22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 15/3/07 15:40 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 18 MART 2007 / SAYI 1095 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Makedonyalı Bogdanov Ataol Behramoğlu eçen yıl Ağustos ayında ziyaret ettiğim Makedonya izlenimlerimi “Makedonya Kardeş Ülke” başlığıyla yayınlamıştım. Dizi yazıda bende iz bırakan izlenimlerinden birini atlamışım. Bu, Ohrid gölü kıyısındaki otelde, kahvaltı masasında, Makedonyalı genç kimyager Jane Bogdanov’la tanışmamızdır. Saçları seyrelmiş, sarışın bir genç adam. Bence mükemmel İngilizcesini, yüksek öğrenimini Amerika’da yapmasına borçlu. “Filmlerdeki gibi” karşılaşmalar vardır. Bunun ille de karşıt iki cins arasındaki çekimle ilgili olması gerekmez. Dünyaya ilişkin başkaca meraklardaki ortaklıklar da iki insanı bir anda akıcı bir söyleşide buluşturuverir. Bu kez de öyle oldu. Jane Bogdanov’la ülkelerimizi, bölgeyi, dünyayı konuştuk Ohrid Gölü kıyısındaki Ağustos sabahında. Söyleşimiz belki de, birkaç tanışma cümlesinden sonra, benim, Makedonları biz Türklere bütün Balkan halklarının hepsinden daha yakın bulduğumu söylememle başlamış olmalı. Kimyager Bogdanov’un Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu, Orta Asya, Orta Doğu, genel olarak bütün bu bölgelerin tarihi ve coğrafyası konusundaki bilgililiği şaşırtmıştı beni. Gittiğim Balkan ülkelerinin hemen hepsinde böyle delikanlılarla karşılaşmışlığım var. Çekim yasası ekicilik ruhla bedeni bir araya getirir. Bu hem bakışları, deriyi, salgıları harekete geçiren kimyasal süreçler, hem de Freud’un libido adını verdiği bir enerjinin yarattığı bedensel coşku yüzündendir. Diğerine karşı bu titreşim bizi her türlü düşünceden, her türlü tedbirden uzak bir deneyimi yaşamaya zorlar. Çekicilik duyuların ötesindedir, sözcüğün tam anlamıyla insanı “sevgi dolu” yapar. Karar verecek durumda değilizdir, onu denetim altında tutmayı bilemeyiz. Bu çekicilik enerjisi, düşünüp taşınma zahmetinden önce gelir. O anda kişi şaşkın ördek gibi hisseder kendini, gerçekten gereksinim duyduğu öteki kişi midir, yoksa bu çekiciliğin zorlaması mıdır, bilemez. Beni ona değil de buna iten nedir peki? Her ilişkide, ister aşk, ister dostluk ya da iş ilişkisi olsun, öteki kişi bütünüyle dışta, yabancı değildir. Bilinçaltı iş başındadır ve rezonansa girer. Her kişide, ötekinin varlığı nadasa bırakılmış ya da tetikte bekleyen bir alanı doldurmak üzere gelir. Üstbenin etkisi altındaki Freudça çekicilikleri ötekilerden ayırmak gerekir. Yani bilinçaltı itkilerle, bilinmeyen ve olanaklı tüm denetimin öncesindeki bu güçler birine vurulduktan sonra bize “Benim kadar güçlüydü bu güç” dedirten yıldırım aşkının kökenindeki güçlerdir. Bu gibiler, bir tür iç yargıç tarafından egemenlik altına alınırlar, bu yargıç bireyi iç yasalarla yönlendirir, beğenilerinde bir ahlaka ya da ailesinden, toplumdan miras kalan düşüncelere uymakla sınırlar, onu gerçekten sadık kalmaya zorlar. Bu pek de ender olmayan bir şeyin, bir erkek ya da kadının evlilik arifesinde tüm anlaşmayı ve hazırlığı iptal etmesinin izahıdır. Bir karşıt güç işi bozmak üzere gelir şimşek gibi çakar. G Ç YANSITMA VE ÇEKİM... Son olarak, bir başka çekicilik biçimi de özseverlikle atbaşı giden çekiciliktir. Bu durumda, kişi öncelikle ve hepsinden önemlisi ötekinin kendisine gösterdiği ilgi yüzünden yönelir bir başkasına. Bu değişik bağ tiplerini harekete geçiren ötekini tanımak ve buluşmayı derinden arzulamak değildir ve bu yüzden bizi dönüştürmeye uygun değildirler. Çok sayıda araştırmanın gösterdiği gibi, üstben birçoğumuzun neden aynı toplumsal, kültürel ve ekonomik düzeydeki kişilere bağlandığımızın açıklamasıdır, bir ölçüde. Freud’u yinelemek gerekirse, birey aynı zamanda “sabır ilkesi” tarafından yönlendirilir, yani psişik aygıtının kışkırtma yoğunluğunun artmasından kaçınma kaygısı içindedir. Her yenilik kışkırtma yaratır. Aramızdan birçoğu aşk ve dostluk ağlarını bildik dünyalarda kurar, çünkü seçici yakınlıklarımızda düşündüğümüzden daha ihtiyatlıyızdır. Kendimizden bir parçayı ona yansıttığımız için herhangi biri tarafından çekildiğimiz de olur mu? “Yansıtma” ve “çekim” arasına bir farklılık koymak zorundayız. Yansıtma tarafında tutku bulunur, bu, çocukluktan bu yana idealleştirilmiş bileşik ilişkilerin ötekine yansıtılmasıdır. Ötekini olduğu gibi değil, düşlediğim gibi görüyorumdur. Beni ona değil de, buna iten nedir? Freud’a göre neden, libido adını verdiği bir enerji. Üstelik bu çekim, sadece aşklar için değil, dostluklar için de geçerli. Yani çevremizdeki insanları belirleyenler, bilincimiz kadar, bilinçaltımızda da gizli. Bu körlük sona erdiğinde ise, bir perinin yanında yatan erkek, uyandığında kendini bir cadalozun yanında bulur, kadın beyaz atlı prensinin altındaki pısırıkla karşılaşır. Bir de kaçmak istedikleri şeyleri ötekine yansıtanlar vardır, kendilerinin bir parçası olarak görmek istemedikleri şeyleri. Bu, gerçekte birlikte olunanın üstüne savunulamaz tüm hatalarını atmaktır, onu tüm mutsuzluklarının kaynağı yapmaktır, kişisel ve meslekî zorluklarının, çocukların eğitimindeki açıkların... Gene de birlikte kalmayı sürdürerek kendi gölgeli yanını soruşturmaktan kaçınmaktır. Bazen de bizim için uğursuz olanlara kapılır gönlümüz, ve mutsuzluk gelir bizi bulur. Bu “ebeveyn imgelerimizle” ilintilidir, herkesin çocukluğu sırasında biçimlendirdiği düşsel baba ve anneyle. Kişi bunu içinde taşımayı sürdürür, farkında olmaksızın tüm bağlantılarını ve duygularını bunlar yönetir. Partnerini ebeveynine ilişkin olarak zihninde canlandırdıklarıyla boy ölçüşemeyecek biri olarak seçer: daha az pırıltılı, daha az zeki, daha az baştan çıkarıcı... Yani idealleştirdiği ebeveyniyle ilişkisini tehdit etmeyecek birini seçer. Mutlak olarak hoşnutsuz kalmak, ebeveynini terk etmemenin bir başka yoludur. Bu ilişki ise nevroza hizmet eder, bir çocukluk saplantısını gösterir. Güçlü bir çekim, her iki partner için de, dünyayla olan bağlantılarını yeniden düzenleyecek bir yolculuğun başlangıcını işaret eder. Bu buluşmadan, karşılaşmadan itibaren, karşılıklı yardımlaşmayla, ebeveyn imgelerini uzaklaştırabilirler. Bu kurtuluş pahasına yetişkin insanlar olabilir ve bu yolculukta, bazen, aşka dair yeni bir bilgiler keşfedebiliriz... Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Bizdeki genç insan kendi geçmişinden çoğu kez habersizdir. Daha da kötüsü, ilgisizdir bu konularla Hatta bir ülkeye, bir tarihe, bir coğrafyaya ait olmanın herhangi bir anlam taşımadığını, taşıyorsa da bunun olumsuz bir anlam olduğunu düşünenlerle sıkça karşılaşır oldum son zamanlarda. Köksüz, kimliksiz bir gençlik görünümü. Ya da tam tersine, ahmakça, cahilce bir şovenlik. Bu da bence köksüzlüğün, kimliksizliğin bir başka türü. Bu iki karşıt sapkınlık nereden geliyor, neden böyleyiz: sağlıklı, sağlam bir akıldan niye bu kadar uzak düştük? Makedonyalı Jane Bogdanov’un, Amerika’da öğrenim gördüğü sırada Türkiye’den arkadaşları olmuş. Anadolu’daki kültür çeşitliliğinden, Kemalist devrimden haberli. Bizde irticayı tehlike olarak görmeyen “liberal”lerimizin tersine, Makedonyalı bu genç adam, Türkiye’nin gerçek zenginliğinin, ona bu coğrafyada ayrıcalık ve özgünlük kazandıran özelliğinin, Kemalist devrim ve özellikle de laiklik olduğunu düşünüyor. Jane Bogdanov’a göre, farklı ve zengin kültüre sahip, petrolü de olan bu bölge ulusları, BizansOrtadoğuBalkanlar ekseninde, İran vb. ülkeleri de kapsayarak birlik oluşturmalıdır ve böyle bir birlik Avrupa Birliğinden daha önemlidir. Ohrid Gölü kıyısında, o göl ve o Ağustos sabahı kadar berrak düşüncelerin sahibi bir genç Makedonyalı, benim ülkemdeki birçok yaşıtından daha büyük bir ilgi ve sevgiyle konuşuyor benim ülkem hakkında… Ve bu ilginç söyleşide altını çizdiğim bir cümle daha: “Küreselleşme, kültürlerin tekdüzeleştirilmesi değil, ekonominin adil paylaşımı olmalıdır”… Bizim körü körüne Avrupa Birliği ve küreselleşme yandaşlarını, Kemalizm ve Mustafa Kemal düşmanlarını, irticayı tehlike olarak görmeyen eski solcuyeni liberallerimizi, Makedonyalı Jane Bogdanov’la Türkiye’de bir TV programında Türkiye sorunlarını tartışırken görmek isterdim. Çok şaşırtıcı ve düşündürücü bir karşılaşma olurdu bu... ataolb@cumhuriyet.com.tr Nasıl görmek istiyoruz? Aylin Kotil slında yaşam, onu nasıl görmek istiyorsak öyle gözüküyor bize. Bulunduğumuz ya da gittiğimiz yer bile beynimizdeki şekliyle çıkıyor karşımıza. Algılarımız beynimizde yaratmış olduğumuz şekiller doğrultusunda görmeye başlıyor etrafı. Her sabah trafiğe çıkmadan önce homurdandığımızda zaten bütün kural tanımazlarla bizim karşılaştığımıza şahit oluruz. Çünkü beynimiz trafiğe çıktığımızda bu tür sürücülerle karşılaşacağımıza kodlanmıştır. Bir nevi korktuğumuz başımıza gelir ve daha niceleri de bizi bekler. Çocuğunu sıkı sıkı giydiren ve hijyen bir ortamda bulunması için çırpınan anne daha çok hastalıklarla boğuşur. Çocuğunu bulunduğu ortamla uyum içinde büyüten annenin ise olumsuzluklarla karşılaşması hep daha seyrek görülür. Hepsi olaylara bakış açımızla ilgilidir. Ya da olayları nasıl algıladığımızla. Eşinin huylarını değiştirmek için uğraşan ve o değişmeden mutlu olamayacağına inan arkadaşım, eşini olduğu gibi kabullenip kendiyle mutlu olmaya başladığı zamanda eşinin değiştiğini söyledi. Aslında belki de değişen eşi değil onun bakış açısıydı. A Zaten yaşamın kendi içersinde de böyle bir denge vardır. Neyi kafamıza takarsak o bir girdap gibi bizi kendisine çeker ve bize hâkim olur. Derdimiz para kazanmaksa ona kitlenir, onun dışına çıkılmaz bir hayat yaşamaya başlarız. Dert şanşöhret ise zaten onun neler yaptığına gazeteler aracılığı ile fazlasıyla şahit oluyoruz. Kafamıza taktıklarımız bizi içine alıp bitiriyor ki, bunun çoğu zaman farkında olamıyoruz. Ancak bazen bir yerlerde ışık yanıyor ya da tükeniyoruz. Bu noktada elimizdekilerle gerçekten mutlu olma yoluna gittiğimizde hayatımızın değiştiğini, artık şansın bize güldüğünü düşünüyoruz. Oysa şans değil bize gülen, içimizdeki yeşeren yeni bakış açısı. Beynimizdeki sorunlarla gittiğimiz tatil yerleri nasıl tatsız geliyorsa, iş çıkışı tüm enerjimizle bir dostumuza uğrayıp içtiğimiz kahvenin dinlendiriciliği aynı kişileri içinde barındırabilir. Tabii, çocukluktan bu yana algılarımızı oluştururken bize verilen veriler de var. Sürekli hastalıktan şikâyet eden bir yakınımız veya komşu teyzemiz mutlaka olmuştur. Ya da annemizle hep derdini paylaşan ama mutluluklarını hiç anlatmayan bir arkadaşı... Dertliyken arabesk dinleyene de rastlamışızdır. Acıyı körükleme arzusu biraz da genlerimizde yatmakta. Böyle olmasa belki ağıtlar da çıkmazdı. Ancak süresini bilemediğimiz yaşamımız mutlu olmak için bizim o yolu seçmemizi bekliyor. Kimseleri değiştirmeden olanla mutlu olabilmeyi karşılayabileceğimiz günlere... aylin@kotilsarigul.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle