22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 TEMMUZ 2006 / SAYI 1060 3 Türkiye’den araştırma örnekleri... Bir film seti Kaygıların dile getirildiği, kuşkuların birbirini kovaladığı bir alan varsa, bu, tam olarak aşk ilişkisi alanıdır. Ne var ki bu yıkıcı senaryoları ayırt etmeyi öğrenebilmek kendini özgürleştirmeye olanak verir. T ürkiye’de Kinsey kadar geniş kapsamlı olmasa da, bahsedilebilecek birkaç cinsellik araştırması bulunuyor. Bunlardan biri Pfizer’ın “Pfizer Global Cinsel Tutum ve Davranış Araştırması”, diğeri ise TNS Piar’ın Hürriyet için yaptığı “Türkiye Cinselliğini Konuşuyor” çalışması. HTP Exclusive tarafından gerçekleştirilen “Türkiye Cinsellik Araştırması” ve Dureks'in yaptırdığı cinsellik araştırmaları da önemli bir yere sahip. Üniversitelerde yürütülen akademik araştırmalar ise, daha çok cinsel işlev bozukluklarıyla ilgili. İşte birkaç araştırma örneği... Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde tecavüz suçu işlemiş mahkumların psikososyal özellikleri, obsesif kompulsif bozukluğu olan kadınlarda cinsel işlevsellik, üniversite öğrencilerinin cinsellikle ilgili tutumları gibi konular araştırılmış. Ayrıca cinsel mitlerle ilgili bir çalışma sürdürülüyor. Hacettepe Üniversitesi’nde ise çocuk cinselliği, ergenlikte cinsellik ve gençlerin cinselliğe bakış açısı gibi konularda araştırma yapılıyor. Anadolu Üniversitesi’nin “Gençlik ve Cinsellik: Gençliğin Cinselliğe İlişkin Davranış ve Tutumları”, Ege Üniversitesi’nin “Kadınların Jinekolojik Muayene Öncesi Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi” başlıklı araştırmaları bulunuyor. Cinsellik, bazı derneklerin de araştırma konusu. Aile Sağlığı Araştırma Derneği’nin “Cinsel Sorunlarınızı Kime Danışıyorsunuz?”, Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği’nin “İstanbul’da Gençler Arasında Cinsellik” gibi çalışmaları var. Ç ift, herkesin sevgiden yarar sağladığı bir yer olmak zorundadır. Ama çoğu kez, bazıları çift olarak yaşamlarını daha çok bunalımla tüketirler. En hayalperest senaryolar âşıkların ruhlarını hep işgal edegeldiyse de, bugün romantik düşüncelerden, en korku verici endişelere geçtik Emma Bovary’nin “Düşünce kendini düşleye düşleye dengeler” düşüncesi yitti. Eskiden, bir ömür için evlenildiğinde, can sıkıcı şeyleri evlilik sanatı hasıraltı ederdi. Bugün, ara vermeksizin ilişkinin çözümlemesi yapılıyor, çünkü ilişkilerin üzerinde duruldukça insan özgürlüğünü tekrar kazanabilir varsayımı var. Aşk ile zarifliği bir arada yaşatmak gitgide daha mı zorlaşıyor? Eğer aşk ilişkimizin her evresinde bizi kuşatmaya hazır “filmleri” saptamayı öğrenebilirsek, her zaman için değil. Âşık olma kararını temsil eden bu risk alma, bazı bunalımları açıklarsa da, ötekiyle zamanla daha içli dışlı oldukça bu bunalımlar zayıflar. 30 yaşındaki Annie, altı yıldır bir çift olarak yaşıyor, rahatsız edici düşüncelere boğulmuş olduğunu itiraf ediyor: “Kendi kendime, eşim işi için çocukların yükünü omuzlarıma bırakıp ortadan kayboluyor hep diye söyleniyorum ya da benimle ilgileneceğine spora gidiyor. Onu terk etmeye istekli değilim ama kendimi umutsuz hissediyorum.” ARZULAMAK KORKUSU Belli bir çekiciliğe sahip olmanın bir aşk öyküsüne, başlangıçta fazlasıyla yarar sağladığına inanılır. İş her zaman öyle değildir. “Âşık olmak için birkaç saniye bana yetti” diyor 24 yaşındaki Vanessa, “O andan sonra, yaşamımdaki tüm dinginlik yok oldu. Marc bir grev günü beni arabayla aldı. Ayrılırken, telefon numaramı istedi ve cehennem başladı. Yaygın bir endişe yakama yapıştı. Gene de, buluşmalarımız düzenli olarak sürdü, bana bağlı bir havası vardı, ama her buluşmadan sonra, onu gerçekten memnun edemediğimden korkuyordum. Fazla bağlı görünmemek için, iki telefon konuşması arasında geçen günleri uzatmaya çabalıyordum. Günlerimi her olayı, her sözcüğü, her suskunluğu kafamda tartarak geçiriyordum.” Bu kaygı, âşık olma halinin içinde vardır, çünkü iğdiş edilme korkusuna bağlı bir şeydir. Her birey, anne ve baba için duyduğu yasak sevgiyle, Oidipus kompleksini geliştirdiği anda, incinir. Eğer ileride âşık olursa şiddetle cezalandırılacağı düşüncesine saplanıp kalır bilinçaltında. Sevmek, yasayı çiğnemektir ve endişe kaçınılmaz olur. Bir aşk serüveninin başlarındaki eleştiri sağanağını açıklayabilecek, bilinçaltı bir engeldir bu: “Beni memnun edebilirdi, ama gerçekten çok kötü giyiniyor”, “Caz seviyor, bu bir kusur”... KENDİNİ YİTİRMEK KORKUSU Bu doyumsuzluk, aşk duygularına fazla kapılırsa kendi kişiliğini yitireceği korkusuyla ötekiyle kendi arasına mesafe koymanın bir yoludur. Temel olarak kadıncıl bir korku: Kadınlar özerkliği bulgulamalarından bu yana, uzlaşmalara girmekten daha fazla çekinir oldular. İçlerinden birçoğu, önceki kuşakları anımsayarak, erkeklerin kendilerini boyunduruk altına almasından korkuyorlar. Kafalarındaki düşünceler, özetle, korunmak için salladıkları birer kalkan gibi. Erkekler, kadın arkadaşlarının bol bol konuşmakta gösterdikleri rahatlıktan daha çok rahatsız oluyorlar. Thierry, 42 yaşında, on yıldır çift olarak yaşıyor, kimi zaman ne denli bezgin olduğunu itiraf ediyor: “Karım beni hep kılı kırk yarmak isteyerek ve her şeyi kendi tarafına yontan çözümlemeler yaparak çileden çıkarıyor. Beni horlamaktan vazgeçmiyor, sanki hep yetersizmişim gibi.” Verem gibi kemiren bu yakınmaları körükleyen ne? Kadınlar gizli gizli asıl değerlerinin sürekli onaylanması isteğini besliyorlar içlerinde. Ayrıca eşlerinde düzgün gitmeyen şeyleri vurgulamak için umutsuz bir çaba içine giriyorlar. Bu, kendi gerçek korkularını ötekine yansıtımdır. Terk edilmek korkusu, elbette, ama ayrıca, bilinçli ya da bilinçsiz, partnerimizin bizi ailemizden koparmasının verdiği korku. Anneleri tarafından hâlâ sevilmeyi umutsuzca deneyen kadınlar görürüz ya da babalarının kendilerine değer vermesi için tüm enerjilerini ortaya koyan erkekler... Tüm bu hınç hemen ayrılığa götürmez. Sayısız çift bu durumu sürdürür, bu doyumsuzluk biçimini... Tıpkı yaşamlarımızın tek başına, sonra ikili, sonra aile olarak, sonra yeniden tek başına ya da yeni bir çift oluşturarak değişik evrelerden geçmesi gibi, çiftin iç yaşamında da dönemler birbirini izler: Kaynaşmış, sonra çok uzaklaşmış, sonra eleştirel, sonra yeniden kaynaşarak, vb. Birçok ilişkide, yeniden dengeleme, akla takılan olumsuz düşünceleri siler ve daha sevgi yüklü bir dönem geri gelir. Ama sinirlenmeler sürgit güçlenirse partnerler sonu ayrılığa varana dek birbirlerinden uzaklaşırlar. Bu serüvende, kendilerini esenliğe kavuşturanlar, sevmenin geçişsiz bir fiil olduğuna kendilerini inandırma yeteneğinde olanlardır. Savaş sanatlarına bakın, okçulukta, önemli olan hedef tahtası değildir, uygulamanın kendisidir. Aşkta da aynısı olmalıdır. Önemli olan amaç olmamalıdır sevgi karşılığında sevilmek ama aşkın kendisi olmalıdır. Bu gönül yüceliğine ulaşarak, belki aşk ile dinginliği bir arada yaşatabiliriz... Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Dünya cinselliği nasıl yaşıyor? 1960, 1970’lerde Batı’da yaşanan “cinsel devrim” o döneme kadar tabu olan cinselliğin dokunulmazlığını kaldırdı. O zamana kadar Amerikan toplumunun cinselliğiyle ilgili çok az şey biliniyordu. Altın Küre ödüllü bir filme (Kinsey /Let’s Talk About Sex) de konu olan Alfred Kinsey, “Erkeklerin Cinsel Davranışları” adlı kitabını yayımladığında gazeteler “Amerika’ya atom bombası düştü” diye yazmışlardı. Kinsey Raporu Amerikan toplumundaki katı kurallara rağmen, insanların cinsellikte kural tanımadığını gösteriyordu. Bu yüzden çok ses getirdi. Önemli bir dönüm noktası da, Freud'un cinsellikle ilgili ünlü hipotezlerini ve tezlerini ortaya koymasıydı. O da çok sarsıcı etkiler yarattı. Cinselliğin fizyolojisi ve cinsel işlev bozuklukları üzerine önemli bir çalışma da Masters ve Johnson tarafından 1966’da ABD’de yapıldı. Bu araştırmayla cinsellik ilk kez laboratuvarlara girdi. Böylece bilim dünyası cinselliği kabullendi. Araştırma toplumun ve doğal olarak medyanın da ilgisini çekti, çünkü masturbasyondan orgazma çok çeşitli cinsel konularda kadın ve erkeklerin inançları, tutumları, davranışları ortaya konuyordu. Batı toplumlarında yaygın olan cinsellikle ilgili mitler, yanlış inanışlar yıkılmaya başladı, rahat konuşulur, araştırılır ve yaşanır oldu. 1970’lerden itibaren gündeme gelen feminist hareket de, cinsel eşitlik konularında önemli bir yere sahip. ABD Ulusal Kadın Örgütü’nün desteklediği çok geniş kapsamlı Hite Raporu’yla, kadınlar cinsellik alanında da gereksinmelerinin dikkate alınmadığını, beklentilerinin karşılanmadığını yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Batı’da muhafazakâr politikacıların ve kurumların cinsellik araştırmalarına koydukları engeller ise, özellikle 1980’lerdeki AIDS korkusu ile kırıldı. Araştırmalarda bir patlama yaşandı, tıp bu alana yöneldi. 20. yüzyılın son yıllarında, ilaç firmalarının devreye girmesiyle, araştırmalar için yüklü araştırma fonları ayrıldı. Bu gelişmeler bütün ülkeleri olduğu gibi Türkiye'yi de etkiledi. CUMHURİYET 03 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle