Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 4 HAZİRAN 2006 / SAYI 1054 Ve perde şimdilik kapandı... D ikmen Gürün, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin önce takipçisi, sonra yöneticisi oldu. Son 10 festivalde onun imzası var. Bu yıl da tiyatro salonları dünya tiyatrolarından çeşitli oyunları, yerli yapımları, genç toplulukları onun öncülüğünde ağırladı. İ.Ü Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Başkanı Gürün’le festivalin kapanış arifesinde festivalin geçmişini ve bugününü konuştuk. Bir festival başlarken ve biterken nasıl bir haleti ruhiyede oluyorsunuz? Zaten hep iç içe bir durum söz konusu, daha bir festival bitmeden diğerinin bağlantılarını kurmaya başlıyoruz. Elbette festival zamanı geldiğinde daha da heyecanlı bir ruh haline bürünüyoruz. Kendi adıma başlarken içimde belirsizliklere dair büyük bir sıkıntı oluyor, festivalin ortalarına doğru rahatlamaya başlıyorum, son yaklaştıkça da bir an evvel bitse hissi ağır basıyor... Her halükârda keyifli bir süreç. Tiyatro festivali 89’dan bu yana yapılıyor. O günler sizin seyircilik döneminize denk geliyor herhalde... Neler değişti bu kadar yılda? Evet, o zamanlar seyirciydim ve salonlar dolmuyor diye üzüntümü anlattığım yazılar yazıyordum. Sonra 93 yılında çarkın içine girince süreci daha yakından takip etmeye başladım. Başlamak her zaman zordur, ama gitgide renkler canlandı, festival kendini tanıttı ve serpilerek bugünlere geldi. Yapmak isteyip de yapamadıklarınız mutlaka olmuştur, koşullar yüzünden... Bir hayalinizi sorsam... Kendi yapımlarımızın dışarıya açılmasını çok önemsiyorum. Bunun için kapıları daha da zorlamak lazım. Tiyatro dünyasının iyi örneklerini getirmeyi amaçlamıştım, bunu gerçekleştirebildik sanıyorum. Önemli yönetmenler, topluluklar ağırladık. İleriki yıllarda tiyatro dünyasının ustalarından Ariane Mnouchkine’in gelmesini, hatta bizim tiyatrocularımızla bir şeyler yapmasını çok isterim. İstanbul’daki tiyatro festivalini diğerlerinden ayıran, cazip kılan özellikler neler? Dünya, bu festivale nasıl bakıyor? Festivali tiyatro dünyasının yanı sıra, yaDikmen Gürün bancı basından da ilgi görüyor. En önemlisi de yerli yapımları görmek için geliyor olmaları. Bu festivaldeki canlılığın, dinamiğin cezbedici olduğunu düşünüyorum. Yerli oyunlar, mekânlar, yan etkinlikler, sokağın hareketi, hepsi festivale yansıyor. İstanbul’un başlı başına bir çekim merkezi olması da bu noktada önemli. Özlem Altunok İvanov Swinze Banzi Öldü Şu son bir ayda her gün tiyatroyla yatıp kalkanların başında o geliyor. Bazı gösterileri ışık odasından izliyor, oyundan oyuna koşuyor, planlar yapıyor... Dikmen Gürün, 93’ten beri tiyatro festivalinin yöneticisi. Festival yarın bitiyor, ama o şimdiden bir sonrakinin programına başlıyor... Sanki / Gibi FESTİVAL ANILARI... Önceki yıllarda sokağa taşan işler de görmüştük, ama bu yıl neredeyse tümüyle mekânlara kapanıldı... İstanbul’da sokakta gösteri yapmak neredeyse imkânsız. İzin almak, organize etmek çok zor. Bunu Zingaro gibi tiyatroya farklı bir açıdan bakan topluluklarla dengelemeye çalışıyoruz, ama önümüzdeki festival için sokakta büyük bir organizasyonu da düşünmüyor değiliz. Bir de yapısal birtakım değişiklikler düşünüyoruz. Büyük yapımlara, ortak projelere ağırlık vermek, tarihi alanlarda gösterim yapmak planlarımız arasında. Bu yılki festival belleklerde nasıl bir iz bırakacak sizce? Jan Fabre, Peter Brook, Tadashi Suzuki, Yuri Lyubimov gibi önemli isimleri ağırladık. Zaten amacımız da dünya tiyatrosunda yapılan önemli çalışmaları buraya taşımak, yeni pencereler açmak. Bu yıl, tiyatro olimpiyatlarının İstanbul'a taşınması festivalin alanını daha da genişletti. Bu sayede atölye çalışmaları, konferans gibi etkinliklerle hareket yoğunlaştı. Bir de yerli tiyatroların festivale destek vermesi çok güzel. Katılımları her yıl daha da artıyor. Yönetici olduğunuz 10 festivalde bir sürü anı birikmiştir muhakkak. Şöyle acıtatlı birkaç örnek verseniz... Tabii çoğu, o an için ölmekten beter hale getirmişti, ama bu Ölüm Meleği günden bakınca hoş anılar... Mesela 2001 yılında, festivali iki yılda bir yapmaya karar verdiğimiz için Isabel Huppert'in oynadığı Medea'yı iptal etmek zorunda kalmıştık ve çok üzülmüştüm. Bir de yıllar önce açılışı yapacak gruplardan birinin eşyaları gümrükte taklı kalmıştı. O karmaşa içinde Zeliha Berksoy beni kırmayıp apar topar kendi oyununu yetiştirmişti açılışa. Benim Dikkat Köpek Var için Pina Baush’un yeri ayrıdır, onun gelmesi ve İstanbul’a özel bir gösteri yapması heyecan vericiydi. Bu yıl Peter Brook’un gelmesi de çok mutlu etti, ekibi bize biraz kök söktürdü, ama onunla olmak, bilgilerinden yararlanmak önemliydi. Bir umut, festivalin yeniden her yıl düzenlenmesi söz konusu mu? Tiyatro, festivaller içinde en zahmetli ve pahalı olanı. 2000’deki krizle beraber içeriğinden ödün vermemek, çizgimizi korumak için bu kararı almıştık. İki yılda bir düzenlenmeye devam edecek, ama önümüzdeki yıldan itibaren dans festivali yapmayı düşünüyoruz. Böylece dönüşümlü olarak bir yıl dans, bir yıl tiyatro festivaliyle bu açığı kapatmış olacağız. Yaşasın aksanlar Esra Başıbüyük K elimeleriyle birbirlerinin peşinde, nefes nefese bir kadın, bir erkek. Bir ileri, bazen iki geri, bazen çok yakın, bazen mesafeli. Bir ilişkide kadın ve erkeğin farklı gerçekliği, bir ilişkinin bin bir halleri. Demirin sertliği, tıpkı yaşamın yumuşatamadığımız köşeleri gibi içinden geçerken terletici, acılı,yorucu. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen, konsept, tasarım ve yönetmenliği Bülent Erkmen’e ait, Yelda Reynaud ile Altay Özbek’in oynadığı “İki Kişilik Bir Oyun”da çelik konstürüksiyondan sahneye inat ritmik bir akış yaşanıyor. Kadın ve erkek yaşayıp/oynarken siz de karanlığın içinde kendi labirentinizde kalıyorsunuz. Yelda Reynaud ile işte bu labirenti, tiyatroyu ve hayallerini konuştuk ... Oyundan çıktığımda, psikolojik olarak her yanım ağrıyordu. Zor bir yoldu o labirent! Hayatın dikenli yollarının, çelikten versiyonu. Bu oyun için fiziksel olarak bir hazırlık süresi geçirdiniz mi, merak ettim? Hazırlık değil de, yoga yaptık, ısındık, ama şöyle söyleyebilirim; biz enerjiyle oyunu kurtardık! Bir arkadaşımız her gece oyunu videoya kaydediyor. On gün sonra, ilk başta müthiş zorlandığım yerlerde kendimi daha rahat yukarı çektiğimi söyledi. Çelik konstrüksiyonu ilk gördüğünde ne düşündün? Tırstım, gerçekten tırstım! Bülent Erkmen bana bu oyunu teklif ettiğinde ortada metin yoktu. Konstrüksiyon, çizim olarak vardı. Gördüğümde heyecanlandım, tabii enteresan geldi. İki ay sonra da Yekta Kopan’ın yazdığı metin geldi. Minimal, tek kelimelik vuruşlar. Zor bir iş başarılmış... Bülent Bey tek kelimelik ifadeler istediğini söyledi. Bu yazar için de, bizim için de çok zordu. İçimde bir soru işareti vardı, ama sonra düşündüm ki bir iş ancak bu kadar iyi yapılabilir! Labirentte ilerlerken, çok canınız yandı mı? İlk gördüğümde Altan’a “Burada epey acı çekeceğiz” dedim. O “Yok canım, hallederiz” dedi. Labirentten çıktığımızda her tarafımız morarmıştı. Çünkü, tutunduğumuz her yer köşeliydi! Neoplen imdadımıza yetişti de rahatladık. Yaa, gerçekten sanat için acı çeker misin? Ooo, bu ne kadar tehlikeli bir soru. Çekmemeyi tercih ederim. Bence hiçbir acı çekilmemeli, çekiliyorsa da demek ki gerçekten başka bir çözümü yok. Malzeme o kadar sert olmasa sizin seyirciye geçirdiğiniz duygu da bu kadar “yorucu” olmazdı! Evet, duygular hiç geçmezdi... Hareket konusunda doğaçlama yaptık. Her gece aynı şekilde başlanıyor, ama sonrası doğalında gelişiyor. Bu hayatta da, ilişkilerde de böyle, tekrarlansa da hiçbir zaman aynı şekilde yol alınmıyor. Taze başlarsın, bitkin bitirirsin, çünkü hayat da bizim labirent sahnemiz gibi köşeli. Bu oyun kadınerkek ilişkisini anlatıyor ve her akşam yeni bir ilişki yaşanıyor. Türkiye’de tiyatro yapmak aklında var mıydı? Yurtdışında tiyatro yaptım, ama burada peşine düşmemiştim. Erkmen beni geçen sene İstanbul festivalinde ödül alırken sahnede izlemiş. Sürekli zıplıyorum ya, enerjime bayılmış. Bu projeyi de benim için düşünmüş. Onunla çalışmaktan onur duyuyorum. Çok özel, sıra dışı bir insan. Türkçe kelime haznen oldukça geniş, ama konuşurken bir aksanın var. Yabancı birisinin Türkçesi gibi. Sonunda oldu ve Yelda Reynaud’yu tiyatro sahnesinde de gördük. Yine eleştirilere sırt çevirip aksanlı konuştu. Bülent Erkmen’in tasarladığı “İki Kişilik Bir Oyun”da, çelik konstrüksiyondan sahnede bedeni morara morara, kan ter içinde oynadı. Üç de film var sırada; biri Amerikan yapımı, diğerinin yönetmeni Fatih Akın. Üçüncüsü ise bir Yelda Reynaud filmi. Henüz ismi yok, ama oyunculardan birinde ısrarlı: Güler Sabancı. Fotoğraf: Esra Başıbüyük Oyunun metninin salt kelimelerden olması senin için bir avantaj mıydı? Uzun diyaloglar seni endişelendirir miydi? Herkes gibi konuşmak, klasik vurgulamalar yapmak istemiyorum. Bu benim imzam. Yaşasın aksanlar, bence metne bir renk katıyor. Çünkü hiçbir insan aynı değil. Ben vurguları biliyorum, bak “tükür” değil “tüküüür” diyorum, yani nasıl söyleneceğini biliyorum, ama yapmıyorum. Fransa’da Gerard Depardieu gibi kesik ve ritmik konuşan yok, ama adam inanılmaz bir oyuncu. Brando mıym mıym... İlk zamanlar kimse ne söylediğini anlamıyordu. Babam bunu yapıyorsa ben de yaparım (kahkahalar)! Festivalde kaçıranlar için soruyorum, oyun devam edecek mi? Oynayacağız, sanırım 56 oyun bu sezonda olacak, önümüzdeki sezonda da devam edecek. Fatih Akın’ın yeni filminde rol alıyorsun, provalar başladı mı? Evet... 15 Haziran’da Türkiye çekimleri başlıyor. Yakında görülen başka film var mı? Kendi filmim var. Konusundan şimdilik bahsetmek istemiyorum. Yıllardır yazıyordum, yavaş, ama sağlam ilerliyorum. Fransızca yazmıştım, tercüme edildi. Yakında başlayacağız. Biraz sıra dışı bir film, daha çok David Lynch tarzı gibi... Oyuncular belli mi kafanda? Az çok, evet. Mesela Güler Sabancı’yı istiyorum. İlginç! Bir rolü onun için yazdım. Televizyonda Picasso sergisiyle ilgili konuşurken izledim ve hayran oldum. Türkiye’nin en başarılı iş kadınlarından olduğunu biliyorum, ama hiç tanışmadım. Kabul eder mi? Benim hayallerimi neden yıksın! Sonuçta biz hayalleri gerçekleştirmek için çaba sarf ediyoruz. Onların da bize sahip çıkmaları gerekiyor. Umarım Amerika hayalin gibi bu da gerçekleşir... Ne oldu, Amerika’da oynadığın filmin akıbeti? “Living and Deeding”. Bir dedektifi oynadım. Film, eylülekim gibi gösterime girecek. Teksas’ta intihar edilmesin diye camları kapatılmış, açılmayan bir otelde kaldım. Her sabah sete gitmeden perdeyi açıyor, tepeden aşağıya bakıyor ve “Şükür, bir hayalimi gerçekleştirdim” diyordum. 19 yaşımda hayal ettiğim yıllar sonra gerçekleşti. Oscar almayı da hayal ediyorum. Sahneye çıkacağım, mutluluktan ve gururdan bir çocuk gibi sırıtacağım ve Allah’a şükredeceğim. Bunu görüyorum. CUMHURİYET 16 CMYK