Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 Güncel sanatın iki “yaramaz çocuğu” Halil Altındere ve Serkan Özkaya bir araya geldi, ortaya bir kitap çıktı: “Hayır, hayır, olmuyor, yapamıyorum”. Kitapta sanat piyasasından bienallere, sanatçının rolüne pek çok “ciddi” konu tartışılıyor. 9 NİSAN 2006 / SAYI 1046 Hayır, hayır, olmuyor, yapamıyorum... Özlem Altunok Serkan ÖzkayaHalil Altındere (Fotoğraf: VEDAT ARIK) Halil: Serkan klasik anlamda bir sanat eğitimi almadı, yurtdışında iki sene heykel üzerine okudu. Dönem dönem heykel yapsa da, sonrasında daha kavramsal işlere yöneldi. Son bienale hazırladığı Davut heykelinin yıkılmasıyla beraber, kırılgan, geçici, birbiriyle ilişkili heykeller yaptı. Bu işleri Davut heykelinin yıkılmasına bir ağıt gibiydi. İlk başta bunun üzerine konuşalım istiyordum, kendimizi tutamadık, başka konulara da girdik. Güncel sanatla uğraşan ve eleştirel olduğu kadar muziplikleriyle de bilinen insanlarsınız. Tanışıklığınız ne zamana ve hangi ortaklıklara dayanıyor? Halil: Benim aklıma, ortak yaptığımız “Ayrılsak da Beraberiz” işi geliyor. Serkan: Ben de Doğançay sergisinde vals yaptığımızı hatırlıyorum. AKM’de 1900’lü yılların sonunda büyük bir sergi açılmıştı. Yahşi Baraz’ın küratörlüğünde “Türk Sanatında Soyut Eğilimler” adlı bir sergiydi bu. Açılış harikaydı, havyarlar, kürklü kadınlar, canlı orkestra vardı. Biz de Halil’le duvardan en beğendiğimiz Burhan Doğançay resimlerini alıp vals yapmış, sonra da yerine asmıştık. Halil: “Hadi bir şeyler yapalım abi” tarzındaki o an, orada ortaya çıkan performatif işlerden. Serginin ciddi, durağan ortamına biraz hareket getirmiştik. Halil: Zaten Serkan’ın çoğu işi, “Bunu ben de yaparım” sözü üzerinden çıkıyor. Serkan: Çünkü un var, şeker var, o zaman ben de yapabilirim, yapılamayacak bir şey yok. Öte yandan nasıl yapıldığına dair bir merak da var. Deneyip yapamamak da söz konusu. Zaten kitabın adı da “Hayır, hayır, olmuyor, yapamıyorum”... Halil: Evet, Giacometti’den alıntı. Sanatçıya dair oluşan beklentiyi belirten bir cümle. Süreyya Evren’in Serkan için söylediği söze benziyor bu: “Evet her şeyi batırdım, ama batırmayacağımı söylemedim ki”. Sizin bu camiadaki yeriniz nedir? Bu açıklık ya da yaklaşımınız hafife alınmanıza yol açıyor mu? Serkan: Kimse bizi ciddiye almadığı zamanlarda korunaklı bir alanımız vardı. Halil bunu kitapta da soruyor: Yanımızda olmayan ya da olamayacak kurumlarla şimdi neden çalışıyorsun? Bence diğer türlüsü korunaklı bir durum. Ben, koca sanat imgesiyle deha ya da dehanın burnunu sildiği müzelik peçete gibi anlamlarla alay etmek istiyorum. Bir kurum, banka ya da galeride bir şey yapmaktan ziyade sanatı insanileştirmeyi istiyorum. Halil: Serkan böyle işte. Hem eleştiriyor, hem de eleştirdiği şeyin içine dahil olmakta sakınca görmüyor, çoğu zaman. Oysa son dönemlerde kültür endüstrisi İstan H alil Altındere, bir diğer sanatçı Serkan Özkaya’yla söyleşti, ortaya yaptıkları işlerden, güncel sanata bakışlarından, sanatçı duruşu, kurum eleştirisi, direnme stratejileri ve taleplerinden oluşan bir kitap çıktı. Kitabın adı “Hayır, hayır, olmuyor, yapamıyorum!”. Alt başlığı ise: “Serkan Özkaya ile sanatta taraf tutma, ihanet ve konformizm üzerine ya da Davut olmadı Bereket Tanrısı verelim”. Kitabı işaret eden bu iki cümleye bakıp “Okumaya ne gerek” demeyin. Hem birbirlerini, hem sanat ortamını eleş tiriyor, bunu yaparken de sanatın neşesinden ve gücünden besleniyorlar. Halil Altındere ve Serkan Özkaya Artist Sanat Dizisi’nin bu ilk kitabını anlatıyorlar. Nereden çıktı bu kitap işi? Serkan: Halil bir gün bana gel, görüşelim diye telefon etti. Gittim, üstelik geç de kalmıştım ve şöyle dedi: Halil: Bütün o aptal heykelleri neden yaptın Serkan? Serkan: Ben de “O anda çok iyi bir fikir gibi gelmişti” dedim. Sonra da bari bunun üzerine bir kitap yapalım dedik. Hatırlamıyor musun Halil, nasıl olmuştu? YARAMAZ ÇOCUKLAR! Tepki ne oldu? Serkan: Bitirince alkışladılar, ama biz hemen kaçtık oradan. Bu birlikte ilk fırlamalığınız mıydı? Serkan: Sanat çevresi zaten küçük bir çevre. Yaptığımız bu tür eylemler de kurum eleştirisi mahiyetinde işlerdi. Halil: O dönem yapıtlarımızdaki dil ve yanyanalığımız “yaramaz çocuklar” diye adlandırıldı. Belki de tek buluştuğumuz yer o yaramazlıklardı, üretimimizin düşünsel ve içeriksel benzerlikleri yoktu. Bu ortaklığı ve aynı zamanda ters düştüğünüz, farklı baktığınız meseleleri kitapta da görmek mümkün... Birbirinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? Halil: Bir araya geldiğimizde, yaptığımız işlerde, konuşmalarda bu durumdan besleniyoruz. Serkan: Bu kitap da ortak bir proje gibi. Kurgulu bir iş gibi görünüyor zaten... Serkan: Evet, ama önceden belirlediğimiz bir şey yoktu. Halil: Sohbet havasında oldu. Sorular hazırlamadım, konuşma kendiliğinden gelişti. Hatta gelen eleştiriler de hazırlıksız olduğumuz yönündeydi. Serkan: Evet, kitap entelektüel bulunmadı. Halil: Piyasada yeterince entelektüel içerikli kitap var ve nedense bu tür kitapların asık suratlı, elitist kitaplar olması bekleniyor. Serkan’ın işlerinde ironi her zaman vardır, buradan da yola çıkarak kitabın rahat bir yapısı olsun istedik. Tasarımını da içeriğine uygun bir şekilde Vahit Tuna yaptı. Basit bir şeyi şık, pahalı bir görünümde sunmaya çalıştık. Yine de kitapta sanat piyasasındaki ilişkiler ağından, bienale, küratörlük müessesesinden sanat eğitimine, galerilere pek çok ciddi konuya değiniyorsunuz... Serkan: Bir kere Arkeoloji Müzesi’nde bir aslan heykelinin üzerine “Amma sıcak be” yazan bir konuşma balonu yerleştirmiştim. Bu yazı bekçiler keşfedene kadar orada kaldı, müzeyi gezenlerdeyse hiçbir tepki yoktu. İnsanlar sanat eylemlerine hafiflikle değil, bir ödev gibi bakıyorlar. Biz tüm bu konuları konuşarak da bu ağırlığı kırmaya çalıştık. Yaptığınız işler de hep bu minvalde. Basit, anlaşılır, esprili... Serkan Özkaya’nın yıkılan Davut heykeli... bul’da büyük holdinglerin yarıştığı bir şov alanına dönüştü. Organize ettikleri büyük bütçeli mega sergilerle yeni bir dönem başlıyormuş gibi bir ortam yaratıyorlar. Bir yanda kurumlararası çatışmalar, bir yanda hiç tanıtılmayan özveri ile yapılmış sergi ve işler var. Bu yapay ortama karşı daha seçici ve eleştirel olmak lazım. Serkan: Maalesef ben Halil kadar iyimser değilim. Ortada gözümüzde büyüttüğümüz kadar bize ait bir şey yok. Bu işin uzmanları biziz ve bunu bizden başkası yapamaz deseniz de, onlar yapmaya devam edecekler. Halil: Hayır, bir şeyi eleştirmek, bunu ben daha iyi yaparım demek olmuyor. Son 10, 15 yıldır bir avuç insan tarafından sıfırdan bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Bir yandan da her şeyin kendileri ile başladığı yanılsamasıyla kamuoyunu yanıltan kurumlar çıktı ortaya, ama bu işler vitrinlik ve risk almadan yapılan işler. Serkan: Ben fanatik bir insan değilim. Halil: Benim söylediğim fanatizm değil, farkındalık. Birbirinizi güzel güzel eleştiriyorsunuz da, sizden sonraki kuşak sizi nasıl eleştiriyor biliyor musunuz? Serkan: Ben gençler ya da İstanbul dışındakilerin "Bunların da tuzu kuru, ne yapsalar oluyor" dediklerini biliyorum. “Pastacı Yamağı” CUMHURİYET 16 CMYK