Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 7 15/3/07 15:37 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 18 MART 2007 / SAYI 1095 7 Boşa geçmemiş bir hayat... Çalışmalarınızda çok farklı teknikler kullanıyorsunuz, siyahbeyaz döneminiz, pastel çalışmalarınız, akrilik, kolaj, giysiler... Piyasada çok tutulan işlerinize rağmen sürekli farklı tekniklere, malzemelere yönelmenizin nedeni ne? Böyle modern şeylere hep sanat değil de, sanki deneymiş gibi yaklaşılıyor. Asıl marifet bu kadar çok malzeme ile kendi dünyanızı, dilinizi koruyabilmek. Tuval yaptığım zaman resim yetiştiremiyordum. Onlara devam etseydim özel uçaklarım olurdu. Ben o kadar talepten sıkılıyorum. Toplumla o kadar uzlaşmak beni boğuyor. “Ne oluyorsun? Bir terslik var, niye seni bu kadar seviyorlar?” diyorum. Hemen ziller çalıyor, yaptıklarımı çat diye kesiyorum ve bu da insanların sinirini bozuyor. Sanat, beni yenileyen bir şey. Malzemeler, onların kaprisleri, benim onları kendi dünyama çekme çabam, aramızdaki mücadele... Bunlar çok heyecan verici. Teknikleriniz arasında, fotoğrafın özel bir yeri var. Neden? Fotoğraf sadece bir teknik değil, toplumsal bir rolü de var. Çünkü bir daha asla yaşanmayacak bir anı saptıyor. Var oluşunuz kadar, geçiciliğinizi de içeren bir zenginliği, melankolisi var. Hayatınızı tekrar sorgulamanıza yardımcı oluyor. Ağdalı Batı resminin şemalarından, aristokrat aidiyetinden dünyayı kurtaran şey fotoğrafın hayata açık, canlı, seri, duyguları anında dışlaştıran bir malzeme oluşu. Bu yönüyle, devrimci bir yanı da var. Andre Breton’un dediği gibi, “Fotoğraf eski anlatım biçimlerine bir şamar olmuştur”. Fikret Bey’in hikâyesi Selma Köksal ilk uzun metrajlı filminde babasını anlatıyor. Film Fikret Köksal kadar yakın dönemin siyasi, ekonomik olaylarına da dokunuyor. Küçük bütçeli “Fikret Bey”i Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde izleyeceğiz… Kadir Aydemir önetmen Selma Köksal filminin kahramanı olarak babası Fikret Köksal’ı seçti. “Fikret Bey”, baba Köksal’ın öyküsü çerçevesinde Türkiye’nin yakın tarihini anlatıyor. Filmin konusu kadar kurgusu da dikkat çekiyor. Köksal sorularımızı yanıtlıyor: İlk uzun metrajlı çalışmanız olan “Fikret Bey”in çekimleri ve montajı tamamlandı. İlk film nasıl bir duygu yarattı sizde? İlk film gerçekten çok yorucu ve üzücü bir süreç, sanırım özellikle de Türkiye’de! “Fikret Bey” uzun bir ön çalışmayla gerçekleştirilmiş bir proje olmasına rağmen, ekonomik çıkmazları, filmi çok kısa sürede tamamlamayı gerektirdi. Çok yoğun bir tempoyla çalıştık. Setteki pek çok kişi birkaç kişilik iş yaptı. Ben ise ön çalışma sürecini de eklerseniz, reji çalışmamın yanı sıra senaryo düzenlemelerinden sanat çalışmasına, mekânı oluşturmaya dek pek çok şeyi üstlenmek zorunda kaldım. Gerçekten mucize bir film oldu. Her şeye rağmen bitirmiş olmak güzel. Umarım filmin bundan sonraki macerası daha kolay geçer. “Fikret Bey” bir dönem filmi. Senaryoyu Necla Algan’la birlikte yazdınız. Filmin hayata geçişi nasıl oldu? Fikret Bey babamın özyaşam öyküsünden yola çıkarak hazırlanmış bir senaryo. Onun biyografisinin (19121989), Türkiye’nin inişli çıkışlı dönemlerinin bireye yansımalarını değerlendirmemiz açısından önemli olduğunu düşündüğüm için, bu filmi çekmek istedim. Öksüz ve yetim olarak 11 yaşında köyünden İstanbul’a gelmiş, Cumhuriyet rüzgârıyla, kozmopolit bir İstanbul’da destek görerek sanayi atılımlarını gerçekleştirebilmiş. Tökezlemeleri ve kişisel dramları ise gene Türkiye’nin değişim ve dönüşüm dönemleriyle yakından ilgili olmuş. Babamın biyografisi, Cumhuriyet sonrası süreçten başlayarak 12 Eylül sonrası tozu dumanına kadar, güçlü bir Türkiye profilini çizebilmemin olanağını sağlıyordu. Selma Köksal filmde Fikret Bey’i oynayan Erol Keskin’le. fa Kuşçu’nun bu sinema diline katkısını belirtmemiz gerek. Beni çok iyi anlamanın ötesine geçerek, filmin görsel dilinin oluşmasını kişisel yaratısıyla destekledi. Aynı şekilde oyuncularımla da büyük bir uyum yaşadım. Erol Keskin’in ve Fuat Onan’ın, göndermelerimi çok iyi kavradığı oyunlarından belliydi. “Fikret Bey”in hikâyesinde Türkiye’nin yakın geçmişteki en önemli sorunlarının hemen hemen hepsi var. Bu kadar çok şeyi anlatmaya çalışmak sizi zorlamadı mı? Aslında bu kadar çok şeyi bir filmde anlatmaya çalışmak gerçekten çok fazla, ama inanın tüm bunları yaşadım, yaşadık, yaşadılar. 1980 ise gerçek bir kırılma noktası; tekrar tekrar dönmeli ve bakmalı! Film ne zaman vizyona girecek? Yurtiçi ve yurtdışı alanda film ile ilgili projeleriniz neler? Vizyon sürecinin ne şekilde gerçekleşebileceğine dair net bilgiler veremiyorum, ama İstanbul Uluslararası Film Festivali'ne katılacağım. Sonrasında da, kendi imkânlarım dahilinde, yurtdışı festivallerine göndermeye çalışacağım. kadiraydemir@gmail.com Y Balkan Naci İslimyeli’nin yaşamını ve işlerini anlatan bir kitap da Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nca yayımlandı. DÜŞÜK BÜTÇE, KISITLI OLANAKLAR Filmi halen faal bir fabrikada çektiniz, üstelik bu fabrika Fikret Bey’in, yani babanızın fabrikası. Bu, filmin sinematografisinde belgesel boyutunun önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor… Evet, elbette. Bu fabrikanın her bir tuğlasında babamın ve onunla birlikte bu üretim sürecini paylaşan, usta, işçi ve mühendislerin emeği var. Bu fabrika ve benzeri pek çok yer yok olup ya süpermarket ya da bu fabrikanın şimdiki sahiplerinin düşündüğü gibi oto galerisi ya da benzeri bir şey yapılacak. Bir kuşağın tüm umutlarının, emeklerinin geride kalan izleri tıpkı bu fabrikanın hikâyesi gibi bir çöküş, yıkılış resmine dönüşecek. Seçtiğim mekân sinematografik açıdan o denli güçlüydü ki, belki de bu nedenle hikâyem, en çok mekânın görsel diliyle anlatıldı. Benim bu hikâyeyi anlatmam için adeta her şey 40 yıldır beni bekliyordu. Tabii artık kısa bir süre sonra bu fabrikayı da az önce belirttiğim gibi büyük değişimler bekliyor. “Fikret Bey”i düşük bütçeyle çekmek zorunda kalmak sizi ne kadar zorladı? “Fikret Bey” çok küçük bir bütçeyle, çok kısıtlı olanaklarla çekildi, ama olumsuzlukları yaptığımız işe minimum yansıtmak için çok özel bir çaba harcadık. Ekonomik olumsuzluklara karşın küçük ekibim açısından çok şanslıydım. Tabii bir de InLine ve Melodika Ses Stüdyosu’nun koşulsuz desteklerini unutmamak gerek! Düşündüğüm filmi, daraltarak ama daha derinleşmeye çalışarak tamamladım. Geriye dönüp baktığımda oluşturmak istediğim sinema diline dair pek çok ipucunu görebiliyorum. Örneğin doğaçlamayı da içeren güçlü oyunculuklar (özellikle Fikret Bey rolüyle Erol Keskin ve Bekçi Mehmet rolüyle Fuat Onan), durum anlatan uzun planlar, derinlik ve çok boyutluluk duygusunu güçlendiren mizansenler... Tabii bu arada Musta Anlaşılmak sizin için çok önemli. Öyle ki işlerinizde hatta resimlerinizde bile metinler kullanıyorsunuz. Peki sizce anlaşılmayı başarabildiniz mi? Anlaşıldığımı düşünmüyorum, ancak bundan da üzüntü duymuyorum. Sadece beni ileride anlayabilecekler için belge bırakmaya çalışıyorum. İşte bu projede onlardan biri. Yine de beni anlayanlar da var tabii. Bir serginizin kataloğunda “Her yaşam dünyada bir şeyin yerini değiştirmeli” diyordunuz. Siz neyi değiştirdiğinizi düşünüyorsunuz? Öncelikle kendi yerimi değiştirdim. Toplumun bana buyurduğu yerde oturmadım, ayakta kaldım ve hareket ettim, yolculuk ettim. Ayrıca çok öğrenci yetiştirdim. Öğrenci size düz bir kâğıt gibi gelir, onu biçimlendirebilirseniz. Onlardaki masumiyet çok ağır bir sorumluluk, çoğuna doğru şeyler söylediğimi düşünüyorum. Demek ki boşa geçmemiş bir hayat. Sanat yaşamınız boyunca karşılaştığınız en büyük engel neydi? Toplumun atıl beğenilerinin tümü, daha ne olsun... Onlarla mücadele, siyasi mücadele... Mesela DevGenç’ten 70’te içeri alındım. Yıllarca kazandığım bursları kullanamadım, yurtdışına çıkamadım, pasaport alamadım. Sonra onları telafi ettim, tekrar tekrar uğraştım.