Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 NİSAN 2006 / SAYI 1046 7 Hakan Kurşun hayatını müziğe adayıp Avrupa’yı dolaşmış bir müzisyen. Türkiye’de çıkardığı “Kaos” ve “Kütle” isimli iki albümü var. Şimdi ise bir dünya şirketi olan EMI’ın Türkiye sorumlusu... Siz EMI’ın başına geçtikten sonra özellikle yerli projeler merak ediliyordu. Biraz da onlardan bahseder misiniz? Hayko Cepkin albümü hazır gelmişti. “110” benden önce de vardı. Kaydın bir kısmını beraber tamamladık ve sözleşmelerini uzattım. “Dorian” ve “Nem” sıfırdan gerçekleştirdiğimiz projeler. Nem’in farklı bir tadı var. Dorian ise zaten belli bir kitleye çalan, tanınan bir gruptu. Yakup da albümünü hazırlamıştı ve onunla da anlaştık. Ayşe Tütüncü’nün iyi bir albümü çıktı, şimdi de İngiltere’de yayımlanacak. Tüm bu isimleri yurtdışında tanıtmak için çalışıyorum. Şimdi “Aydilge” ve yakın zamanda Deniz Yılmaz’lı “Panik” karşınızda olacak. neksel sound’u kullanarak iyi de bir film müziği işi çıkardım. İkinci albümünüz “Kütle” uzun bir aradan sonra geldi. Niye bu kadar gecikti? Plak şirketi battı, sonra satıldı. Zaten müziğimle kimse ilgilenmiyordu. Bana, “Sen müzik yapma, başka iş yap, daha düzgün Türkçe konuşamıyorsun” diyorlardı. Bozuk Türkçem için söylenenleri kafama çok takmıyordum, çünkü böyle iyi olduğunu düşünüyordum. Müzik beni mutlu ediyordu, önemli olan da buydu. Yine de sözleşmemi beş yıl iptal etmediler. Bunca eleştirinin ardından dünyanın en güçlü müzik şirketlerinden birinin Türkiye sorumlusu oldunuz. Aynı zamanda bir müzisyen olduğunuza göre, demo yollayan müzisyenlerle ilişkileriniz daha farklı olmalı? Benim için müziğin özgür olması çok önemli. Elbette eleştiri olmalı, ama ağızdan çıkan lafa dikkat etmek lazım. Müzisyenlerin hayatları müzik ve onları incitecek sözler kullanmamaya özen göstermek lazım. Ancak onlar da çok çalışmadan, geceler gündüzlere karışmadan müzisyen olunmadığını bilmeliler. Yarım niyetle yola çıkanlar eleniyor. O kadar çok demo geliyor ki, elemek çok zor. Çünkü hepsi umutla bekleyen insanlara ait. Dürüst olmam gerekirse iyi günüme geldikleri zaman daha şanslı oluyorlar. İşim bu kadar da acımasız işte. Bir kere reddedilseniz de diğer şirketlerde şansınızı denemelisiniz. Çünkü sizin mutlaka bir sahneniz vardır, onu kovalamak zorundasınız. Dave Weckl Türkiye’de... G eçen yıl İstanbul ve Ankara’da konserler verip müzikseverleri kendine hayran bırakan dünyanın sayılı davul virtüözlerinden Dave Weckl yeniden Türkiye’ye geliyor. Weckl’ı canlı izlemek isteyenler 11 Nisan’da İzmir Platinyum Eski Marina’da, 12 Nisan’da İstanbul Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde buluşacaklar. Dave Weckl müzik dünyasında birçok hatırı sayılır davulcunun yetişmesine önayak olmuş, kendi ekolünü yaratmış faklı bir müzisyen. Dünyanın her yerinde konserler vererek dinleyenleri vurmalı çalgılara âşık eden Weckl, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de davula olan ilgiyi arttırmıştı. Birçok başarılı albüm imzasını atan Weckl “Nite Spirte” başladığı profesyonel müzik hayatına “French Toast” ile devam ederken ismini ritmik davulun gizemli âlemlerine duyurmayı da başardı. 1983 yılında, Simon& Garfunkel’in geri dönüş Özgün müziğin peşinde Ali Deniz Uslu lmanya’da doğup büyüyen Hakan Kurşun, Avrupa’da müzikle dolu 25 yıl geçirmiş. Kendi müziğini kaydetmek için başladığı müzik yolculuğuna, uluslararası müzik şirketlerinde prodüktör, besteci, aranjör olarak devam etmiş. Türkiye ise onu 90’lı yılların ikinci yarısında çıkardığı “Kaos” albümü ile tanıdı. Farklı müziği, yurtdışında yaşayanlara özgü bozuk Türkçesiyle hep özel bir isim oldu. Sevildi, eleştirildi. Şirketi ile yaşadığı sorunlar nedeniyle ilk albümünün üstünden yedi yıl geçtikten sonra ikinci albümü "Kütle"yi kendi şirketi Pb Müzik’ten çıkardı. Geçen yıllarda dünyanın en büyük müzik şirketlerinden EMI’ın, Türkiye ofisinin başına geçtiğinde de kimse şaşırmadı. Şimdi kendi gibi özgür müzisyenlere yol göstermek ve onları yurtdışında tanıtmak için emek harcıyor. Yeni albümünün çalışmaları da sürüyor. Biz de EMI Türkiye Genel Müdürü, müzisyen Hakan Kurşun ile müziğe dair pek çok şeyi konuştuk. A turnesinde davul çalan Weckl, 1985 yılında Chick Korea’dan davet aldı ve usta piyanistin her iki grubunda da (Elektric Band ve Akoustic Band) davul çalmaya başladı. Bu iki grupla 9 albüm, 3 de video yayımladı. Akoustic Band Grammy’e de layık görüldü. Daha sonra bir süre sessizliğe gömülen “Elektric Band” ise Weckl sayesinde 2004 yılında yeniden hayata döndü. Ayrıca Weckl’ın on kadar da klasikleşmiş solo albümü mevcut. Caz dünyasının unutulmaz davulcuları Art Blakey, Omar Hakim, Elvin Jones, Jack De Johnette, Billy Cobham, Buddy Rich, Louie Bellson gibi isimleri bir kez de olsa dinlerseniz kendinizi ritme kaptırıp, onlarsız yapamamanız olasıdır. İşte Dave Weckl da bu isimlerden biri sayılabilecek nitelikte bir davulcu ve ikinci kez Türkiye’de. Bu, ilk konserleri kaçıranlar için bir büyük bir şans. Çünkü davulu ile aşk yaşayan bu müzisyeni izlemek gerçekten büyük keyif. İlk albümünüz “Kaos” Türkiye’deki müzikal değişimin habercisiydi. Bu albümü yapmaya nasıl karar vermiştiniz? Küçükken tek isteğim kendi albümümü yapabilmekti, 14 yaşından beri de kendi kayıtlarımı tutuyordum. Ses mühendisliği okumamın sebebi de müziğimi profesyonelce kaydedebilmekti. Türkiye’de albüm yapma fikri İstanbul’da büyük isimlerin stadyum konserlerini görünce başladı. Ben de rotamı buraya çevirip Türkçe bir albüm yapmaya karar verdim. Çalışmaları gece gündüz demeden tamamladım. “Kaos” albümünde tek amacım kendimi kendime ispatlamaktı. Çocukluğunuzun büyük kısmını yurtdışında geçirmişsiniz. Bu müziğinize nasıl yansıdı? Avrupa’da geçirdiğim zaman, enstrüman seçiminde tutucu ve katı olmama neden oldu. Buradaki müzik bana yabancı geliyordu ve başlarda geleneksel enstrümanları reddettim. Viyana’ya gittiğim dönemde annemi arayıp, “Bana davul, darbuka ve saz gönderin” demeye başladım. Bu enstrümanlarla kayıtlar yaptım ve çok keyif aldım. Hatta Varşova’da da bu gele YENİ ALBÜM GELİYOR 45’likler yine piyasada ve insanlar onlardan müzik dinlemeyi seviyor. Siz de bu konuda öncülerdensiniz. Durum nasıl? Sabit bir satış rakamı var ve daha çok koleksiyon olarak alınıyor. Bence çok iyi bir hediye. Ayrıca iyi bir pikabınız varsa çok iyi tınlıyorlar. Hatta çoğu zaman CD’den daha iyi ses veriyorlar. DJ’ler ve iyi kulüplerin onlardan vazgeçememesinin sebebi de bu. Yeni albümünüzü ne zaman dinleyebileceğiz? Şarkılar üzerinde çalışıyorum, bu yıl içinde yayımlamayı istiyorum. Çok enstrümanlı şarkılar yanında akustik birkaç şarkı da olacak. Yaylı tambur ve Osmanlı savaş davullarını ve bu coğrafyanın birçok kayıp enstrümanlarından biri olan “Çenk”i bulabilirsem kullanmayı çok isterim. Ayrıca çok ağır syntsizer efektleri de var. ASLA PES ETMEYİN “EMI”ın başına nasıl geçtiniz? EMI’yla yaptığım film müziği sayesinde iyi ilişkiler içindeydim. Polonya’da çokuluslu şirketlerle ses mühendisi olarak çalışmamın faydası da oldu. Bu sayede EMITürkiye teklifi geldi, ben de kabul ettim. Mutluluk hapı gibi albüm Zekeriya S. Şen 2003’te farklı alanlarda çalışan beş müzisyen, bir tesadüf sonucu bir araya geldikleri New York gecesinde, aynı dilden konuştuklarını fark ettiler. Bağımsız olarak müzikle uğraşan bu beşli, birlikteliklerinden o kadar haz aldı ki sonraki her buluşmada müziğe öncelik verdi. Kaliforniya, Massachusetts, Texas ve Delaware gibi Amerika’nın farklı köşelerinden gelen grup üyeleri, zevklerinin aynı tarz Amerikan müziğinde (“country” desek yanlış olmaz Hank Williams, Willie Nelson, Townes Van Zandt ve Kris Kristofferson gibi) kesiştiğini anlayınca, çocukluklarında dinledikleri müziği tekrar gündeme getirmeye karar verdiler. Dünyanın ‘Büyük Elma’sı olarak bilinen New York’un unutturduğu, büyürken ruhlarını besledikleri, müzik aşklarını alevlendiren melodileri tekrar çalma hevesi ile birleşen ekip ilk başlarda bir “cover” grubu olmayı hedefledi. Ancak çaldıkça heyecan büyüdü, büyüdükçe müzik yelpazesi açıldı ve beş üye için müzik kariyerlerinde bir yan proje olması düşünülen The Little Willies bir anda hayatlarının vazgeçilmezi oldu. New York’da aynı anda olabildikleri zamanları, kendi işleri izin verdiği ölçüde yeni kimlikleri altında The Living Room’da (New York’ta country müziğinin en iyi icra edildiği bar) çaldılar. Takip eden yıllar, grubun müziğinin gelişmesine ve müziklerinin artık dünyaya açılmasına neden oldu. Lee Alexander (bas), Jim Campilongo (elektrik gitar), Grammy ödülü sahibi Norah Jones (piyano ve vokal), alternatif folk sanatçısı Richard Julian (gitar ve vokal) ve Dan Rieser (bateri) beşlisinden oluşan ekip, ticari bir beklentisi olmadan içlerinde yanıp tutuşan bu tutkuyu dinleyenleri ile bir albüm vasıtasıyla paylaşmaya karar verdi. Grup ile aynı adı taşıyan 13 parçalık albüm, mart başı ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada piyasaya sürüldü. Esprili Batıswing melodilerini hipnotize eden bir vokal ile birleştiren ekip, albümde dokuz yorum ve dört tane kendi orijinal bestesine yer vermiş. Fred Rosy’nin “Roly Poly”, Kris Kristofferson’un “Best of all Possible Worlds”, Willie Nelson’un “I mükemmel bir armoni süzmesi. “The Little Willies” özellikle Norah Jones için farklı vokalleri ile gövde gösterisi yaptığı bir albüm. Albüm boyunca hafif içkili bir bar grubunun canlı performans izlenimi veren ekip, özellikle “Lou Reed” parçasında bir komedi destanı sergiliyor. Müzisyenlerin kalitesinden öte; içerdiği bulaşıcı neşe kaynağı samimi performanstan dolayı “The Little Willies” albü25mü oldukça keyifli bir dinleti. Gevşek ve kıpır kıpır melodiler ile oynayan grup hatırşinas Alanlarında usta beş müzisyenden oluşan “The Little Willies”’in aynı adı taşıyan albümü, country sevenler için. Gotta Get Drunk” ve Townes Van Zandt’ın “No Place To Fall” parçalarının gürültülü patırtılı yorumları, ekibin müzikleri konusunda ne kadar köklü olduğunu yansıtıyor. Beklenenin aksine Norah Jones gibi uluslararası bir üne sahip sesi fazla ön plana çıkarmayan grup, asıl amacının müzik olduğunu vurguluyor. Kendi parçaları olan “Easy As The Rain” Norah Jones’un büyüleyici vokalleri ile Richard Julian’ın üzgün, sakin vokallerini birleştiren bir çalışma kaydetmiş. İlk başta bir yıldızlar topluluğu izlenimi veren gruba kuşku ile yanaşılabilir, ancak müziğin derinliklerine girdikçe karşınızda ne kadar kuvvetli bir çalışma olduğu anlaşılıyor ve müzik tüm önyargıları siliyor. Müziğin albüme iki kalıp büyük geldiği “The Little Willies” son zamanlarda dinlenebilecek en saf, zararsız, gerçekçi ve eğlenceli albüm. The Little Willies/The Little Willies/EMI muzik@tikabasamuzik.com CUMHURİYET 07 CMYK