02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 TEMMUZ 2006 / SAYI 1060 9 Hayata meydan okuyorum! Terme, İstanbul, Roma... Şükran Moral’ın hayatında iz bırakan üç durak. Bütün yolculukları keşfetmek, sınırlarını görmek ve hayata meydan okumak için. Bu, çalışmaları için de geçerli. Genelevde, akıl hastanesinde ya da erkekler hamamında önce diğerlerine bakıyor, sonra onlarla yer değiştiriyor. Genelevi müzeye çeviriyor, kendini çarmıha geriyor, kadını hazza davet ediyor... Özlem Altunok Şükran Moral Elgiz Müzesi’nde performansını yaparken... Kamera genelevde! Genelev: Biz de en başta kızlık problemi var. Kız mısın, kadın mı? Kadının cinselliğinden korkuluyor. Kadın düzüşecek diye korkularından ölüyorlar. Oysa haz, dünyanın en güzel duygusu. Onu kaybetmek, hayatı kaybetmek demek. Daha geçen gün bir kadın daha namus cinayetine kurban gitti. Genelev de bu toplumun bir aynası. E, ben de girdim kamerayla. Akıl hastanesi: İstanbul’a ilk geldiğim zamanlar psikolojik problemlerim olmuştu ve bir gün akıl hastanesine düşeceğimden korkmuştum. Oradaki performansımda saçım, davranışlarım, giyimim onlar gibiydi. Bir çoğunun akıl hastası olmadığını, terk edilmiş, itilmiş insanlar olduğunu gördüm. Hamam: Palermo, İstanbul’a çok benzer. Hareketli, çelişkili bir yer. Palermo’daki bir hamamda, daha hamam konusu revaçta değilken, 97’de bir iş yapmıştım. Hamamların o kadar da gizemli yerler olmadığını anlatıyordum. Çıplaklığı, vücutları, kirleri ayrıntılarıyla gösteren bir işti. Leyla ve Mecnun’da da Müslüman bir kadınla, Hıristiyan bir adamın aşkını anlatıyorum. Tıpkı Romeo Julyet gibi... Leyla ve Mecnun ağır çekimde yıkanırlarken, göbek taşına uzanıp kokain çekiyor, ölüyormuş gibi yapıyorlar. Bunu yaparken birbirlerinin farkında bile değiller. Dinleri, ırkları ne olursa olsun bugün kimse aşktan ölmüyor. Uyuşturucu, aşkın yerini aldı. K ırmızı neon ışıklarıyla aydınlatılmış loş bir odanın girişinde yazıyor: Genelev. Burası Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nin salonlarından biri. Yağlıboya tablolar, heykeller, yerleştirmeler arasından geçip üst kattaki odaya girmeden, yükselen müzikle irkiliyorsunuz: Ne sevenim var, ne soranım var. Öyle yalnızım ki, ah! Odada, bir divan var, sarışın bir kadın, üzerinde kombinezonu, elinde sigarası, küstah gülümsemesiyle divana kah oturuyor, kah uzanıyor... Karşı duvara yansıyan videoda da aynı kadın var. Görüntüler bir başka mekândan, hareketli mi hareketli... Burası Zürafa Sokak. Kadın, ara ara bedeni dışında bir şeyleri kameraya tutuyor, elindeki kâğıtlarda “satılık” yazıyor, ya da “çağdaş sanat müzesi”... Videoyu ve bu canlı performansı izlemeye gelenler bir ona, bir videoya bakıyorlar. Onun gözü ise kimseyi görmüyor. Genelevi müzeye, müzeyi geneleve çeviren bu kadın Şükran Moral. İtalya’da yaşıyor, sanat yapıyor, meydan okuyor, hazla yaşıyor... Akıl hastanesinde, jinekolog koltuğunda ya da genelevde merkezine kendini koyduğu, ama kendinden çıktığı çalışmalar yapıyor. Geçen seçimlerde İtalyan senatosuna aday gösterilen ilk Türk o, aynı zamanda. Yine de politikayı en iyi sanatla yaptığını düşünüyor. Şu sıralar “Bordello (Genelev)” ve “Leyla&Mecnun” adlı iki video performansıyla Elgiz Müzesi’nin konuğu... Sergi açılışında yaptığınız performansta insanlarla dalga geçer gibiydiniz. Siz fahişe rolündeyken, biz, izleyiciler de oraya gelmiş müşterileriniz gibiydik... Aaaa, harikasınız. Bunu benim söylemem olmazdı, ama siz görmüşsünüz, ne güzel. Gerçi galeri de böyle bir işten son ana kadar çekiniyordu, tepki alır mıyız diye, ama sonunda göze aldılar. Video performans Zürafa Sokak’ta, genelevde geçiyor. Akıl hastanesi, erkekler hamamı gibi yerlerde de çalışmalarınız var. İşlerinizden dolayı hiç sorun yaşadınız mı? Yaşamaz olur muyum! Genelev çalışmasını 97 Bienali’nde de yapmıştım. Amacım genelevi müzeye, müzeyi de geneleve çevirmekti, yani yer değiştirmek. Emniyetten genelevde çekim yapmak için izin almıştık, ama komiser “Bu kâğıt parçası kimsenin umrunda olmaz, sana orada bıçak çekerler, seni koruyamayız” demişti. E, bana laf bunlar. Ben karnımla, heyecanlarımla bu işi yapıyorum. Bu konuları ele alma sebebinizle, insanların korkuları nerede kesişiyor? Neden cici, rahatlatan, eğlendiren şeyler yapmıyorum değil mi? Bunu ben de düşünüyorum hep. Bu, Karadenizli olmamla, yaşadıklarımla da ilgili. Baskılı bir ortamda büyüdüm. Ta çocukken, “Erkekler gibi sokakta oynayamazsın” dendiğinde ayrı tutulduğumuzu anlamıştım. Sokaktan vazgeçmedim, ama kendim olarak değil, erkek kıyafetleriyle çıktım. Memelerim büyüdüğü zaman da “Allahım memelerim fındık kabuğu kadar olsun” diye ağladığımı hatırlıyorum. İlk defa kadın olmaya dönüşmekten nefret etmiştim. Bütün bu karmaşıklık erkeklerin üzerimizde söz sahibi patronlar, bizim de hizmetçi görüldüğümüz fikrini değiştirmedi. Kadının ezilmesine, ayrımcılığa karşı duruyorum. Kısacası feministim... durmadan, sürekli çalıştım. Okulun ikinci senesinde profesörle aynı sergiye katılmıştım. Sınıf arkadaşlarım da şaşırmışlardı. Hocam bu durum için, “Onda olan bir şey sizde yok, o da hırs” demişti. Doğru, hırslıyım, ama yıkıcı bir hırs değil bu. Bütün hayatım, enerjim, param bilgilenmek üzerine kurulu. Burada da, orada da resim eğitimi almışsınız. Resimden videoya nasıl geçtiniz? Her şeyi öğrenmek istiyordum. Resim, heykel, dekorasyon, kaynak... Bir ara yaptıklarım fazla olunca, durdum ve yerleştirmeler yapmaya başladım. Başlarda stilize, eve benzer işler yaptım, sonradan anladım ki, bu işler kaybetmişlikle, geride bıraktıklarımla ilgili. Zaten Avrupalılar kendilerini öyle güzel koruyan bir sistem kurmuşlar ki, kendini her zaman yabancı hissediyorsun. Buna karşı iki tavır alabilirdim; ya birçok yabancının yaptığı gibi yabancı olduğumu unutmak ve unutturmak ya da hatırlatmak. Ben ikincisini seçtim ve meydan okudum. Nasıl? 94’te, oturma iznimi yenilemeyi unuttuğum için sorun yaşadım. O sıralar başta, faşist Berlusconi hükümeti vardı, oturma izni almam için 15 gün verdiler, yoksa yasadışı yollardan orada olacaktım. Ben de onlara “beni atarsanız, meşhur yaparsınız” diye kafa tuttum ve atılma durumuyla ilgili işler yapmaya başladım. Sevimli, alçakgönüllü, az gelişmiş bir ülkenin sanatçısı gibi davranmadım. İsa gibi kendimi çarmıha gerdim, üç İtalyan erkeğiyle evlilik performansı yaptım... Önceleri bana çok kızdılar, şimdi kabul ediyorlar, o ayrı... ÇELİŞKİ BİTMESİN! Kendinizden yola çıksanız da işlerinizle anlattığınız genel bir sorun... Hiçbir zaman egosantrik bir sanatçı olmadım. Geçmişimin, deneyimlerimin faydası oldu, ama sanatının gücü kendini koysan da çoğunluktan bahsedebilmekte. Şimdi sisteme, sanat tarihine göndermelerde bulunduğunuz işler yapsanız da bu ortamın içindesiniz... Doğru. Henüz tam formülünü bulamadım, dışında olursam sesimi duyurabilir miyim, içine girersem çatışabilir miyim çelişkisini yaşıyorum. Ama onlar da çelişki içinde; ne beni tam olarak kabul ediyorlar ne de dışlıyorlar. Sanırım bu çelişkinin hep devam etmesini istiyorum. Son seçimlerde Cumhuriyetçilerin listesinden senatoya aday gösterilmenizi de bu “çelişkili” tavırlarınız mı sağladı? İtalyan solundan zaten konuşma çağrıları geliyordu. İki kültürün de içinde yaşayan benim gibi sanatçılara ihtiyaç duyuyorlar. Berlusconi hükümeti, İtalya’nın canını okudu. Ben de bütün gücümle gitsinler istiyordum. İtalya’da senatoya aday gösterilen ilk Türk’üm. Biraz da bu yüzden adaylığı kabul ettim. Bir aylık propaganda döneminde önce kültür sanat konularında konuşmalar yaptım. Sonra sıkıldım ve performanslara başladım. Mesela Dante’nin İlahi Komedya’sını kendi dilime uyarlayarak cehennemdeki İtalyanların Berlusconi hükümetine ne dediklerini canlandırdım. Böyle daha faydalı olduğuma inanıyorum. Sergi 30 Ağustos’a kadar görülebilir. Tel: 0 212 281 51 50 Fotoğraflar: VEDAT ARIK Bir yerde, Haliç Tersanesi’nde uzun yıllar çalıştığınızı okudum. Öyle mi? Evet, 18 yaşımda Terme’den kalkıp tek başıma yaşamak için İstanbul’a geldim ve 12 sene tersanede çalıştım... Geçinmek için çalışmam gerekiyordu. İstanbul’dan neden gittiniz? Siyaset yüzünden mi, sanat için mi? İkisi de. Akademiyi bitirdikten iki yıl sonra, 89’da, olaylar durulduğunda gittim. O zamanlar bütün dünya konformizme teslim olmaya başlamıştı... Tersane’den 12 senenin sonunda aldığım 750 Euro’yla üç ay Avrupa seyahati yapmaya karar verdim. Aslında biliyordum dönmeyeceğimi. Zaten hayatta yaptığım hep, bu oldu. Aile, ev, ilişki gibi birtakım şeyleri kurup sonra terk etmek. İtalya’ya giderken ne bir yabancı dil biliyordum, ne bir tanıdığım vardı, ama ne istediğimi biliyordum. Önemli olan da bu; dünya sana çok şey sunabilir, ama sen ne istediğini bilmezsen, alamazsın. Peki işler yolunda gitti mi orada? Yooo, çok zor oldu. Önce akademiye girdim, ama orayı da pek beğenmedim. Hocaları, eğitimi eleştirmeye başladım. Hiç TERME’DEN ROMA’YA... Yaşadıklarınızın, düşücelerinizin işlerinize yansıması ne zaman, nasıl oldu? Sanat hayatıma Roma’da başladım. Ondan önce İstanbul’da gazetelere sanat yazıları yazıyordum. Bir yandan da öğrenci hareketlerinin içindeydim, yani geceleri giyinik yatanlardandım. Yurtdışına öyle nefes almaya çıkanlardan değilim. Aileniz size destek oldu mu? Hem yardım edecek güçleri yoktu, hem de zaten bir yandan onlarla da mücadele ediyordum. Mücadele nedeniniz resim miydi? Şiir yazıyor, resim yapıyordum, ama beni ilkokuldayken geri zekâlı sanıyorlardı. Mesela bir resim mi kopyalanacak ben kafama göre bir şey çiziyordum, marş mı okunuyor başka bir şey söylüyordum. Öğretmen babama “Okuldan alın isterseniz” demişti bu yüzden. Babam da masraf olmasın diye ortaokula göndermedi. Bir yıl terzi de çalıştım.Annemse hep “benim kızım çok akıllı” derdi. Gizlice ortaokula yazdırdı, öyle devam edebildim. “Genelev” videosu... CUMHURİYET 09 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle