02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 PAZARIN PENCERESİNDEN 25 HAZİRAN 2006 / SAYI 1057 Bir ton plasebo ele geçti Selçuk Erez açakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nın girişimiyle yapılan “Plasebo Operasyonu”nda bir ton plasebo ele geçmiştir. Konuyla ilgili açıklama yapan yetkililer, bir ihbar üzerine çalışılarak yasadışı yollardan plasebo üreten bir atölyenin tespit edildiğini, aynı zamanda Kayseri, İstanbul ve Kahramanmaraş’ta yürütülen operasyon sonucunda, organizasyonun lideri, nakliyecisi, aracısı ve imalatçısı olan kişilerin kimliklerinin saptandığını söylediler. Bu atölyeye yapılan baskında yarısı satılmak üzere ambalajlanmış bir ton plasebo ele geçirilmiş, bu üretimi gerçekleştirenler yakalanmıştır. Ele geçirilen plasebonun piyasa değerinin yaklaşık 20 milyon dolar olduğu bildirilmiştir. Son iki ay içinde bu şekilde kaçak plasebo üreten tam dört gizli imalathanenin basılması üzerine dikkatlerimiz bu konuya yöneldi. Önce Kaçakçılıkla Mücadele Başkanı’yla konuştuk. Şunları söyledi: Bu maddenin gizli üretimi böyle artınca Belçika’dan hemen altı tane özel yetiştirilmiş kurt köpeği getirtip bunları en aşağı dört metreden plasebo’nun varlığını fark edebilmek üzere eğitmeye başladık. Yakında bu tür köpeklerle bütün karayolları kavşak noktalarında bekleyecek ekipler oluşturacağız . Ecza Depoları Derneği Genel Sekreteri ise, “Savurganlığımızın ve hastalara taneyle değil de gereğinden çok tablet içeren ambalajlarla satılmasının sonucunda birçok ilaç bulunmamaya başlayınca hastalarda plasebo kullanma eğilimleri artmıştır!” dedi. Yük yaşlıların sırtında olacak Yaşlı nüfusun getirdiği değişimlerden biri de, sosyal güvenlik politikaları. Emeklilik yaşının erkekler için 60, kadınlar içinse 58 olarak belirlenmesi de bu politikaların bir sonucu. Üstelik bu sınırın kademeli olarak kadınlarla erkekler için eşitlenerek 2036’dan itibaren 65’e yükseltilmesi planlanıyor. Çünkü Dünya Bankası’nın 1994’te yayımladığı “Yaşlılık Krizinden Kaçınmak” kitabına göre, sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülemez hale gelmesinin nedeni, nüfusun yaşlanması. Kitapta şöyle bir ifade de var: Eğer sosyal güvenlik sistemleri değiştirilmezse, bu uzun yaşayan nüfusun yükünü ne bu sistemler ne de ulusal ekonomiler çekebilir! Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü öğretim üyesi Dr. Seyhan Erdoğdu’ya göre, bu sadece, sosyal güvenliğin zayıflatılması ve özelleştirilmesi için kullanılan bir gerekçe. “Gelişmiş ülkelerde işgücü piyasasına yansıyan nüfusun yaşlanması olgusu, Türkiye için geçerli değil” diyor Erdoğdu, “2040’ta sorun haline gelmesi beklenen nüfusun yaşlanması olgusunun bugünden sosyal güvenlik sisteminin temel bir sorunu gibi sunulması pek çok sözde reform uygulamasında olduğu gibi Dünya Bankası ve IMF şablonlarının kopyacılığından ibaret.” Erdoğdu’ya göre, Türkiye demografik fırsat penceresi adı verilen ve uygun makro ekonomik koşullarda ekonomik gelişme açısından büyük katkı sağlayacak bir nüfus yapısı dönemini yaşıyor. Asıl sorun, bu nüfusun işgücüne katılma oranlarının düşüklüğü ile yüksek oranlardaki işsizlik ve eksik istihdam. “Yaşlı nüfus krizi, bir sefere özgü bir durum değil” diye ekliyor, “son yüzyılın gerçeği ve önümüzdeki yüzyılda da değişmeyecek. O halde sosyal güvenlik sistemlerinin zayıflatılması bu olguyu ortadan kaldırmayacağına göre, bu zayıflatma ya da özelleştirme ile varılacak sonuç, yaşlı nüfusun yükünün sosyal güvenlik sistemlerinin ve kamunun sırtından alıp, yaşlıların sırtına yüklemekten ibaret.” K Türkiye de yaşlanıyor! Türkiye’de şu anda yaşlılar nüfusun yüzde yedisini oluşturuyor. 44 yıl sonra bu oran, yüzde 18’e çıkacak. Bu, 18 milyon yaşlı demek. Diğer deyişle, artan bakım ihtiyacı, azalan işgücü, değişen sosyal güvenlik politikaları... Peki Türkiye yaşlı bir nüfus için hazır mı? Yaşlı nüfusun getirdiği yükler ve imkânlar neler? Esra Açıkgöz Kooperative für Fotografie grubu üyesi Erdal Buldun’un “Röportaj” kitabındaki fotoğrafı... D Sütçü İmam Üniversitesi Farmakoloji Profesörü Hasan Mermer de, “Hemen her gün kullanageldiğimiz ilaçların ya falanca hastalığa eskiden zannedildiği gibi yaramadığını ya da bilinmeyen yeni bir yan etkisinin saptandığını öğreniyor ve kendi kendimize, “Acaba biz bu ilaçları iyileşmek mi yoksa intihar etmek için mi kullanıyoruz” diye soruyoruz. Oysa plasebo hiç olmazsa her hastalığa yaklaşık yüzde 2030 oranında iyi geliyor ve yan etkisi de yok gibi! Bu maddenin böyle kaçak üretimi, plasebonun yeşil reçeteyle kontrollü verilmesiyle önlenebilir” dedi. Eczacılar Birliği de şu açıklamayı yaptı: “Ülkenin bitki florasından yararlanmamız, jenerik ilacı geliştirmemiz gerekiyor. Bu konularda gecikmemiz işte yeterince ilaç bulunmamasına ve plasebo tüketiminin ve kaçak üretiminin böyle artmasına yol açmıştır.” Adının açıklanmasını istemeyen eski bir Sağlık Bakanlığı müsteşarı da şunları söyledi: “Bildiğiniz gibi ‘plasebo’, etken bir madde içermeyen bir tedavi yöntemidir. Bir ilacın yararının araştırılması amacıyla kullanılır. Bir grup insana gerçek, diğer gruba ise gerçeğine benzeyen ama içinde etkili madde bulunmayan plasebo verilir. Hastalar, hangi hapın etkin maddeli olduğunu bilmezler. Sonuçta hastaların iki ilaca da verdikleri tepkiler ölçülür, eğer gerçek ilaç alanların iyileşme yüzdesi plaseboya göre yüksekse, o ilacın cidden etkin olduğu anlaşılır. Plasebo, hastalara psikolojik etkisinden yararlanmak amacıyla da verilir... Ancak Sağlık Bakanlığı’nın ilaç fiyatlarını gerçekçi olmayan boyutlarda düşürtmek için izlediği politikalar sonucu ilaçların üretimlerine ara verilmesi, bu ilaçların bulunmaması ve tüm ilaçların yerini alabildiği sanılan plasebo tüketiminin böyle çoğalmasına yol açmıştır. Bugün maalesef ülkemizde her yaştan yüzbinlerce plasebo bağımlısı vardır! İlkokul çağında bile bu maddeye bağımlı olanlara rastlamaktayız...” ünyada yaşlı nüfus giderek artıyor. Öyle ki 2025’te dünyadaki yaşlı insan sayısının 800 milyonu aşacağı tahmin ediliyor. Bu rakamdan Türkiye’nin payına düşen, 11 milyon. Bu rakam 2050’de 18 milyona ulaşacak, yani genel nüfusun yüzde 18’ini yaşlılar oluşturacak. Bu, her alanı etkileyen bir değişim demek; yenilenen sosyal güvenlik politikaları, artan bakım hizmetleri, azalan işgücü... Sağlık Bakanı Recep Akdağ konuyla ilgili kaygılarını geçen hafta, “Nüfus planlaması ve aile planlaması gibi tabirler, artık sağlık camiası açısından rafa kalkmıştır. Ölçüsüz biçimde Batılı kültürün etkisiyle ve birtakım klişeleşmiş sloganların tesiriyle doğurganlık sayılarımızı aşağılara indirirsek, Batılıların geçtiği yanlış yoldan geçmiş oluruz” sözleriyle dile getirdi. Böylece çözüm önerisini de sunmuştu: Doğurun. İlk tepki yıllardır aile planlaması konusunda çalışan uzmanlardan geldi. Akdağ da duyarsız kalmadı, çağrısını değiştirdi: Ekonomik durumu, eğitim düzeyi iyi kişilerin çocuk yapması desteklenmeli, kötü olanlarınsa planlı çocuk yapmaları sağlanmalı! Bütün bu tartışmaların arasında asıl sorulması gereken iki soru var: “Türkiye yaşlanmaya hazır mı” ve “Yaşlı nüfus artışının getireceği yükler ya da imkânlar neler?” Yanıtlar, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Sabahat Tezcan, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü öğretim üyesi Dr. Seyhan Erdoğdu ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşen Bulut'tan. Gelişen her ülke gibi... İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşen Bulut’un yaşlı nüfus artışı ve sonuçlarına ilişkin düşünceleri şöyle: Türkiye’de de gelişen, eğitim ve ekonomik durumu iyileşen her ülkede olduğu gibi doğurganlık azalıyor. 4050 yıl önce her kadın 67 çocuk doğururken artık o kadar çok doğurmak isteyen kadın parmakla sayılacak kadar az. Yine de üreme çağındaki çiftlerin sayısı fazla olduğundan, nüfusumuz içinde gençlerin payı hâlâ fazla. Tahminlere göre, Türkiye’de 202050 arasında, neredeyse 14 yaşından genç çocuk sayısı kadar 65 yaştan büyük yaşlı olacak. Nüfus 2050 yılına kadar artarak 100 milyona yakın bir değerde stabilize olacak ve bunun 15 milyonundan fazlasını 65 yaş üzeri nüfus oluşturacak. Bu demografik yapı çocuklar için daha iyi gelecek vaat ederken, yetişkinler ve yaşlılar için ciddi bir soru yaratıyor: Bu üretken ve hızla yaşlanan nüfusun nasıl bir yaşam kalitesi olacak? Bu, dünya nüfus programlarının önemle üzerinde durduğu bir konu. Türkiye’de de yaşlılar için neler yapılması gerektiği hem Devlet Planlama Teşkilatı’nın, hem Sağlık Bakanlığı’nın, hem de sosyal güvenlik uzmanlarının öncelikleri arasında. Yaşlıların önemli bir kısmı sosyal güvenceden yoksun. Hepsi SSK emeklisi olsa ve hastaneye gittiğinde ücretsiz hizmet alabilse bile, o maaşla ne kira verebilir ne de hastaneye refakatsiz gidebilir. Aslında aile içi destek yapımız yaşlılar için önemli bir kaynak, ancak bunun gelecekte nasıl olacağını incelemek gerek. Gelişmiş ülkelerde yaşlılar için yapılan özel bakım merkezleri hem maliyeti, hem de duygusal açıdan olumlu ortamlar olmadığı gerekçesiyle tartışılıyor. Japonya’da aile bakımı için devlet desteği konuşuluyor. Kendi ailesi olmasa bile bir yaşlı ile yaşamak isteyen aileye gelir sağlanıyor. Sağlıklı yaşam, ama nasıl? Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü 1968'den beri her beş yılda bir yaptığı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) ile “hayati kayıt sisteminden sağlanamayan birçok demografik ve sağlık göstergesini” elde etmeye çabalıyor. Başkanı ise Prof. Dr. Sabahat Tezcan. Bugüne kadar devamlı plansız artan nüfustan şikâyet edilirken, neden şimdi nüfusun yaşlanması riski ortaya çıktı? Türkiye'nin kuruluşundan 1965’e kadar nüfus artışını destekleyici politikalar izlendi, çünkü tarıma dayalı ekonomi ve askeri güç ihtiyacının karşılanması için genç nüfusa ihtiyaç vardı. Zamanla bu hızlı artışın çeşitli sağlıksosyalekonomik sorunlar yarattığı görülünce, 1965’te nüfus politikası değişikliğine gidildi ve doğurganlık hızı azalmaya başladı. 1968’deki Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nda toplam doğurganlık hızı Türkiye geneli için 1549 yaş grubu kadınlarda 5.6 iken, şimdi 2.2. Evli çiftler 1963’te ortalama üç, 2003’te ise ortalama iki çocuk istediklerini belirtmişler. Ayrıca son yüzyılda özellikle gelişmiş toplumlarda, yaşam koşullarındaki kalitenin yükselmesinin ve beş yaş altı çocuk ölümlülük ve doğurganlık hızlarının kayda değer oranlarda düşmesinin doğal demografik sonucu olarak yaşam süresi uzadı. Bu yüzden yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payı devamlı yükseliyor. Nüfusun yaşlanması kavramı 20. yüzyılın sonlarına doğru önem kazandı, 21. yüzyılın ise yaşlı yüzyılı olacağı öngörülüyor. Peki bunun Türkiye’ye etkisi ne olacak? Yaşlı nüfus yüzdesi 1950’lerde yüzde iki iken, 2003 verilerine göre yüzde yedi oldu. Bu ekonomiden sağlığa, kültürden teknolojiye hayatın tüm noktalarında değişikliklere yol açıyor, ama yaşlı nüfusun ekonomik ve sosyal hayata katılımı sağlandığı takdirde bilgili ve tecrübeli bu kesimin daha üretken olması, hem ülke gelişimine olumlu katkıda bulunur, hem de sosyalruhsal sorunları azaltır. Bu yüzden Türkiye'de de, tüm dünyada olduğu gibi yaşlıların sosyoekonomik ve sağlık sorunlarına yönelik çalışmalar önem kazandı. Ancak hâlâ uygulamada ve yaygınlaştırmada sorunlar devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü de “Sağlıklı Yaşlanma” kavramını tüm dünyada yaygınlaştırmaya ve doğumdan ölüme kadar hayatın her döneminde sağlık açısından olumlu alışkanlıklar ve davranışlar geliştirmeye önem veriyor. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle