02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 4 HAZİRAN 2006 / SAYI 1054 Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor... Stres bileziği, aerobic yapan Barbie bebek, prozac, bir dolar, Viagra, telefon jetonu, güvenlik kamerası, oyuncak asker... Bunlar, Osmanlı Bankası Müzesi’ndeki “Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor” sergisinin objelerinden birkaçı. 25 yılda tüketilen hayat tarzlarını simgeliyorlar. Tüketimi, ruhsal sağlık takıntısını, eğlence çılgınlığını, “fit” bedenlere ulaşma çabasını, korunaklı hayatları, derinleşen şiddeti... Esra Açıkgöz C ep telefonlarında duymaktan en çok nefret edilen söz “Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” şimdi Osmanlı Bankası Müzesi’ndeki bir serginin adı. Sergide neler mi var? 1980’den 2005’e kadar üretilen ve tüketilen hayat tarzı temsilleri. Amaç, popüler kültürün imgeleri ile bunlara zemin hazırlayan ekonomik ve toplumsal süreçleri bir arada yorumlayarak tartışmaya açmak. Bu yüzden de serginin bölüm başlıkları, 25 yıldaki popüler şarkı, reklam sloganı ya da gündelik deyişlerden seçilmiş: “Alsak Alsak Bedavaya Ne Alsak?”, “Oha Falan Oldum Yani!”, “Connecting People”, “Kendime Yeni Bir Ben Lazım”, “Yabancılar Giremez!”, “Yine, Yeni, Yeniden...” ve “Zamanı Yakalayın”. Sergide hayat tarzı kavramı, reklam, haber, fotoğraf, obje, afiş, film, klip gibi malzemelerle temsil ediliyor. 17 Eylül'e kadar sürecek serginin küratörlüğünü Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Meltem Ahıska ile Yard. Doç. Zafer Yenal yapmış. Tasarımı ise Bülent Erkmen’e ait. Sergi başlığı da sergi kadar ilginç. Ne anlatıyor “Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor”? Zafer Yenal: Arzulanır hayat tarzına çağrılar hiç bitmiyor. Hayat tarzları ise sürekli yenileniyor, çünkü modalar değişiyor. O, arzulanır yere gelmek nafile bir çaba, bugün var yarın yok. Meltem Ahıska: Tüketimi arttırmak için daha çok eksiklik duygusu gerekir. Kendinden memnun olmamak üzerine kurulu bu yaşam hüsran yaratıyor, çünkü ne kadar tüketsen de, o ideale bir türlü ulaşamıyorsun. Biz de cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla hayatımıza giren bu lafı, bu tür bir hüsranı ve boşunalığını göstermek için kullandık. Hayat tarzı modernizmin getirdiği ve cümlelerde sık kullanılsa da, çok da doldurulamayan bir kavram. Siz bu kavramı nasıl somutlaştırdınız? M. Ahıska: Hayat tarzı, hayatın nasıl yaşanacağı, dolayısıyla bu yaşam anlatısıyla, kendini tanımlama ve diğerlerinden farklılaştırma meselesi, çok da yeni değil. Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat'tan itibaren Batılılaşmanın gündeme gelmesiyle alaturka, alafranga hayatlardan bahsedilir. Ancak son 25 yılda hayat tarzı daha farklı tanımlanıyor. Bunda, bu döneme özgü olan tüketim ekonomisinin yaygınlaşması, belirli arzuların genele yayılması ya da öyle görülmesi etkili. Z. Yenal: Sergide, birebir hayat tarzlarını vermekten ziyade, “Bu tür durumlar kendisine gazete, dergi, radyoda nasıl temsil ediliyor?” sorusunu açmaya çalışıyoruz. Çalışmanızı neden 1980’den başlattınız? Z. Yenal: 1980 önemli bir kırılma noktası, köklü dönüşümlerin yaşandığı bir dönemin başlangıcı. Türkiye, 1980'le beraber daha neoliberal bir söylemle karşılaşıyor, siyaset yapma biçimleri, iktisat söylemi dönüşüyor, darbenin getirdiği bir şiddet var. Ayrıca toplumsal hayat içinde 80’lerle beraber tüketim daha merkezi bir öneme geliyor, görünürlüğü artıyor. Bütün bunlar da hayat tarzlarını önemlileştiriyor. M. Ahıska: O dönemle, standartlaşan, paketlenen ürünlerin insanlara belirli bir kişilik kazandırdığı yanılması çıkıyor. Diğer yandan da ürünlere kişilik veriliyor. Devletin dışında, nasıl yaşamamız, nerede yemek yememiz, evimizi nasıl döşememiz, vücudumuzun hangi ölçülerde olması gerektiğini söyleyen otoriteler oluşuyor. Kendi hayatını diğerlerinden farklılaştırma, belli bir iktidar prizması içinde oluyor. Özellikle medya bu işaretleri göstermekte, otoritelerin söylemlerini oluşturmada önemli. Hayat tarzlarında 25 yıldır varlığını sürdüren ne olmuş? Z. Yenal: Değişenlerin değişmeyenlerin ayrımını yapmak güç. Herhalde değişmeyen yine bütün bu baskı ortamı, tüketim. M. Ahıska: Sanırım “DeğişmeZafer Yenal, Meltem Ahıska... miz, çağı yakalamamız gerekir” temalarının farklı şekilde de olsa yeniden gündeme getirilmesi. Bunun altında giderek artan bir aidiyet krizi var. Bu yüzden değişmeyen, değişmemiş gibi görünen kimliklere tekrar sarılma arzusu görülüyor. Bunlardan biri de Türklük. Biz de bu konuyu, sergide NeoTürklük başlığı altında gündeme getirdik. Artık tüketimle bütünleşmiş bir Türklükten bahsetmek mümkün. En basit örneği, Şu Çılgın Türkler kitabının markette şampuanlarla birlikte satılması ya da Turkcell, Ala Turka gibi Türk adının bir marka haline getirilmesi. 25 yılda en çok hangi yaşam tarzı temsilleri tutulur olmuş? M. Ahıska: Hayat tarzı kavramının problemli yanı da bu. Son derece kaygan bir zemindeler. Sürekli değişiyorlar, ancak onun gizlediği bir toplumsal kutuplaşma var. Giderek sayıları azalan bir seçkinler, küçük bir üst sınıf grubunun hayat tarzları daha görünür. Onun dışında kalan “ötekiler” ise, en çok değişmesi, kendini geliştirmesi gerekenler. Aslında bu tiplemeler hep birbiriyle birlikte gidiyor, bir maganda tiplemesiyle, beyaz Türk meselesi, taş fırın ya da light erkeği... Bu tiplemeler de toplumsal iktidar yapısını, bunun yarattığı ayrımcılıkları, dışlamaları kendi dili içinde gizliyor. Bu sergiyi yaparken en çok sizi ne şaşırttı? Sergiden size ne kaldı? Z. Yenal: Bir tarihçinin 50 yıllık bir gazeteler arşivine baktığında göreceği kargaşa. Mesela, “Televizyon için ağladı” haberi ile YÖK'e karşı çıkan öğrencilerin protesto haberi yan yana. Bunların bu kadar birbirine eşitlenmiş biçimde sunulması birçok toplumsal hareketi de bir şekilde frenleyen önemli bir unsur. Bunları, bu kadar birlikte ve yan yana görmemiştim. M. Ahıska: Gündelik hayatın içinde hoşlanmadığımız, geçip giden mesajları kendi bağlamlarından çıkarıp, başka bir mesafeden baktığımda başka türlü okumanın da mümkün olduğunu gördüm. En saçma sapan görülen şeylerin ardında büyük süreçler olabileceğini düşünüyorum. Gelelim hayat tarzlarının aktörlerine. Hayat tarzlarında genel olarak kadın ve erkeklere nasıl roller biçiliyor? Z. Yenal: Bu biraz nereden baktığınıza bağlı. Mesela son beşon yıldır haberlerde işkadını görebilmek mümkün. Kadına dair temsiller giderek farklılaşmış. Diğer yandan fitness, bakım gibi haberlerin kadınlara yönelik hazırlandığını görüyoruz. Kadın bedeninin çok daha sık bir şekilde, çeşitli kontrol, denetim çabalarının bir nesnesi olarak ortaya çıkması, erkek bedeninde olduğundan daha fazla göze çarpıyor. Bu da çok değişmeyen bir durum. M. Ahıska: Mesela otomatik ev aletleri, evin yeni hizmetçisi olarak konumlandırılıyor, bunlarla kadının hayatının daha kolaylaşacağı söyleniyor. Belki daha önce sorduğunuz “25 yılda ne değişmiyor?” sorusunun en iyi örneği bu, toplumsal işbölümü. Bütün ev aletlerinin reklamlarında kadının yerinin esas olarak evi olduğu meselesi hep geri geliyor. 25 yılı dikkate alarak, 2005’teki hayat tarzının tablosunu çizmenizi istesem... M. Ahıska: Serginin “Oha Falan Oldum Yani!” bölümünde ele aldığımız, çığrından çıkma, sınırları aşma, durak bilmeden kıyasıya bazı şeylere ulaşma... Mesela kredi kartı kullanımında, tüketim ve eğlence çılgınlığında, cinselliğin konuşulma şekillerinde müthiş bir aşırılaşma görülüyor. Bir sınırsızlık yanılsaması var. Diğer yandan da ciddi bir yoksullaşma var. Biz sergiyle, bu sınırsızlığa ahlaki bir şekilde tavır almayı önermiyoruz. Tam tersine bunun politik, tarihsel yanını göstermeyi, insanların bu çılgınlığın içinde neler olup bittiğini daha farklı bir şekilde algılamaları ve farklı bir gözle hayatlarına bakmalarını sağlamayı amaçlıyoruz. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle