02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 4 HAZİRAN 2006 / SAYI 1054 GÜZELLİK İÇİN... Anoreksiya ve bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu ve “başka türlü tanımlanamayan yeme bozuklukları”... Bunlar modern dünyada gittikçe artan, genelde kronikleşen ve ciddi komplikasyonlara neden olan yeme bozuklukları. Sadece kuvvet, konsantrasyon ve kariyer kaybı ile değil, ölümle bile sonuçlanabiliyorlar. Üstelik 400 yıl önce tanımlanmalarına rağmen, özellikle son yıllarda çok daha fazla ilgi görüyorlar. Neden mi? Yanıt Acıbadem Bursa Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülay Hamzaoğlu’dan geliyor: “Günümüzde kadın hakları konusunda elde edilen ilerlemelere rağmen, cinsiyetlerin toplumsal varoluşlarının tanımlanmasında kadın için ağırlık ve iştah kaybı, adet görememe, zayıf olunmasına rağmen kilo almaktan veya şişmanlamaktan aşırı korkma. Bu hastaların yüzde 3040’ı tam iyileşirken, yüzde 20 ile 30’unda hastalık kronikleşiyor. 1525 yaş arası genç hastalarda ölüm oranı yüzde 20’ye yükseliyor. Ölümlerin çoğu ise, kardiyovasküler komplikasyonlar, açlık ve intiharlar yüzünden oluyor. Bulimiya Nervoza ise, tekrarlayan aşırı yemek yeme, kilo alma ve bir yandan da kiloyu durdurma çabaları ile tanımlanıyor. Bütün toplumlarda yüzde bir oranında görülürken, genç kadınlarda erkeklerden 10 kat daha sık görülüyor. Tıkanırcasına yeme bozukluğu, kontrol hissinin yitirilerek aşırı miktarda gıda alımı. Bu hastalar, bulimik kişilere nazaran obez veya obez olmaya yatkın. Peki yeme bozukluklarını ne tetikliyor? Dikkat: Kanserli hücre Prof. Dr. Nil Molinas Mandel Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Kanser, oldukça yaygın bir hastalık haline geldi. Dünyada yılda bir milyon üzerinde yeni vaka ortaya çıkıyor. 500 bin ölüm yaşanıyor. Bu artışta, yaşam şekli, beslenme, sigara, alkol, dengesiz hormon kullanımı, güneş, radyasyon, kimyasal maddeler ve sanayi atıkları, asbest, yiyeceklerdeki bazı katkı maddeleri ve genetik faktörler etkili. Rahim ağzı, bazı lenf ve nazofarenks kanserlerine ise virüsler yol açıyor. Stres tek başına bir kanser nedeni olmasa da, başlamış karsinogenez olayında tetikleyici. Beslenmekanser ilişkisi ise, Japonlarda mide kanserindeki artış nedeniyle yapılan araştırmayla ortaya çıktı. Gıdaların tuzlanarak saklanması, tütsülenmiş (füme) gıdaların aşırı tüketimi ile mide kanseri arasında belirgin bir ilişki var. İçki ve sigara tüketimindeki artış, akciğer ve başboyun kanserlerinde artışa neden oluyor. Türkiye’de kanser oranındaki artışta radyasyonun da etkisi var, ancak istatistik veriler çok güvenilir olmadığından Çernobil’in katkı payı hakkında yorum yapmak zor. En sık görülen kanser erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanseri. Son yıllarda kanser tedavisinde inanılmaz gelişmeler oldu. Kemoterapi ve radyoterapinin desteği ile organ koruyucu kanser cerrahisi ortaya çıktı. Kanserde önemli bir sorun olan ağrı, tedavi edilebilir hale geldi. Hastaların kilo kaybına ve zayıf düşmelerine karşı çeşitli beslenme solusyonları geliştirildi. Kanserdeki etkenlerin başında radyasyon geliyor... En büyük sorun çevrenin tutumu Semire Kayahan AIDS Savaşım Derneği Gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’de AIDS’in artış hızı azaldı. Sadece Afrika’da süratle yayılıyor. Fakir ülke oldukları için tedaviye başvuramıyorlar. Hindistan ve Brezilya’da ucuz ilaç temin edildi ve DSÖ bu tedavi şekline onay verdi, ancak herkes tedavi alamadığından hastalığın yayılması engellenemiyor. ‘güzellik’, erkek için ise ‘akıl ve güç’ kavramları ağır basıyor. Dolayısıyla sürekli kadının değerinin, daima genç, ince ve çekici kalmasına bağlı olduğu vurgulanıyor. Bu toplumsal baskılar, aile, arkadaşlar ve özellikle medya aracılığıyla daha da artarak yeme probleminin gelişimini tetikleyen en önemli sebeplerin başında geliyor”. 21. yy’da yaşanan yeme bozuklukları neler? En çok hangi yaş grubu ve cinsiyet bu sorunlarla karşılaşıyor? Anoreksiya nervoza, sosyal, psikolojik, kültürel ve fizyolojik pek çok yönü olan oldukça karmaşık bir yeme bozukluğu. Türkiye'de, özellikle 1218 yaşlarındaki genç kadınlarda görülüyor. Belirtileri, Şişmanlık, sosyokültürel baskılar, vücut hoşnutsuzluğu, diyet yapma, mükemmeliyetçilik, ergenlik dönemi ve genetik etkiler yeme bozukluklarının başlıca nedenleri. Vücut hoşnutsuzluğu ve kilo kaygısı, kişiyi diyet yapmaya yönelttiği için bulimik semptomları artırıyor. Diyet yapmak, tıkanırcasına yeme ve bulimiya başlama riskini artırıyor. Toplumdaki bazı gruplar yeme bozukluğu gelişmesine daha yatkın. Örneğin dansçılar, modeller gibi işleri dolayısıyla zayıf olması gereken kişiler; psikiyatrik bozukluğu olanlar, ailelerinde depresyon, yeme bozukluğu ya da alkolizm görülenler... Alkolikler ile bulimikler arasında geçişten söz etmek mümkün. AIDS hastalarının en büyük sorunu, çevrenin tutumu. HIV(+) olduklarını öğrendiklerinde psikolojik bir baskı altına giren hastaları, hiç kimse yanına, toplum da arasına almak istemiyor. İşlerinden oluyorlar, çoğu zaman aile de dışlıyor, çünkü insanlar hastalık hakkında fazla bir şey bilmiyorlar. Diğer bir sorun da, Türkiye’de tedavinin pahalı olması. Ayda ortalama 1500 dolar gerekiyor. Üstelik bu, devamlılık isteyen bir tedavi. İyi beslenme, düzgün yaşam, doğru ve devamlı tedavi ile olumlu sonuçlar alınıyor. AIDS’li bir kişi başka hastalıklarla da mücadele ediyor. Düşüp bacak veya kolunu kırabiliyor, dişi çürüyebiliyor ve diş ağrısı çekebiliyor, apandisit ya da böbreklerinde taş olabiliyor... Bu hastalıklar için doktora gittiklerinde sosyal sorumlulukları gereği HIV(+) olduklarını söylüyorlar ve reddediliyorlar. Çoğunlukla HIV(+) oldukları için değil, başka hastalıkları tedavi edilmediği için ölüyorlar. Hastalıklar da İnsan ömrü uzuyor ama... İnsan ömrü uzuyor, ancak o ömrü sağlıklı bir şekilde geçirebilmek zorlaşıyor. Bu zorluklardan biri de Alzheimer. Bu, unutkanlıklarla birlikte giden, hastanın günlük işlerini yapamaması ile sonuçlanan bir hastalık. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Atilla İdrisoğlu’na göre, ortaya çıkış nedeni, hayat süresinin uzaması, “Ortalama insan ömrü artık 80 ya da 90. Durum bu olunca, insanlık pek çok yeni hastalıkla tanıştı. Alzheimer’ın belirtileri 5560 yaşlarında başlıyor, yaş arttıkça sıklaşıyor” diyor. Alzheimer, genetik ve beyinde amiloid denen maddelerin birikmesiyle oluşuyor, ancak onu neyin tetiklediği bilinmiyor. Belirtileri; kişilik ve konuşma bozuklukları, toplumdan uzaklaşma, sosyalizasyon kaybı, dikkat dağılımı, kısa zaman hafıza kaybı... Bu hastalıkla ilgili en büyük dert ise, bakım. “Bence Alzheimer hastaları mutlular, ancak çevreleri için problem oluyorlar” diyor İdrisoğlu, “Hafif demans özellikleri gösterenler, erken tedavi Stephen Hawking görürlerse, kendilerine bakabilirler. Hastalık ilerledikten sonra hastanın çevresiyle ilgisi kopuyor. Gece vakti çıkıp gitmek istiyor, eşini tanımıyor, acıktığını bilmiyor, halisünasyonlar görüyor. Aileler bu hastaları huzur evlerine yerleştiriyorlar, ancak bu hastalar için sadece bir özel bakım yeri var”. Alzheimer’ın tanınmasında ünlülerin rolü büyük. İdrisoğlu, Ronald Reagan’ın ABD’yi iki yıl bu hastalıkla yönettiğini anlatıyor. Ona göre, insanlar unutkanlık konusunda hassas. O yüzden doktora gitmeyi ihmal etmiyorlar. Yine de Türkiye’de kaç kişinin Alzheimer olduğu bilinmiyor, “Birkaç yıl içinde ABD’de 14 milyon Alzheimer hastası olacağı düşünülüyor. Bugünkü sayı ise, dört milyon ve maliyetleri 100 milyar dolar. Buna bakım, beslenme, hijyen sorunları da eklendiğinde maliyet iyice artıyor. Öyle ki Alzheimer kongrelerinde, bazı ABD’li bilim adamlarının ‘En iyi ABD’li ölü ABD’lidir’ dediklerine şahit oldum. Türkiye’de ise, bir Alzheimer hastasının aylık masrafı iki milyar lira” diyor. Bu yüzden erken tanı ve erken tedavi çok önemli. Tedaviye verilen yanıt ise, insanların genetik yapılarına göre değişiyor. Peki 21. yy. bu hastalığı nasıl etkiliyor? “Birinci etki insan ömrünün uzaması. Sonra çevre, toksit gibi faktörler ve tabii bir de artan stres bu hastalığı etkiliyor. Yaşadığımız çağ bunlar için çok yatkın. Ayrıca ilaç piyasası bazı hastalıklara çare bulunmasını engelliyor. Her hastalık bir sektörü zengin ediyor. Böbrek hastalığını düzeltseniz, diyaliz makineleri ne olacak?” ALS’Yİ DE UNUTMAMALI İdrisoğlu, bu çağın diğer bir hastalığının ALS olduğunu vurguluyor. Hani şu Stephen Hawking, İsmail Gökçek ve futbolcu Sedat’ın hastalığı, “Son yüzyılda çok sık görülmeye başlandı. Özellikle de gençlerde, 35 yaş üzerinde. Oysa normalde 65 yaş üzerinde gözüken bir hastalık. Artmasının sebebi, çevre faktörü, hava kirliliği, toksit, sigara, vücudu aşırı zorlama... Çernobil ve Irak Savaşı da bu hastalığı arttırdı. Son zamanlarda Bosna’dan birkaç hasta geldi. Buralarda kullanılan uranyum, toksit faktörler etkilerini göstermeye başladı. Daha çok Karadeniz kesiminde görülmesi de bunu destekliyor. Gözükme sıklığı 100 binde altı. Türkiye’de altı bin kişi olduğu düşünülüyor, ancak bence daha fazla” diyor. Ona göre, Alzheimer, Demans ve ALS’nin tedavisinin bulunması bir nevi yaşlılığa çare bulunması anlamına geliyor, “Yine de bence insanların 21. yy’da uğraşacağı hastalıklar kendi yarattıkları olacak” diyor. Şeker masum değildir... Prof. Dr. Temel Yılmaz Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Diyabet, insülin hormonu eksikliğine ya da yokluğuna bağlı kan şekeri yüksekliği, çok su içme, sık idrara çıkma, halsizlik, yorgunluk, görme bulanıklığı gibi bulgularla ortaya çıkıyor. İki ayrı tipi var. Tip1 Diyabet, vücutta insülin hormonunun bulunmadığı, genel olarak çocuklarda ve gençlerde görülen bir form. Tip 2 diyabet ise, insülin hormonu olmasına rağmen hücre düzeyinde kullanılamaması, genellikle orta ve ileri yaşta görülüyor. Uluslararası Diyabet Federasyonu’na göre, dünyadaki diyabetli sayısı 194 milyon ve bu rakam hızla artıyor. 20 yılda yaklaşık altı kat artış göstermiş. DSÖ’ne göre, 2025’te dünyadaki diyabetli sayısı 333 milyona ulaşacak. Türkiye’de ise tahmini diyabetli sayısı 2.6 milyon. Ayrıca, 2.4 milyon kişide de gizli şeker hastalığı var. Diyabetlilerin yüzde beş ile onunu teşkil eden Tip 1 Diyabetin gelişimindeki ana faktörler henüz belirlenemese de, genetik ve çevresel faktörlerin tetikleyici olduğu biliniyor. Tip 2, 30 yaş ve üstünün hastalığı olarak tarif edilirken günümüzde olumsuz çevre şartları nedeniyle çocukluk çağında da görülme sıklığı hızla artıyor. Türkiye’de Tip 1 diyabetli 15 bin çocuk var. Çoğu sosyal güvence sorunları nedeniyle tedavi hakkından mahrum. Diyabetlilerin yıllık harcaması 1.1 milyar dolar. Komplikasyonlar oluştuğunda maliyet üç kat artıyor. Türkiye, dünyada diyabet hastalığı ile ilgili ulusal programı ve bütçesi olmayan 25 ülke arasında. Kalbimiz zarar görüyor... Asife Şahinarslan Bayındır Hastanesi Kardiyoloğu 21. yy.’da en yaygın yaşanan kalp hastalıkları, koroner arter hastalıkları. Türkiye’de yaklaşık 2.8 milyon koroner kalp hastası var. Yılda 170 bin kişi bu hastalıktan ölüyor. Bunun oranı, erkeklerde binde beş, kadınlarda binde 3.2. Sıkça görülen bir başka hastalık da, hipertansiyon. 5.2 milyon erkek ve 6.6 milyon kadında hipertansiyon var. Yaşadığımız çağın kalp hastalıkları üzerine hem olumlu, hem de olumsuz etkileri var. Düzensiz beslenme, fiziksel aktivitedeki azalma, artan psikolojik stres kalp hastalıklarında artışa yol açıyor. Son yıllarda şişmanlık, kan şekeri yüksekliği ve hipertansiyon sıkça bir arada görülüyor. Bu, kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin büyük kısmından sorumlu koroner arter hastalığına yatkınlık sağlıyor. Gelişen tanı ve tedavi yöntemleri nedeni ile insanların yaşam süresi arttığından, özellikle yaşlı nüfusun hastalığı kalp yetmezliği ve atriyal fibrilasyon gibi ritim bozuklukları da daha sık görülüyor. Diğer yandan kalp hastalıklarının tedavisindeki başarı oranı arttı. Son yıllarda kardiyolojide erişkin doğumsal kalp hastalığı adı verilen yeni bir sınıflandırma doğdu. Artık birçok hasta girişimsel kardiyolojideki yenilikler sayesinde cerrahiye gerek duyulmadan tedavi edilebiliyor. Kalp krizi artık daha genç yaşlarda görülebiliyor, çünkü damar sertliği olarak bilinen ve koroner arter hastalığının en önemli nedeni kabul edilen ateroskleroz, düzensiz ve yanlış beslenme, fiziksel aktivitenin azalması, artan sigara tüketimi ve strese bağlı olarak artık daha hızlı ilerliyor. Koroner arter hastalığı erkeklerde daha sık görülüyor. Çünkü daha fazla sigara tüketiyorlar ve stresli olaylara adaptasyonda kadınlara göre daha zayıflar. Ancak son yıllarda sigara tüketiminin kadınlar arasında da artması ve şişmanlığın önemli bir sorun haline gelmesiyle kadınlarda da kalp krizinin görülme sıklığı arttı. Ayrıca koroner arter hastalığında erkeklere göre kadınlara daha az yoğunlukta tedavi uygulanıyor. Bu nedenle hastane içi ölüm oranı kadınlarda daha fazla. CUMHURİYET 08 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle