal/sapkın, sadakatihanet, güçlüzayıf, güzelçirkin, ahlak sahibişehvet düşkünü gibi ikili karşıtlıklar üzerinden geliştirilir. Sinema tarihinde bu türün 1950’ler ve 1960’larda geleneksel anlatının tüm özelliklerinden beslenerek Hollywood’da altın çağını yaşadığı ve zamanla popülaritesini yitirdiği söylenebilir. Ancak 1980’lı yıllarla birlikte “İmparatorluğun” kendine yeni düşmanlar/hedefler çizmesi ve koruması gereken sınırları yeniden belirlemesi ve yeni sömürgeci pratiklerin uygulamaya girmesiyle birlikte kültür endüstrisi de epik anlatılara tekrar geçit verdi. Önce bir uzay sagası (destan) olan “Star Wars/Yıldız Savaşları” serisinde, 1990’ların ortalarından itibaren de “Braveheart/Cesur Yürek”, “Saving Private Ryan Er Ryan’ı Kurtarmak”, “Gladiator/Gladyatör”, “The Lords of Rings/Yüzüklerin Efendisi”, “Troy/Truva”, “Alexander the Great/ Büyük İskender”, “Kingdom of Heaven/Cennetin Krallığı” gibi filmlerde “imparatorluk” ve onun aydınlık güçlerinin, tüm meziyetlerinin temsilcisi/taşıyıcısı olan erkek yurttaşları karanlık güçlerle mücadele etmeye başladılar. “300 Spartalı”da MÖ 480’de gerçekleşen Termofil Savaşı anlatılırken, uygarlığı ve aydınlık güçleri Sparta Kralı Leonidas; barbarlığı ve kötücül güçleri Pers Kralı Zerkas simgeliyor. Oryantalist söylemin Doğu’yu Doğu, Batı’yı da Batı olarak merkezlemesi bu anlatıda bir kere daha gerçekleşiyor. Burada sorun, Edward Said’i izleyerek söyleyecek olursak, bir mekânı “Doğu” olarak işaretleyebilme gücüne/erkine kimlerin nasıl sahip oldukları. Merkezleme işlemi, Batılı öznenin kendi dışında, “öteki”nin varlığını imleyerek, bu varlığı “aşağıda”, “ilkel”, “barbar”, “iğrenç”, “dişil” ve “sapkın” vb. şeklinde ayrıksılaştırması, kendi kimliğini “asli” olarak kurmasıdır. Tıpkı “300 Spartalı” filminde, evrensel öznenin temsilcisi olan Spartalılar karşısında Perslerin ve onların yanında yer olan tüm Doğu uluslarının/ırklarının çirkinliklerinin, bedensel deforme olmuşluklarının, dişil eşcinselliklerinin ve ahlaki çöküntülerinin vurgulanması gibi. Bu kültür endüstrisi ürünü aracılığıyla, evrensel özne, kendi yüzünü, gücünü ve dilini, “öteki”ni kendi içinde benzeşik kılarak, onu tarih içinde sabitleyerek, böylece onun adına konuşmadan edinir. Ötekine içkin tasavvurlar evrensel öznenin iktidarı altındadır. Oryantalizmi, ırkçı ve erkek egemen cinsiyet rejiminin en sığ söylemleriyle biçimlendirerek yeniden dolaşıma sokan ve “evrensel özne” konumunu/erkini doğal ve görünmez kılmak isteyen Batılı öznenin kültür endüstrisini “300 Spartalı” ve benzeri anlatılarla kendine seferber etmesi oldukça doğal. Anlatıda Pers İmparatorluğu simgesi üzerinden Doğu kültürlerinin tektipleştirilip, sapkınlaştırılması; Sparta kültürü üzerinden otori F “300 Spartalı” filminden... 21 Haziran Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Günü’ydü. Birleşmiş Milletler o gün yaptığı açıklamada Batı toplumlarında ırkçılığın arttığı uyarısında bulundu. Gösterimi süren “300 Spartalı” filmi ırkçılığın kültür endüstrisine nasıl yansıdığını gösteriyor. Doğu’yu “barbar” gösteren film pek çok ülkede protesto ediliyor… ter kişiliğin ve lider kültünün meşru kılınması, işlemi bildik propaganda metinlerine göre görsel efektlerle ve yoğun dijital dokusu ile yenilenmiş. “300 Spartalı”yı izleyen Amerikalıların ya da diğer Batılı ulusların halklarının en kolay şekilde beyaz/ari erkek egemen cinsiyet rejimine çağrıldıkları söylenebilir. Tabii, Batılı öznenin de herhangi bir kültürel metni alımlama pratiği farklı şekillerde tezahür edebilir. dan ve kendine içkin üretilen tasavvurlarla körleşmeden “farkındalık” bilinciyle çözümlemektir. Metnin bu şekilde çözümlenmesi veya okunması içinse yurttaşın eleştirel medya okuryazarlığı arka planına sahip olması gerekiyor. Kültürel metinlerin üretimlerindeki tarihisiyasikültürel ve ekonomik arka plan bilgisine sahip birey, Batı ve Doğu arasındaki etkileşimin baskı altına alınmış tarihini ve bu tarihin içindeki Batı ve Doğu’nun karşılıklı bağımlılıklarını görebilir. Doğu’nun tarihinin ve Doğuluya içkin imgelerin üretilmesi aslında Batı’nın suretinin üretilmesidir. Bu işlemi tersine çevirmek/tersyüz etmek imgelerin gücünün yerinden edilmesi anlamına gelmez. Öteki sadece “kendi doğrularının” en doğru olduğu inancını pekiştirir, değerler tersine çevrilmiş olur. Türkiye’de de epik anlatı sinemasının birçok örneği var. Üstelik yakın zamanlarda bu anlatıların sayısı giderek artıyor. Doğrudan bir kahramanlık ve fedakârlık destanı gibi gözükmeseler de, “Yandım Ali: Son Osmanlı”dan “Deliyürek” ve “Kurtlar Vadisi Irak” epik anlatının birer örneği. Bu anlatılar ile "300 Spartalı" arasında bir fark yok. Sadece imgeler tersyüz ediliyor, “Burası…”, “Geldikleri gibi giderler”, “Ya bizdensin…ya da değilsin”, “Bir …bin…e bedel”… Dünya ve Türk sinemasında epik anlatıların adeta yeniden “hortlamasının” ardında yatan toplumsalsiyasikültürel, ekonomik ve ruhsal dinamiklerin “us sahibi” yurttaş tarafından farkına varılması ve “imgelerin gücü”nün hem sömürgecileri hem de sömürgeleştirilmişleri kapsayan bir şekilde serbestleştirmesi gerekiyor. Peki, bu nasıl olanaklı? Bizonlar arasında sürekli sınır çizen normalanormal, iyikötü, ilkelçağcıl gibi ikili karşıtlıkların ezdiği kimlik aralıklarının farkına varılarak ve fark söylemini sabitlemeyerek... * Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi BENİM DOĞRULARIM EN DOĞRUDUR! Ancak, Türkiye’de veya üçüncü dünya ile Güney’in farklı ülkelerinde bu tür anlatıların “öteki”lerle buluştuğunda ne olacağı, alımlama stratejilerin ne şekilde gerçekleşeceği oldukça ilginç, üzerinde durulması gereken bir konu. Bu coğrafyalarda insanlara düşen en önemli sorumluluk, metni “yasakçı” ve “inkârcı” söylemlere dayanmadan, başat mitlerle empati kurma 40 gün 40 gece Sulukule... ulukule, dünyadaki ilk Çingene yerleşimi. Çingeneler Sulukule’ye, 1054 yılında doğudan batıya yaptıkları göçle geldiler. Yani neredeyse bin yıl önce... Ancak Kasım 2005’ten beri Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleri’nde oturan üç bin 500 çingene, yerlerinden edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Üstelik kendilerine yaşayacakları hiçbir yer gösterilmeden. Gerekçe, Bakanlar Kurulu tarafından 5366 sayılı yasaya dayanarak “Önce İnsan” sloganıyla başlayan Kentsel Yenileme Projesi. Ne yasanın hazırlanmasında, ne karar aşamasında, ne de uygulamaya geçişte fikirleri sorulmayan Sulukulelilerin mahalleri için 13 Aralık 2006’da “Acele Kamulaştırma Kararı” çıktı. Sulukuleliler, “Acele kamulaştırmanın iptaline karşı” Danıştay Başkanlığı’na gönderilmek üzere, İstanbul İdare Mahkemesi Başkanlığı’na yürütmenin durdurulması talebiyle dava açtılar. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin de müdahil olduğu davaya, bir çok sivil toplum kuruluşu da katıldı. Bu süreç devam ederken ve henüz onaylı bir yenileme projesi ortada yokken, Fatih Belediyesi bazı evlerin yıkımına başladı bile. Sulukuleliler de, yıkımlara “Hayır” demek ve kök saldıkları mahallelerine sahip çıkmak için, “40 gün 40 gece Sulukule” etkinliği düzenliyorlar. Dün başlayan etkinliğe, Sulukuleliler, sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, müzisyenler, mimarlar, sosyologlar, şehir plancıları ve akademisyenler katılıyor. Mayıs ortasına kadar sürecek etkinlikler, Sulukule ve Beyoğlu ile bazı üniversitelerde gerçekleştirilecek. S Sulukule, yıkılıyor. Çingeneler, bin yıldır yaşadıkları mahallelerinden sürülüyorlar. Hem bu yıkımlara “Hayır” demek, hem de Sulukulelilerle 40 gün 40 gece eğlenmek ister misiniz? Etkinliği düzenleyen “40 Gün 40 Gece Sulukule Platformu” yetkilileri, UNESCO Dünya Mirası listesindeki İstanbul’un ve bu kapsamda yer alan sur ve çevresinin sadece fiziksel değil, var olan sosyokültürel yapısı ile de korunması gerektiğini söylüyorlar. “Bir zamanlar Adnan Şenses’lerin, Zeki Müren’lerin gittiği, Gırgıriye filminde Müjdat Gezen’e esin kaynağı Sulukule” diyorlar, “Daha SultanahmetAyasofya turizm merkezi olmamışken, yerli ve yabancı turistlerle dolup taşardı. Turizm Bakanlığı burayı olduğu gibi koruyalım demişti. Sulukule, bugün İstanbul’un bir çok köşesinde yitirilen mahalle hayatını, hâlâ sürdüren ender yerleşimlerden”. Platform yetkilileri, “Acil kamulaştırma kararı çerçevesinde, 1. etap olarak tanımlanan yerde bulunan 120 evin satışı tamamlandı, şimdi 2. ve 3. etaptaki evlere ilişkin süreç işletiliyor” diyorlar ve ekliyorlar: “İşte tüm bu nedenlerle, Sulukuleliler’in katılımını öngören, fikirlerini, ihtiyaçlarını dikkate alan katılımcı bir kentsel planlama yaklaşımı, Sulukule halkının hatıralarının, atalarının mezarlarının bulunduğu semtte kalmaları, İstanbul’u İstanbul yapan değerlerin, özgün ve farklı sosyokültürel yapıların sürdürülmesi ve geliştirilebilmesi için bu etkinlikleri yapıyoruz”. www.40gun40gecesulukule.blogspot.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle