Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 25 HAZİRAN 2006 / SAYI 1057 RODIN’le Cehennet’te! Sakine Çil ehennet, Rodin sergisini gezerken birdenbire çıkagelen ve sergi boyunca bana eşlik eden, Ece Ayhan’ın türettiği şiirli sözcük. Neydi bu sözcüğü çağrıştıran? “Cehennemin Kapısı” üzerindeki bütün insanlık tarihiyle koşutluk içinde akıp giden, ruh ve beden acılarıyla kıvranan yüzlerce insanlık halleri mi? Yoksa insanın evrenin bir parçası olma özlemi mi? Bu özlemin uzantısı tamamlanmamışlık duygusu mu? Yoksa yoksa yakamızı bırakmayan araf atmosferi mi? Benzer soruların yanıtlarını ve insanın kendi çıplaklığını keşfedememesinin nedenlerini, büyük bir adanmışlıkla arayan Auguste Rodin (18401917), bu itki ile “Cehennemin Kapısı” adlı yapıtı üzerinde yirmi yıl çalışmıştı. Ona bu sabrı veren, doğayla derin bir uyum içinde olma isteğiydi. Doğa gibi acele etmemek ve yapıtlarını onun gibi ilmek ilmek yaratmak istiyordu. Rodin için ne poz ne de kompozisyon söz konusuydu. Yalnızca yaşam vardı. Yaşamın en küçük dışavurumlarını yakalama endişesi vardı. Rainer Maria Rilke’nin dediği gibi “Kendi ellerinden yalnızca biraz daha büyük yüzlerce figürü yaşamın tüm tutkularıyla yükümlü kıldı, çiçek çiçek açan tüm arzu ve heveslerin ve tüm günahların yükünü yükledi sırtlarına”... Önce Picasso sonra Rodin, sırada Matisse var. 3 Eylül’e kadar Sabancı Müzesi’nde izlenebilecek Rodin heykelleri ister istemez yaratıcısının yaratıcılık sürecini de düşündürtüyor. Yaşadığı yüzyılı, yaratma sancısını, engellenmelerini ve aşkları... Rilke asistanıydı, Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri” esin kaynağı, Rose ve Camille ise âşık olduğu kadınlar... C Tunç Çağı, 1877, bronz. Fotoğraf: Bruno Jarret. Rodin, Meudon’daki antik parçalar atölyesinde, 1910. Fotoğraf: Albert Harlingue. geleneksel kavramları ve tasaları geri plandaydı artık. Güzellik, sorun değildi. Güzelliğin yaratılan nesneye gelip katılmasını sağlayan koşulların varlığıydı önemli olan. Güzellik her zaman için nesneye gelip katılan bir şeydi. Yoldaydı. Yine Rilke’nin deyimiyle: “Her şey hazır olduğu zaman çıkıp gelecekti, gece bastırıp ormandan el ayak çekilince su içmek için çıkıp gelen hayvanlar gibi.” “Öpüşme”deki kucaklaşmanın güzelliği, gerçekliğin hayal gücünde yeniden kurgulanmasından ziyade güzelliği algılamamız için Rodin tarafından bize sunulan verilerde gizlidir. Bir zamanlar adları Paolo ve Francesca olan bu ikilide başka âşıkların adı sanı bilinmeyen öyküleri boy veriyordu. Derken karşımıza “Düşünen Adam” ve “Calais Burjuvaları” çıktı. Biri düşünmeyi kendine eylem edindiğinden suskun ve “tortop olmuşken”, diğerlerinin hayattaki son duruşlarını gördük. Rodin belleğindeki kahramanları altı kişide özetliyordu, “Yaşam içinden yürüyüp giden” bu fedakâr adamlar, savaşlar tarihinin kanlı yüzüne ayna tutuyordu. olmamıştı”... Dahası, Pantheon’un önüne deneme olarak dikilen “Düşünen Adam”ın alçıdan dökümü baltayla parçalandı. Esin perileriyle bütünleşmiş, sanki mitoslardan çekip çıkarılmış “Victor Hugo Anıtı” ise ancak 16 yıl sonra yerini buldu. Bu fırtınalardan daha büyük gönül fırtınaları vardı bir de, en çok da MariaRose Beuret ve Camille Claudel’i hırpalayan... Camille Claudel, yaşamının son otuz yılını geçirdiği akıl hastanesinden yazdığı mektuplarda Rodin’i hayatını mahveden kişi olarak suçlamaktaysa da; bu aşkın tarafları nasıl etkilediği her iki sanatçının yapıtlarında dile gelmekte. “KIRIK BURUNLU ADAM”IN REDDİ... Kırk yaşında “Tunç Çağı” ile yakaladığı başarı üzerine 1880 yılında, Fransız devleti tarafından Dekoratif Sanatlar Müzesi için verilen kapı siparişi üzerine, Dante’nin “İlahi Komedya”sıyla Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri”ni harmanlayan Rodin, bu satırlardan rölyefler, rölyeflerden de figür grupları oluşturdu. İşte bu figürlerden “Adem”, “Havva”, “Düşünen Adam” ve “Öpüşme” gibi başyapıtlar ve niceleri doğdu. Fakat “Cehennemin Kapısı” yerine konamadı. İlk kez on yedi yaşında girdiği, Güzel Sanatlar Okulu’nun sınavlarında üç kez başarısızlığa uğramasının ardından; “Kırık Burunlu Adam” adlı büst çalışmasının 1865 Salon Sergisi’ne Rose Beuret, 1898’e kabul edilmemesi de doğru, mermer. Fotoğraf: eklenince, akademik Béatice Hatala. çevrelerin dışında kalan Rodin, kendi yolunda ilerleyerek sonunda sanatını tüm dünyaya kabul ettirdi. CarrierBelleuse’le birlikte dekorasyon çalışmaları yapmak için gittiği Brüksel yıllarının dönüşünde, “Tunç Çağı” adlı erkek figürü Paris’te sergilendiğinde (1887), heykeli canlı model üzerinden kalıp alarak gerçekleştirdiği iddialarıyla karşı karşıya kalan Rodin’in sanatı hakkında, o günden bugüne farklı görüşler ileri sürülüyor. Kimi otoriteler onun eserlerindeki güçlü natüralizmi övüyor, kimileri ise onu biçimsel disiplinden yoksun buluyor. Her şeye karşın Rodin’in 20. yüzyıl heykel sanatı üzerindeki etkisi tartışmasız... Işığın sonsuz etkilerini kendine konu edinen Rodin, yüzeyi sanatının merkezine yerleştirdi. Yüzeylerin sonsuz görünümleriyle ilgilendi. Plastik sanatların tüm Öpüşme, 18811882’ye doğru, bronz. Fotoğraf: Adam Rzepka. Kapı’nın alınlık tablasının sol üst bölümü, Adèle’in gövdesiyle birlikte. Alçı. Fotoğraf: Adem Rzepka. Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde 3 Eylül’e kadar yer alacak sergide Rodin’in başyapıtlarının çeşitlemelerinin yanı sıra, bu yapıtların ilk kıvılcımlarını oluşturan Rodin’in sekiz bin deseninden ufak bir seçkiyi de göreceksiniz... En az o devasa heykeller kadar özgün minik eller, ayaklar göreceksiniz ve aklınıza Orpheus’un trajedisi düşecek. Ayrıca “ağlayan ayaklar”, “bağışlayan eller” göreceksiniz. Unutmayın! Bu cehennet bizim! sakine.cil@boun.edu.tr Kaynakça: 1 RILKE, Maria Rainer, Auguste Rodin, Çeviren: Kamuran Şipal, Cem Yayınları, İstanbul, 2002 2VILAIN, Jacques, Rodin at the Musee Rodin, Editions Scala, Paris, 1996. Baudelaire, bronz. Fotoğraf: Adam Rzepka. BEYNİN YÜZLE İFADESİ... “Tunç Çağı” için koparılan fırtına, daha sonrakilerin de habercisiydi. “Calais Burjuvaları Anıtı”, Rodin’in önerdiği şekilde alçak bir kaideye yerleştirilememiş, yapıtın ruhunu anlamaktan aciz muktedirler, anıtın açılışına katılmak istememişti. “Balzac” heykeli ise siparişi veren Edebiyatçılar Derneği tarafından yazara yeterince benzemediği gerekçesiyle geri çevrildi. Kırk sekiz yıl tartışmalara neden olan, yaratıcılığın sancılarını bünyesinde taşıyan bu yapıt, ancak 1939 yılında yerine konabildi. Çünkü “ahlaki bir portreydi” ve Henri Rochefort’a göre: “Rodin dışında kimse insan beynini olduğu yerden alıp, yüzde ifade edebilecek bir öneriye sahip Tutarsız işler mi? Olsun! Naile Ağdemir S erginin başlığı “DNA”! Meray Topsakal’ın EKAV Sanat Galerisi’nde izlenen sergisi şimdi de ABD’nde. Figüratif resim olarak değerlendirebileceğimiz işler için ressam kendi içinde bir denge oluşturmuş; Kurallardan uzak, ama soyuta mesafeli... Soruyoruz, yanıtlıyor: Grafik tasarım okumuş, sonra resim yapmayı tercih etmişsiniz. Nasıl gelişti bu yol? Açıkçası müşteriye yönelik bir kurguyla işleyen yaratıcılık süreci yerine, resim yapmak daha özgür geldi. Resim ve grafik farklı disiplinler tabii ki, ama risk aldım, grafik tasarımın inceliklerini bilerek resimde uyguladım. Çünkü resim ve sanat, doğrular ve güzeller çerçevesinde olamayacak kadar derin ve zamansız. Sergi için de “derin” bir başlık belirlemişsiniz, “DNA”! Bugün bir varlık, belli bir çevre içinde kendini nasıl gösterir? Tasarımla! Tasarım; artık neredeyse suç olacak kadar kültür ve zekâyla donatılıp servise sunuluyor. Tasarım dünyamızda asıl kral, en muhteşem tasarım ise “DNA”. İşlerinizle neyi anlatmaya çalıştınız? Bazıları sanki rahim içinde sıkışmış soyut figürler gibi geldi bana... Soyut, tamamen yoruma dayalı çalışmak çok keyifli. Bazen saçmalama özgürlüğü içinde müthiş bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu yolculuk başımızı döndürebileceği gibi midemizi bulandırabilir de. Leke ve desen çok hassas bir terazide, dolayısıyla seyredene belirsiz bu durumu sözle açıklamamak lazım. SINIR KOYMAYI SEVMİYORUM Öyle olsun, peki yaratırken hiç cesaret ve şüphe arasında kalır mısınız? Bence var olandan tatmin olmayan kimlikler, yaratıcılığa yatkınsalar, zaten şüphe hissetmeden kendi kurgularında ilerliyorlar. Şüphe ve cesaret hakkında düşünmek, insanın aklına evrensel bir keşif ya da zararı dokunacak bir yaratıcılık safhasında gelir. Ben yaratıcılık sürecimde bu duyguları hiç taşımadım. Öyleyse sizin yaratıcılık süreciniz nasıldır? Eleştirel düşünebilen pratik bir yapım var. Yaratım sürecinde çok gerilmiyorum, kendime sınırlar koyduğum da pek söylenemez. Sa nırım tutarsız işler çıkarmaktan pek çekinmiyorum. Bence rezil bir çalışma, üzerinde titizlikle çalışılmış bir işten daha çok şey öğretiyor. Galeride aynı başlık altında bir de seramik sergisi var. Bu proje iki sanatçının aynı konuya farklı malzemelerle bakış açısı mı? Tabii. Sergimizi Pınar Yeşilada ile birlikte farklı disiplinlerin diyalektiğinden yararlanarak açtık. Sizi ne tarz işler etkiler? Etkilendiğim tarz ve ürün yelpazem oldukça geniş. Küçük bir çocuğun çalışmasına saatlerce bakabildiğim gibi yeni çıkan bir cep telefonunun tasarımı da beni etkiliyor. Resim anlayışınız için ne dersiniz? Kuralcı, anlatımcı, okunan ifadelerden biraz uzak, ama tamamen soyuta mümkün olduğunca mesafeli bir uğraşı içindeyim. Aslında resim inancın puslu alanına benzer, mistik ve keyifli bir ortam. Özerk ve kendine ait bir hayatla donatılmış iş. Resimde en önemsediğiniz nokta nedir? Bir sonraki çalışmamı merak ederim. Tutku önemli, keşke hasta derecesinde çalışıp acayip resimler yapabilsem. Meray Topsakal için ressamlık özerk ve kendine ait bir hayat demek. O yüzden tutarsızlıktan ya da "saçmalama özgürlüğü"nü kullanmaktan korkmuyor, “Resim ve sanat, doğrular ve güzeller çerçevesinde olamayacak kadar derin ve zamansız” diyor. Sergisi "DNA" ise şimdi ABD’de. CUMHURİYET 10 CMYK