02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 25/10/07 14:51 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 28 EKİM 2007 / SAYI 1127 PAZAR SÖYLEŞİLERİ İyimserlikkötümserlik Ataol Behramoğlu ostum Ahmet Cemal’in yazısından öğrendim: “10.Uluslararası İstanbul Bienali”nin reklam spotu “Sanat, Hiçbir Zaman Bu Kadar İyimser Olmamıştı” imiş... Aynı yazıdan öğrendiğime göre, bienalin küratörü Hou Hanru’nun web sitesindeki yazısının başlığında da şöyle denilmekteymiş: “İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik.” İşe yabancı sözcüklerden başlayalım. “Bienal”, yılaşırı, iki yılda bir yapılan anlamına geliyor. “İstanbul yılaşırısı” ya da Almanların genelde yaptığı gibi sözcükleri bitiştirip uzatma pahasına “ikiyıldabiri” demek “bieanal”e alışmış kulaklar için yadırgatıcı olsa da, “annual”ı “yıllık”la karşıladığımıza göre “bienal”e de buna benzer bir karşılık neden bulunmasın? Tabii bunu istersek… “Bienal”le birlikte anılan “küratör”e de takılıyorum... Dilimizdeki eşanlamlılar sözlüğünde, “kollayıcı”, “yönetici” sözcükleriyle karşılanıyor… İngilizce sözlükte “curator” için “müze ya da kütüphane müdürü” denmekte... İngilizcedeki eşanlamlıları olan “keeper, supervisor, guardian vb…” gibi sözcükleri birlikte düşündüğümde ise, söz gelimi, “toparlayıcı” ya da “düzenleyici”nin, alfabemize uydurarak kullandığımız “küratör”ün yerini pekâlâ tutabileceğini düşünüyorum… Tabii yine istersek… Önce ArapçaFarsça, sonra Fransızca, şimdi de daha çok İngilizceden dilimizi istila eden, köklerini bilmediğimiz sözcükler; irdeleyici, araştırıcı, kavrayıcı değil, yüzeysel, ezberci bir akıl oluşturuyor doğal olarak… Açılışından bu yana sergileri gezen yaklaşık elli bin kişiye sorun bakalım, kaçından “bienal” ya da “küratörün” ne demek olabileceğinin doğru yanıtını alacaksınız… Sözcüklerden başlamış olsam da asıl değinmek istediğim, “10. İstanbul Yılaşırısı”nın toparlayıcı ya da düzenleyicisi Hou Hanru’nun, sanatın nasıl olması gerektiğine ilişkin sözleriydi… Ahmet Cemal yazısında, sanatın iyimser ya da kötümser değil, gerçekçi olması gerektiğinin altını çiziyor... Bu görüşe katılıyorum... Ayrıca, Hou Hanru... sanatın neden özellikle de günümüzdeki “küresel savaş çağı”nda, hiçbir zaman olmadığı kadar iyimser olduğu ya da olması gerektiği görüş ya da savını da anlamış değilim… Hou Hanru’nun “yılaşırı” tanıtım kitapçığındaki yazısını bulup okuyamadım. Fakat “düzenleyici”nin adı bana bir şey daha çağrıştırıyordu: Mustafa Kemal devrimlerinin tepeden inmeciliğine ilişkin sözleri… Az önce “internet”e girdim: Aman Allah! Basınımızın her kanattan keskin kalemleri, Çin asıllı, 1963 doğumlu, çalışmalarını 1990’dan beri Paris’te sürdürmekte olan bu uluslararası sanat düzenleyicisinin Atatürk ve devrimlere konusundaki sözlerini eleştirdiler diye, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Nazan Erkmen’i ve fakülte öğretim üyelerini yaylım ateşine tutmuşlar… Hou Hanru’nun, belli ki hepsi aynı doğrultuda birkaç kaynaktan edindiği bilgiler ve kendi önyargılarıyla, düzenleyicisi olduğu uluslararası bir sanat etkinliğinin tanıtım kitapçığında, sorunlarının karmaşıklığını ve ağırlığını yüreğinde ve beyninde duyması olanaksız bir ülke konusunda, hiç anlamı yokken ve yeri de değilken, ahkâm kesmesi serbest… Bu sanatçının düşünce özgürlüğü alanına giriyor... Aynı kişi, sanatın nasıl olduğu ya da olması gerektiği konusunda da en ucuzundan ve hafifinden ahkâmlar kesebilir... Çünkü bu da düşünce ve anlatım özgürlüğüyle ilgili… Fakat Marmara Üniversitesi öğretim üyelerinin açıklamasına gelince, onları susturmak ve hatta sanat ve düşünce özgürlüğünün düşmanları olarak suçlamak gerekir… Sizler ne düşünürsünüz bilmiyorum, fakat kişiliksizliğin, yüzeyselliğin bu kadarını anlamak benim için mümkün değil... Yine de “iyimserliğimi” koruyorum... Sayın Erkmen ve çalışma arkadaşları gibi aydınlarımız da olduğu için… [email protected] Doğaya dönüş! arımsal üretimde kullanılan kimyasalların (ilaç, suni gübre gibi) olumsuz etkilerinin insan ve toplum sağlığı üzerindeki zararları kendini hissettirmeye başladı. Artık bu sağlıksız durumu fark etmeyen yok. Üreticiler organik tarıma, tüketiciler de organik ürünlere yönleniyorlar. Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost, üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan bir üretim sistemi. Toprağı, hayvanları, bitkileri, böcekleri ve insanları bir bütün olarak kabul eden ve doğal dengeyi bozmadan tarım yapmayı D T Faruk Boran Ekolojik pazarlarda doğal ve katkısız ürünleri uygun fiyata bulmak mümkün. Zamanla organik tarım projeleri Türk ihracat firmaları tarafından yürütülmeye başlandı ve üretim, iç piyasadan çok ihracata yöneldi. İhracat firmaları, üreticiler ile yaptıkları sözleşmelerde organik tarım esaslarının yerine getirilmesi için ekoproje danışmanlarıyla çalışıyor. Genellikle ziraat mühendislerinden oluşan bu danışmanlar, üreticileri ekotarım konusunda bilgilendiriyor. Denetim ve kontrol organları da kontrollerini, üretimden paketlemeye kadar Avrupa Birliği’nin ilgili yönetmeliği ve Türk EkoTarım Yönetmeliği’ne göre yapıyorlar. Şimdi organik ürünlere talep artıyor, diğer bir yandan gıdadan giysiye, havuz temizleyicilerden oyuncağa, içkiden ev tekstiline kadar uzanan organik ürün pazarı da genişlemeye devam ediyor... Ekolojik tarım faaliyetleri her yıl yüzde 2030’luk hızla büyüyor... amaçlayan bu metot 1920’lerde doğdu, ama 1950’lerde Marshall yardımı ile önemini yitirdi. Ekonomik katkılar ve destekleme sonucu entansif tarım hızla yayıldı, kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlandı, 1970’te kimyasal gübrenin ve pestisitin keşfi de bu gelişime katkı sağladı. Ancak aynı dönem “Yeşil Devrim” diye adlandırılan bu tarımsal metodun dünyadaki açlık sorununu çözmediği gibi doğayı ve insan sağlığını da bozduğunu gören bazı kişi ve gruplar bu konuda araştırmalara başladılar. Bu araştırmalar sonucunda pestisitler, 1979’da Amerika başta olmak üzere tüm dünyada yasaklandı ve organik tarım yeniden gündeme geldi. Organik tarım Türkiye’de ise 25 yıl önce yabancı ülkelerden gelen talep üzerine başladı. İthalatçı firmalar Türkiye'de irtibat büroları açarak, kendi ekotarım projelerini yürütecek, danışmanlık hizmeti verecek ziraat mühendisleriyle çalıştılar. Organik mama: Hero Baby ero Baby; organik üzüm suyu ile lezzetlendirilmiş, şeker ilavesiz organik kavanoz ve kaşık maması geliştirdi. Avrupa Birliği ülkelerine bebek maması ihraç eden ilk ve tek marka olan Hero Baby, kalite anlayışını organik mama üretimine de taşıyarak, sektöre öncülük etmeyi, iç pazardaki talebi artırmayı ve yerli organik pazarı büyütmeyi amaçlıyor. Almanya, Hollanda, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Suudi Arabistan, Kazakistan, Libya gibi ülkelere ihracat yapan Hero Baby Türkiye, bu yıl ihracatını geçen seneye göre yüzde 60 artırdı. Tamamen organik olan Hero Baby’nin yeni mamaları, organik tarım alanlarında yetiştirilen hammaddeler ile üretildi ve Ecocert tarafından sertifikalandırıldı. Mamalar; bebeklerin, yiyeceklerin doğal tatlarına alışması ve ileride şekerli yiyeceklere eğilimli olmaması için şeker ilavesiz olarak hazırlandı. Yeni Hero Baby Organik Kaşık Mamaları, bebeklere sütlü pekmezli kahvaltı, sütlü irmikli gece muhallebisi ile sütlü pirinçli, sütlü meyveli ve sütlü yoğurtlu ara öğün seçenekleri de sunuyor. H Not: ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğunu oluşturan genç arkadaşları, gazetemizin ek olarak verdiği “yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar” başlıklı değerli çalışmalarından ötürü kutluyorum. “Bienal” ve “küratör” sözcüklerine (çalışmalarını sürdürmektelerse) onlardan da Türkçe karşılık önerisi beklerim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle