Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 HAZİRAN 2006 / SAYI 1057 11 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Puşkin’i düşünerek Ataol Behramoğlu leksandr Puşkin 1799’da Moskova’da doğdu. 1836’da Petersburg’da, bir düelloda aldığı yaranın sonucunda, birkaç gün sonra öldü. 37 yıllık bir yaşama sığdırılmış mucizeden çok söz edildi ve hep edilecek. Ben de birçok kez Puşkin üstüne yazdım. Burada bunları yinelemeyeceğim. Puşkin’den ilk kez tüm anlatı yapıtlarını dilimize çevirmiştim ve bunlar 1970 başlarında Cem Yayınevi’nde basıldıktan sonra farklı yayınevlerince yeni basımları yapılmıştı. Şimdi Türkiye İş Bankası Hasan Âli Yücel klasikler dizisinde tek bir ciltte yayımlanacaklar. Şair Puşkin birçok şiirinde ilk kez benim aracılığımla Türkçe konuşmuştu. Şiirlerinden bir seçmeler önce “Bir Anıt Yaptım Kendime”, sonra “Uçuyor Troyka Yel Gibi” başlıklarıyla Adam Yayınevi’nce basıldı. Şimdi içerikte ve biçimde yeni bir düzenlemeyle, “Seviyordum Sizi” başlığı ile yine Hasan Âli Yücel klasikler dizisinde, Rusça özgün metinlerle birlikte basılıyor... Son birkaç gündür, baskı provalarını gözden geçirirken zihnim ve duygularım yine Puşkin’le doluydu... Ve bu kez, 1829’da, şair otuz yaşındayken yazılmış “Geçip Giderken Gürültülü Sokaklar Boyunca” başlıklı bir şiir, beni her zamankinden daha çok düşündürdü: Bir Patrik Çocukken... Fener Rum Patriği Bartholomeos’un 1050’li yıllara ait, ilk ve ortaöğrenim yıllarının kompozisyonları kitaplaştırıldı. “Bir Patrik Çocukken” başlıklı kitapta Bartholomeos’la yapılmış uzun bir söyleşi de yer alıyor. Patrik hem cemaatin durumunu anlatıyor hem de yaşamöyküsünü... Ferhat Uludere illi Güvenlik Kurulu tarafından 1964’te azınlıklara yönelik alınan kararlarla Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yaşan Rumlar bulundukları yerleri terk etmek zorunda kalırlarken, kararlar Heybeliada’da yaşayan Rumları da etkiledi. Rumlar adayı terk etmek zorunda kaldığı gibi, Heybeliada Ruhban Okulu da kapatıldı. Okul İstanbul Rum Patriği Bartholomeos’un da çabalarına karşın bugüne kadar açılamadı. Patrik hâlâ bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor, karşısına sürekli yasaklar ve baskılar çıksa da o bir gün okulun kapısından tekrar girebileceğini hayal ediyor. Tıpkı 1954 yılında İmroz’un Zeytinli köyünden gelip Dimitrios Arhondonis ismiyle o kapıdan girdiği gibi... Okul kapalı evet, ama okumak isteyene sıralarından geçmiş, öğretmenlerin ve zilin sesini ezberlemiş bir defterin sayfaları hâlâ açık... Dimitrios Arhondonis’in kompozisyon derslerinde kullandığı bu defter yeni kurulan Bizim Deniz Yayınları tarafından “Bir Patrik Çocukken” ismiyle yayımlandı. 22.5x17 cm ebatlarındaki 208 sayfalık defterden hazırlandı kitap. İçerisinde Bartholomeos’un ilkokul, ortaokul ve lise yıllarında Gökçeada ve İstanbul’da yazdığı 89 kompozisyon yer alıyor. Bu 89 kompozisyon boyunca Bartholomeos’un ilkgençlik yıllarında doğaya, insanlara, hayvanlara, hayata ve Tanrı’ya olan sevgisine tanık olacaksınız. Diğer bir taraftan ilk takım elbisesini üzerine geçirdiğinde duyduğu gururu, İmroz’un Zeytinli köyünden çıkıp İstanbul’a geldiğindeki şaşkınlığı, etrafında dönen hayatın karmaşasını tanımlamaya çalışışını, evrenin büyüklüğü ve sonsuzluğu karşısında hissettiği ezikliği ve Patrik olma yolunda emin adımlarla ilerleyişini izleyeceksiniz. “Bir Patrik Çocukken” sadece bu kompozisyonlarla sunulmuyor okura. Kitabın önsözünü kendini başka bir din aracılığıyla Tanrı’ya adayan Hüseyin Hatemi kaleme almış. Hatemi, yazdığı A M önsözde Bartholomeos’un Ortodoks dünyasındaki önemini vurgularken iki din arasındaki kardeşliğe ve barışa değiniyor. Defterin bir diğer konuğu ise gazeteci Celal Başlangıç, aynı zamanda kitabın editörlüğünü de yapan Başlangıç, kitap yayına hazırlanırken İstanbul Rum Patriği Bartholomeos’la uzun uzadıya bir söyleşi yapmış. Bu söyleşide çocukluğundan patriklik sürecine bir yaşamöyküsü var. 29 Şubat 1940’ta, Gökçeada’nın Zeytinli köyünde doğuyor Patrik. Babası kahveci Hristo, annesi ise Meropi. Yoksul bir aile, bu yüzden kahvenin bir köşesinde berberlik yapıyor Hristo. Dimitrios hem kahvenin işlerine yetişiyor, hem babasının kestiği saçları süpürüyor. İlkokul öğretmeni çalışkan öğrencisinin önündeki yolu hissediyor, laf arasında sıkça şu cümle kuruluyor: Bu çocuk bizim yüz akımız olacak... Ruhanilik de bu yılların izi, köyün papazı Asteryos'un peşini bırakmıyor, onunla birlikte manastırlara, şapellere gidiyor. Bu arzu onu Ruhban Okulu’na taşıyor. “Öz Yaşamım” başlıklı kompozisyonda “Küçük yaşlardan beri dine karşı duyduğum ilgi, hayatımı yüksek ideallere Fedakârlık Patrik Bartholomeos’un defterinde, 195051eğitim yılına ait “Fedakârlık” başlıklı kompozisyon şöyle: Birkaç yıl önce bir gemi Akdeniz’de yol alıyordu. Karadeniz’i baştan başa dolaşmış, İstanbul Boğazı’nı, Marmara’yı, Çanakkale’yi, Ege Denizi’ni geçmiş, İskenderiye açıklarına varmıştı. Dürüst, çalışkan bir denizci olan kaptan, görevini yapmak üzere güverteye çıkmıştı. Birden geminin arka ambarlarından dumanlar çıktığını gördü. Ambarda yangın çıkmıştı. Kaptan koşarak görev yerine koştu, dümenci de yerinden kımıldamadı. Hiç telaşlanmadan görevlerine devam ettiler. Bütün tayfalar filikalara, cankurtaran simitlerine saldırmış, denize atlıyordu. Kaptan “Cesaretinizi yitirmeyin çocuklarım” diyordu, “Kimseye bir şey olmayacak. Dümenci beş dakika daha dayanabilirsen hepimiz kurtulacağız”. Birazdan gemi karaya yanaşmıştı. Kaptanla dümenci karaya en son çıktılar. Tanınmaz haldeydiler. Bütün bedenleri yanıklar içindeydi. Onları hemen hastaneye götürdüler, özellikle dümenci çok kötü durumdaydı. Üç ay boyunca hastanede kaldıktan sonra taburcu edildiler. Yüzü yanıklardan tanınmaz halde olmasına, bedenindeki yaraların iyileşmemesine karşın Karadenizli Dümenci Niko hiç üzülmüyor, aynadaki görüntüsüne bakarak “Görevimi yaptım, bunca insanın hayatını kurtardım” diyor. Düşüncelerinde haklı değil mi? Aleksandr Puşkin. Geçip giderken gürültülü sokaklar boyunca, Girerken kapısından insanla dolu bir tapınağın, Otururken çılgın gençler arasında, Kendi hayallerime dalarım. Derim ki kendime, yıllar uçup gidecek, Ve hepimiz geçeceğiz altından sonsuz kemerlerinNe kadar çok görünürsek görünelim burada Son saati çalmak üzeredir birilerinin. Puşkin’in yaşam dolu, canlı, kıvrak, ateşli mizacıyla pek de bağdaşmayan bu oldukça karamsar şiir şu dizelerle devam ediyor: Geçen her günü, her yılı, Alıştım hep aynı düşünceyle uğurlamaya: Hangisi gelecekteki ölümümün Yıldönümü olacak acaba? Ve ölümü nerede gönderecek bana yazgı? Savaşta mı, yolculukta mı, koynunda mı dalgaların? Ya da şu komşu ovada mı Toprağa karışacak soğumuş tozlarım? Ölümün bizi nerede, nasıl bulacağı çok mu önemli? Puşkin 1829’da bu şiiri yazdığında, çok değil yedi yıl sonra uğursuz bir düelloda aldığı yaralardan öleceğini bilseydi, ne değişecekti? Puşkin’in ölümünden bir buçuk yüzyıldan daha fazla zaman sonra, Ege’de bir yaz bahçesinde, ışıl ışıl bir denizin yakınında böyle bir yazıyı neden yazdığım sorulacak olursa, yanıtım aynı şiirin son dörtlükleri, yine de ölümden çok yaşama ilişkin şu dizeler olacak: Ve duygusuz bedenimin Fark etmese de nerede çürüyeceği, Yine de sevdiğim yerlerin yakınında İsterdim sonsuz dinlenceyi. Ve girişinde mezarımın Oynasın genç yaşam tüm sevinciyle, Ve umursamaz doğa Parlasın sonsuz rengiyle... ataolb@cumhuriyet.com.tr Bartholomeos, arkadaşı Kaya Karavela ile... adamak için beni bu kutsal yere yöneltti” diyor Dimitrios. 1961’de okulun yüksek bölümünü birincilikle bitirip aynı yıl “Bartholomeos” adıyla takdis ediliyor. Sonrası, Tuzla’da ve Çanakkale Demirtepe’de askerlik, Roma ve İsveç’te ilahiyat hukuku eğitimi... O Avrupa’dayken 1946’da bir göç daha yaşıyor Rumlar, yedisekiz bin Rumdan 200250 kişi kalıyor, okullar da kapatılıyor. 1968’de Türkçe ve Yunancasına eklediği Latince, Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca ile dönüyor Türkiye’ye. İlk görevi Heybeliada Ruhban Okulu’nda dekan yardımcılığı, 73’te Alaşehir, bir yıl sonra Kadıköy metropoliti oluyor, bu patriklikten bir önceki makam. 1975’te Ruhban Okulu kapatılıyor. Bartholomeos bir din adamından çok bir diplomat gibi çalışmayı yeğliyor. “Doğu Kiliseleri Dini Kanunları Toplumu” adlı birliğin kurucu üyesi oluyor. Dünya Kiliseler Birliği’nde, sekizi başkan yardımcılığı, 15 yıl görev yapıyor. 1990’da Ortodoks diasporası için oluşturulan kutsal ve büyük Sinod için uluslararası komitenin başkanlığına getiriliyor. Bir yıl sonra İstanbul Rum Patriği Dimitros 1 ölünce 14 başpiskopos arasından Bartholomeos seçiliyor. “Oybirliği ile seçildim” diyor Bartholomeos, “51 yaşında patrik oldum, bu genç bir yaştır patrik olmak için. Aradan 15 yıl geçti, demokratik bir şekilde, hep beraber kilisenin meselelerini yürütüyoruz”. 270. patrik Bartholomeos’un Celal Başlangıç’la yaptığı röportaj “Varlık Vergisi”nden “67 Eylül Olayları”na, patrikhanenin taşınmasından ekümeniklik meselesine kadar uzanıyor. “Bir Patrik Çocukken”, yayın politikasını “Çok Kimlikliyiz, Çok Kültürlüyüz, Çok Dilliyiz, Çok Dinliyiz, Çok Renkliyiz” sloganıyla belirleyen Bizim Deniz Yayınları’nın ilk kitabı. Sınıf arkadaşı, bugünkü İtalya ve Malta Metropoliti Gennadios’la... Esas mutluluk... Aylin Kotil al biriktirmek süslü gelir nedense. Kimimiz biriktirme çabasındayızdır, kimimiz biraz biriktirebilmişizdir, kimimizse başarıp çok biriktirmişizdir! Bu konudaki başarımız ne olursa olsun, içimizde mallara karşı bir düşkünlük ve onu yığma güdüsü oluşmuştur. Hayat şartlarından, yaşadığımız kötü örneklerden ya da türlü nedenlerden dolayı bu güdümüze yüz verme eğilimi göstermişizdir. Ancak mutluluğun mal yığmakla gelmediği kesindir. Mutluluk çalışmaktan ve yaptığımız işin onurundan gelir. Hangi iş olursa olsun, onu hakkıyla yapmak, yaptığımız işten onur duymak, başarıyı, ardından da mutluluğu getirir. Başarmış olmak ve onur duymak maddi edinimlerden her zaman bir, hatta iki adım önde olmuştur mutluluğa gidilen yolda. Diğer insanlara M faydalı olabilmek, memnun edebilmek, ışık tutabilmek ya da ihtiyaçlarını giderebilmeyi gözlemlemek mal biriktirmekten daha çok mutlu eder bizi. Hatta birilerinin teşekkürü çoğu zaman bütün yorgunluğumuzu alır ve yeniden enerjiyle dolmamıza sebep olur. Bu tespitleri yaptıktan sonra aslında hayattan ne beklediğimizi bilmenin teşhisini koyup kendimize de itiraf edebilmenin önemi karşımıza çıkıyor. Gerçek mutlulukları görebilen ve bu yeteneğini köreltmek istemeyen biri mi olmak istiyoruz, yoksa mallarınızın çokluğuyla övünen mi? Çünkü bu duygumuza yüz verdiğimizde o bizi içine alacak ve artık biz ne çalıştığımız için mutluluk duyacağız ne de yaptığımız işin onurundan. Övünme ve biriktirme duygusu tüm benliğimize hâkim olurken hayatın amacı ve esas hissedilmesi gerekenler bizi çoktan terk etmiş olacak. Oysa mutluluk sadece çalışmak isteğini içimizde barındırabilmek kadar basit ve bu basitlikten onur duyacak kadar kutsal... aylin@kotilsarigul.com CUMHURİYET 11 CMYK