22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 HAZİRAN 2006 / SAYI 1054 7 Ne demiştiniz, sinemayla politika yapılmaz mı? İşte Ken Loach E leştirmenlere göre son yılların en zengin programlı, dolayısıyla en çok favorili festivali olan 59’uncu Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü İngiliz yönetmen Ken Loach’un “The Wind That Shakes the Barley” filmine verildi. Daha önce bu festivalde iki kez Jüri Özel Ödülü kazanan Loach’un Altın Palmiye’yi alırken havaya kaldırdığı sıkılı sağ yumruğu yıllar önce aynı ödülü “Yol” filmiyle kazanan Yılmaz Güney’in duruşunu hatırlatıyordu. Yılmaz Güney gibi kendisi de sıkı bir devrimci olan Loach, politik tavrını filmlerine aktarmaktan çekinmedi. Her iki yönetmen de politik saflarına yönelik eleştiriler alsalar da asla “sığlık”la yargılanmadılar. Loach tersine, dünyanın her tarafını kuşatan Hollywood filmlerinin sabun köpüğü sığlığına karşı sinema sanatının yüz akları arasında gösterildi. Film, adını, sevgilisini bırakıp İngilizlere karşı savaşa giden bir gencin öyküsünü anlatan 18. yüzyıla ait bir İrlanda halk ezgisi “The Wind That Shakes the Barley”den alıyor. Konusu da tıpkı şarkıdaki gibi, İrlandalıların İngiliz Ordusu’na karşı verdikleri gerilla savaşına katılan iki kardeşin hikâyesi... bu büyük ülkede ta 1930’lardan itibaren John Grierson, Paul Rotha ve Harry Watt gibi yönetmenlerin öncülüğünde gelişen yarı belgesel sinema akımı, cesur ve duyarlı bir yaklaşımla hayatın gerçeklerine, sıradan insanların sorunlarına çevirdi kameralarını. Fakat, 1950’lerden itibaren, dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi İngiliz sineması da Amerikan kuşatmasına direnemeyip bütünüyle Hollywood’a teslim oldu. Bu yanıyla, İngiliz sinemasının kendi geleneğine dönüşü olarak, ayrı bir önem taşıyor Ken Loach’un filmleri. İngiliz işçi sınıfının son büyük eylemi olan 1984 maden işçileri grevinde bir yandan aktif bir devrimci militan olarak işçilere destek veren Loach, diğer yandan da etkileri günümüzde bile devam eden Margaret Teatcher neoliberalizminin gerçek yüzünü yansıtan “Which Side Are You On?” (Hangi Taraftansın?) isimli belgesel filmi çekerek, 1930’ların gerçekçi sinemasını yeniden üretmeyi başardı. İngiltere’de büyük yankı bulan bu film başta Margaret Teatcher ve Muhafazakâr Parti olmak üzere iktidarın yoğun tepkisiyle karşılaştı ve birçok yerde gösterimi fiilen engellendi. İngiliz yönetmen Ken Loach, 59. Cannes Film Festivali’nde “The Wind That Shakes The Barley” filmiyle Altın Palmiye Ödülü’nü aldı. Film, İngiliz Bekir Tarık Ordusu’na direnen İrlandalı iki gerilla kardeşin öyküsünü anlatıyor. Daha önce İspanya İç Savaşı’na katılan yabancı gençleri, ABD’de göçmen işçilerin sendikalaşma mücadelesini, Nikaragualı Sandinistleri anlatan politik BİR BAŞYAPIT: ÜLKE VE ÖZGÜRLÜK Loach’un yirmiyi aşkın sinema filmi arasında KesKerkenez, Ayaktakımı, Carla’nın Şarkısı (Nikaragua’da Sandinist hareketi konu alır), Benim Adım Joe ve Afili Delikanlı eleştirmenlerce öne çıkan filmler sayılmışsa da başyapıtı 1995 yılında çektiği “Land and FreedomÜlke ve Özgürlük”. 193639 yılları arasında yaşanan ve 20. yüzyılın en trajik mücadelelerinden biri sayılan İspanya İç Savaşı’nı farklı bir açıdan yorumlayan bu film, aynı zamanda Loach’ın bazı sol çevreler tarafından en fazla eleştirilen filmi de oldu. David isimli Liverpollu bir gencin izlediği bir propaganda filminin etkisiyle Cumhuriyetçilerin saflarında İspanya İç Savaşı’na katılmasını ve bu savaş boyunca sol içindeki politik ayrılıkları sorgulamasını anlatan film, özellikle sokak çatışmaları sahneleriyle sinema sanatının doruk noktalarından biri sayıldı. Loach 2000 yapımı “Bread and Roses Ekmek ve Güller”de ise Amerika’nın eğlence sanayiinin merkezi Los Angeles’ın o güne dek perdeye pek yansımayan yüzünü anlattı. Meksikalı kaçak göçmen abla kardeşin yaşam mücadelesini aktarırken ofis ve büro temizliği yapan işçilerin sendikalaşma ve hak arama mücadelelerine odaklandı. Perdeye 1985 yılında yapılan “OdacılaraTemizlik İşçilerine Adalet” kampanyası ve bu çerçevede işçilerle işveren şirketleri ve polis arasındaki çatışmaları da yansıttı. Henüz izlemediğimiz “The Wind That Shakes the Barley” hakkında okuduğumuz eleştiriler bu filmin “Ülke ve Özgürlük” düzeyinde politik yoğunluk ve aynı derecede görsel zenginlik taşıdığını ve Loach’un yeni başyapıtı sayılabileceğini vurguluyor. Filmin konusunun İrlanda’nın İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesi olması ise özellikle İngiltere’de yeni tartışmaların başlayacağını gösteriyor. sinemanın ustası Loach, bir kez daha içeriye, yani “İngiltere”ye bakıyor! “The Wind That Shakes the Barley” filminden. Ken Loach’un filmleri çoğunlukla sıradan insanların dünyasına ilişkin; ne bir hayal kahramanı var bu filmlerde ne de sadece filmlerde yaşanabilecek abartıdaki büyük duygular. Herhangi bir insanın yaşamındaki gerçekler kadar yalansız, abartısız ama bu gerçekler kadar da acımasız bir dünya anlattığı; ve bu yüzden de olabildiğince politik. Kısaca bu dünyaya; açlığın, yoksulluğun, baskının ve her biçimden savaşın gerçeğiyle her gün iç içe yaşayan milyarlarca insanın dünyasına dair filmler bunlar. Bu gerçekçilik, İngiliz sinemasının pek de yabancı olmadığı bir tarz aslında. İşçi sınıfının doğduğu Cathy Eve Gel ve evsizler en Loach 17 Haziran 1936’da doğdu. Babası elektrikçiydi. Oxford’da hukuk okudu, ama onun ilgisi sinema ve tiyatroyaydı. Şansını önce oyunculukta denedi, 1961’de Northampton Repertuar Tiyatrosu’nda yönetmen asistanı oldu. Ardından 1963’te BBC’ye geçerek TV yönetmenliğine başladı. Prodüktör Tony Garnett ile birlikte televizyon için belgeseldramalar çeken Loach, “Cathy Come HomeCathy Eve Gel/1966) ile üne kavuştu. Bu film, İngiltere'deki evsizlik sorununu gündeme getirdi ve hükümet “Cathy Come Home”un ardından sorunla ilgili harekete geçti. İlk uzun metrajlı filmi “Poor Cow” ve sonraki projesi “KesKerkenez” ile altmışlı yılların sonunda İngiltere'nin en özgün yönetmenlerinden biri olduğunu kanıtladı. Uzun yıllar çektiği filmleri dağıtıma K sokmakta zorlanan ve bu yüzden sendikalarda, derneklerde, mahalle toplantılarında göstermek zorunda kalan Loach, hiçbir zaman taviz vermediği politik çizgisinde direnerek 80’lerin ortasından itibaren sinema salonlarında ve önemli festivallerde yer bulmaya başladı. 90’larda uluslararası alanda da tanınmaya başlayan Ken Loach “Ülke ve Özgürlük”ten sonra dünyanın en önemli politik sinemacılarından biri sayılmaya başlandı. 2004’te Avrupa Parlamentosu seçimlerine, savaş karşıtı hareketin öncülerinin kurduğu “Birliğe Saygı Koalisyonu”yla katılan Loach, “Kazanamazsam da siyasetten vazgeçemem” diyordu: “Savaşa ve hükümetlerinin sosyal programlarına karşı çıkan herkes siyasetle ilgilenmeli ve bu sürece dahil olmalı.” CUMHURİYET 07 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle