02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 5 15/3/07 15:31 Page 1 PAZAR EKİ 5 CMYK 18 MART 2007 / SAYI 1095 5 Rastgele bitti, sıradaki... Esra Başıbüyük E mre Çelik, Devrim İleri, Beyhan Murphy, Tuğçe Tuna, Şafak Uysal gibi farklı kuşaklardan beş koreograf ortak bir işe, “Rastgele”ye imza attılar. Proje 14 dansçı, farklı fikirler ve farklı tekniklerden oluşuyor. Dahası da var elbette, herkesin birbirine duyarlı olduğu, yapboz kurgulu, “workshop” hisli, bireyselliğin kolektif bir çalışmayla zenginleştiği samimi bir çıkış. Her birini “Rastgele”nin ardından gelecek olan ikinci proje heyecanı/merakı sarmış bile... Garajistanbul’un sahnesinde onları izlerken bir yandan da zihnimi Türkiye’de çağdaş dans adına ne kadar çalışma yapıldığı üzerine zorladım. Maalesef çok az. Çağdaş dansçılar bütçeleri ya kısıtlı tutulduğu ya da hiç olmadığı için yokluğun içinde var olmaya çalışıyorlar. İyi de, Türkiye’nin de çağdaş dans için daha fazla bütçe ayırma zamanı gelmedi mi? Beş koreografı bir araya getiren nedir? Emre Çelik: Modern dans konulu bir söyleşiye izleyici olarak gidecektik. Öncesinde buluştuk, sonrasında oturup konuştuğumuzda da “Rastgele” gelişti. Söyleşi tetikleyici olmuş sanırım… E. Çelik: Galiba. Türkiye’de modern dans adına işler yapılıyor, ama bir arada üretim pek gerçekleşemiyor. Niye hazır bir aradayken bunu devam ettirmeyelim, diye düşündük. Şafak Uysal: Hepimiz yaptığımız işlerin yanında ya eğitmeniz ya da işin organizasyonuyla ilgileniyoruz. Galiba pozisyonlarımız itibarıyla da bir araya gelmenin önemini fark ettik. Tam yeri gelmişken, şimdilerde neler yaptığınızı öğrenebilir miyim? Ş. Uysal: Ben çeşitli üniversitelerde tasarım ve görsel sanatlar boyutlarının ön planda olduğu dersler veriyorum. E. Çelik: Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim. Anadolu Ateşi’nde de eğitimci, koreograf ve dansçıyım. Devrim İleri: Modern Dans Topluluğu’nda dansçı, eğitmen ve koreograf olarak çalışıyorum. Misafir sanatçı olarak AKM’de dans ediyorum. Beyhan Murphy: Devlet Opera ve Balesi’nde koreograf olmakla beraber Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ders veriyorum. Tuğçe Tuna: Öğretim üyesi ve profesyonel dansçıyım. 2001’den bu yana çeşitli kopseptlerle projelerimi gerçekleştirip dansçılarımı yetiştiriyorum. man sen klasik dans izlemeye gelen 50 kişiyle kısıtlı kalmıyorsun, karşına daha farklı bir vizyon çıkıyor. Uyumlu bir ekip çalışması olduğu belli, ama farklılıkların yarattığı sıkıntılar, birbirinizi zorladığınız noktalar oldu mu? B. Murphy: Dansın içinde geçen “balone” yeter Şafak’a. Hayatında hiç klasik bale yapmamış adama, klasik bale üzerine kurulu bir dans yaptırdım resmen. Aranızda bu bana uymaz, yapamam gibi tepki gösteren oldu mu? T. Tuna: Grup birbirinin fiziksel kapasitelerini tanıyordu. Bütün dansçılarımı onların bedensel hafızalarını bilerek seçtim ve farklılığını göstermek istedim. Çağdaş dansta bireysellik de ön plandadır, klasik dansta alıştığımız prototipin olması beklenemez. Bu işi zengin kılan da bu kadar farklı kimliğin olması. Ama tabii Ediz Ergüç ve benim yan yana dans ediyor olmamız eğlenceliydi, o bir prens gibi... Üstelik bunu yapabiliyor olmanız da matrak, çünkü oradaki tek nokta bedenin ta kendisi. B. Murphy: İşte ben bunu seviyorum. Aslında ikinci yapacağınız projeyi daha çok merak ediyorum. T. Tuna: Herkes onu merak ediyor. B. Murphy: Ben de... (kahkahalar) Farklı renklerin uyumunu görmek keyif vericiydi, ama ikinci işinizde bu işin başka hangi boyuta taşınabileceğini göreceğiz. “Rastgele” sanki “work shop” gibiydi… B. Murphy: Bu proje basitçe herkesin birbiriyle tanışmasıydı. Belli zaman limitimiz, lojistik sorunlarımız vardı. En kaliteli biçimde anca böyle rast geldi. Bir sonraki için elimizde malzeme var. D. İleri: Kişisel olarak zorlamayı da zorlanmayı da seviyorum. Ben bu projede hiç kimseyi zorlamadım. Bu, ortak fikirlerimizi, ortak bir havuz içerisine koyduğumuz bir projeydi. Bundan sonraki projede herkesi zorlayacağım. Şunu merak ediyorum, bir sene içerisinde kaç Türk modern dans gösterisi gerçekleştiriliyor? T. Tuna: Eğer tiyatro festivali olan bir seneyse yabancı projelerle on ikiyi geçmiyordur. Yerli projeleri merak ediyorum. Neden tiyatro festivalinde izlediğimiz kalitede prodüksiyonları bir yerli grupta izleyemiyoruz. Artık zamanı gelmedi mi? T. Tuna: Genelde dans prodüksiyonlarına bütçe ayrılmıyor, yerli yapımlara maddi kaynak bulunamıyor. Türkiye’de hiçbir zaman dansçılığımdan para kazan Beyhan Murphy, Şafak Uysal, Devrim İleri, Tuğçe Tuna ve Emre Çelik, (soldan sağa) birlikte hazırladıkları “Rastgele”den aldıkları keyfi başka projelere de taşımak istiyorlar... Beşi de koreograf ve farklı kuşakları temsil ediyorlar, ama kısıtlı ya da olmayan bütçelerle “bir şey” yapmak istiyorlar... madım. Rüyalarla yaşayan birisiyim, ama para çok gerçek bir şey. O yüzden bugün garajistanbul olur, yarın başka bir yer… Sınırlarımı zorlamaya devam edeceğim. Çünkü bunu yapmazsam hayatta kalamayacağım. Ne olursa olsun sanatçıya maddi bir destek verilmeli. Neden yerli projelere para yatırılmak istenmiyor? T. Tuna: Para havuzuna gelen para, tahminimce yurtdışından gelen gruplara gidiyor. B. Murphy: Bu da önemli bir şey aslında. T. Tuna: Tabii önemli, ama yetersiz. Festivallerin ilk amacı projeleri desteklemek olmalı. Sanatçıya kaşe parası verilmese bile kostüm ya da teknik giderlerini karşılamak gerekir. D. İleri: Her işimiz kişisel rica ya da iyiliklerle oluyor. Böyle nereye kadar gidilebilir? B. Murphy: Akbank Sanat, Zeynep Tanbay projesi yaptı, ama o da maalesef kendi çemberi içerisinde kaldı. Bu tarz desteklerin artması gerekir. Çünkü dansçı nüfusu arttı, bunlar ne yapacaklar? Eminim benim gibi düşünen çok insan var, kaliteli prodüksiyonlar izlemek istiyorum. Böyle bir oluşuma artık sahip olduğumuza inanıyorum... B. Murphy: Çağdaş dans Türkiye’de hâlâ marjinal kalıyor. Yatırımcılar daha bu gelişmenin farkında değiller. Garajistanbul bir örnek teşkil ediyor, ama bizlerin acil olarak dans merkezine ihtiyacımız var. Her şeyden önce İstanbul’un buna ihtiyacı var. Birçok genç dansçı geliyor. Proje zamanı bitti, sürdürebilirlik zamanı geldi. esrabasibuyuk @hotmail.com BEDENSEL HAFIZA VE FARKLILIKLAR... Rastgele’de her biriniz hem koreograftınız hem de bir diğerinin koreografisinde dans ettiniz. Birbiriniz için ne düşünüyorsunuz? E. Çelik: Tuğçe savaşçı bir koreograftır. İşinin önünde durur ki bütün zorlukları aşabilsin. B. Murphy: Devrim ve Tuğçe salt hareketle çalışan arkadaşlar. Tuğçe beden diliyle, Devrim ise hem beden dili hem de koreografi ile ilgileniyor. Bunlar belirgin renkleri. Ş. Uysal: Aslında dördü için de söylemek istediklerim var. Emre yoldaşım, bu işe beraber başladık. Tuğçe MDT dışında da doğru düzgün örneklerden biri, kötü yaptığım bir iş için doğrudan tepki gösterir, bu da bana iyi gelir. Devrim ve aslında MDT’nin pek çok dansçısı bizim için hem eğitmen hem de model oldular. Beyhan için söyleyecek çok laf bulamıyorum, her zaman buluşturucu bir yerde duruyor. T. Tuna: Beyhan gerçekten bir köprü. Senin kendinle, geçmişinle, ilişkini kestiğin kişilerle, bedeni araç olarak kullanarak bir köprü kuruyor ve seni zenginleştiriyor. O za Sizin sonunuz neresi? Ali Deniz Uslu e Diğer Şeyler Topluluğu, “Son Dünya” oyunuyla Doğu/Batı kutuplaşmasını düşen bir uçaktaki üç insanın hikâyeleri üzerinden sorguluyor. Düşen uçağın adı Nuh 71/71. İsmini Nuh Tufanı’ndan, sefer sayısını ise Kıyamet Suresi’nden alıyor. Oyundaki üç ana karakter, Nuh’un Gemi V si’ndeki gibi “seçilmişler”, uçak düştükten sonra kendilerini tanımlayamadıkları bir yerde buluyorlar. Kadın Doğu, adam Batı medeniyetlerini, bir üçüncü kişi de “ne o, ne de öteki”ni temsil ediyor. Üç karakter kendilerini buldukları boşlukta bir muhakemeye giriyorlar. Hayat, ölüm, dünya ve sonlarını düşünüp kendileriyle hesaplaşmaya başlıyorlar. Son Dünya “11 Eylül” sonrasında yaşanan medeniyetler çatışmasını ve dünyanın muhtemel çöküşünü de yorumluyor. Kadın oyuncunun dilinde hep Doğu metinleri var. Kuran ve Gılgamış destanından besleniyor. Batı’yı temsil eden oyuncu ise söylemini Hamlet ve Dante’den alıyor. Üçüncü şahıs ise gündeme ve seyirciye en yakın kişi. Oyunda bir de anlatıcı var. O, tüm bunları dışarıdan gören, ama onlara müdahale edemeyen bizleri temsil ediyor. Bir aşk hikâyesinin de kendini hissettirdiği oyunda, ipuçları monologlarda gizli, ama hikâye kendini finale saklıyor. Finaldeki soru işaretlerini anlamlandırmak ise seyirciye kalıyor. “Son Dünya”da Avrupa sınırlarında düşen bir uçaktaki üç kişinin hikâyeleri, ironiler ve göndermelerle anlatılıyor. Karakterler kendilerini buldukları “sonda” hayatlarıyla yüzleşip yalnızlıklarıyla hesaplaşıyorlar. Oyun yarın Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde. “Son Dünya”da 11 Eylül sonrası yaşanan medeniyetler çatışması da sorgulanıyor. Fotoğraflar: Uğur Demir Yeşim Özsoy Gülan. Üç ana karakter de oyunun büyük bir kısmını çelik halatlarla tavana asılı olarak oynuyor. Oyunun yazarı ve yönetmeni Yeşim Özsoy Gülan’ın, oyuncuları havada, mutlak bir yalnızlığın içinde bırakmasının nedeni onları “korkutmak”, dolayısıyla da içsel bir hesaplaşmanın kapılarını açmak. “Sosyal yalnızlık ehlileştirilmiş bir yalnızlıktır, ama hiçlik çok daha korkutucudur” diyor, “İnsanlar travma anlarında hayatlarını gözden geçirir. Ben neyim, kimim, Tanrı var mı yok mu soruları o zaman gelir akıllarına. Öyküdeki karakterler de bir bitişe doğru gittikleri için bunları yoğun yaşıyorlar”. Son Dünya, oyuncular için de yeni ve farklı bir performans. Gülan, “Bu oyun, oyuncular için gerçek bir sınav oldu. Biz oyuncu seçerken monolog ve beden dilini iyi kullanan kişileri aradık, çünkü havada asılı olarak oyuna ruhunu vermenin gerçekten zor bir iş olduğunu biliyorduk” diyor. Oyunda “üçüncü şahıs” rolündeki Deniz Özmen, yönetmenin kendilerini “Havada oynanan bir oyun, kaç oyuncuya nasip olur?” diyerek kandırdığını söylüyor! İlk zamanlarda havada asılı kalabilmeye yalnızca beş dakika dayanabilmişler. Sahne matematiğine aykırı bir şekilde oynamak yorucu olduğu kadar tedirgin edici de. Özmen, “O iplere güvenip kendimizi tamamen boşluğa teslim edebilmek biraz zaman aldı” diyor. Oyunda Batı medeniyetini temsil eden Perihan Kurtoğlu ise beden oyunculuğuna ve dansa yatkın olmasının bu oyundaki en büyük avantajı olduğunu, başlangıçta havada asılı oynamanın kendisini zorladığını, ama zamanla buna alıştığını söylüyor. Ona göre oyunda Doğu’yu temsil eden kadın bir Anadolu kadını. Kurtoğlu ona, hayatla başa çıkabilen, başı dik bir “toprak kadını” olarak ruh vermiş. Canlandırdığı kadın karakterinin içine düştüğü boşluktan çok korktuğunu, hayatı boyunca yalnız olmasına rağmen “kalabalıklar içinde” yalnız kalmak için geri dönmek istediğini anlatıyor. Ulgar Manzakoğlu ise oyunda Batı medeniyetinin temsilcisi. “Batı düşüncesindeki adam” diyor, “Batılı olmayı bile sorguluyor, içinde hapsolduğu Batılı tanımların çöküşüne tanıklık ediyor”. Ona göre “üçüncü şahıs” siyah ya da beyaz değil, gri. Yani pek çoğumuz gibi bir ara renk.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle