02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 VASIF KORTUN’la küratörlük ve sanat üzerine... 26 MART 2006 / SAYI 1044 Sanat bir özgürlük alanıdır... Tamara Pur P latform Garanti Güncel Sanat Merkezi yönetmeni Vasıf Kortun, geçen yıl 9. Uluslararsı İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü Charles Esche ile birlikte yapmıştı. Kortun, Londra’da yayımlanan Uluslararası güncel sanat dergisi Art Review ve NewYork’ta yayımlanan Art and Auction’ın oluşturduğu “2005’in en başarılı 100 kişisi” listelerinde yer aldı. Aynı zamanda Bard College Center for Curatorial Studies’in verdiği 9. Annual Award for Curatorial Excellence (Küratörlükte mükemmellik) ödülüyle onurlandırıldı. Kortun, Dia Art Foundation’ın küratörü Lynne Cooke ile paylaştığı ödülü 6 Nisan’da Central Park Boathouse’daki törende alacak. Küratörlükte mükemmellik ödülü sergi pratiği alanında cesur bir vizyon ve yeni yaklaşımları olan kişilere veriliyor. Vasıf Kortun ile küratörlük ve müzecilik üzerine konuştuk. Küratörlüğün tanımını yapabilirmisiniz? Nasıl böyle bir meslek alanı oluştu? Küratörlük son 15 yılda yerleşti. Aslen sergi yapımcısı demek. Eskiden koruyucu, saklayıcı, komiser gibi terimler vardı. Birçok uyarıcı sergiyi de sanatçılar düzenliyordu. Bugün küratörlük, çok farklı bilgileri gerektiriyor. Basın bülteni yazmayı da bilmelisiniz, teorisyen olmayı da. Ekonomiden de anlamalısınız, hangi boyanın video gösterimleri için iyi bir taban olabileceğinden de. Sadece geçmişle değil, yarınla da uğraşabilmelisiniz, alışagelmedik olanı merak edecek kadar açık olmalısınız. Bir söyleşinizde “68 kuşağının tortularıyla büyüdük. Yerleşik ekonomik düzenin değiştirilmesini, kültürler arası ayrımcılığın kaldırılmasını, dünyanın serbestleşmesini istemek çok değil” diyorsunuz. Bu durumda küratöre ve sanatçıya düşen nedir? Realite sanatçılık ve küratörlükle değişmez. Sanat ancak bakışların değişmesine aracı olabilir. Özelleştirilmiş kent coğrafyasında kamusal alanın son cephelerinden biri sanat kurumları. Bunlar da Türkiye’de gittikçe oylumlanarak vitrinleşiyorlar. Dolayısıyla yeni sorunlar var. Türkiye’de sanat özel sektör tarafından desteklendi. En azından 25 yıldır devletin sanatla ilişkisi olmadı. Türkiye’deki enerjiyi ise salt bağımsızlara borçluyuz. İZLEYİCİ VE SANATIN VİTRİNİ... Bienallere artan ilgiyi neye bağlıyorsunuz?Türkiye’deki sanat izleyicisinin profili nedir sizce? Her yıl daha fazla izleniyor, ama izleyici profilini çıkartacak araçlar henüz yok. İstanbul Modern, Sakıp Sabancı, Pera Müzesi denklemin bir parçası ha Vasıf Kortun, başarısı ödüllerle tescillenmiş bir küratör ve sanat yöneticisi. “Kamusal alanın son cephelerinden biri” dediği sanat kurumlarının Türkiye’de de derinlemesine yayılmasından memnun. line geldiler. Vitrinleşen ortam kendine göre bir izleyici de yaratacak elbette. İzleyicinin ne yaptığından çok bizim ne yaptığımız önemli. Eğitim programları, enformalite, müzeleri daha yaşanır hale getiriyor. Öte yandan İstanbul, küçük cemaatlerden oluşan, kapalı bir şehir. Bunun ötesine geçip, biraz daha nefes alınabilecek yerler yaratmak gerekiyor. Savaşların olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bienallerin, bu tür etkinliklerin barışa katkısı olabileceğini düşünüyor musunuz? Doğrudan bir şeyi etkileyecek gücü yok, ama birebir insanları etkiliyebilir. Sanat içine kapalı ezoterik bir faaliyet değil, dünya ile ilgili, ama bu misyon yüklendiği anlamına da gelmiyor. Kudüs İsrail Müzesi danışmanı olmaya nasıl karar verdiniz? Bu projenin şu an nereye gideceği belli değil. İsrail Müzesi aslen özel bir kuruluş. Dünyanın en güzel, en dindar, en bölünmüş ve geleceği de bir o kadar muğlak olan şehrinde ansiklopedik bir müze. Judaica’dan İslam Eserleri bölümünden, güncel sanata kadar her şey var. Müze bölgeye nasıl hizmet eder, bu soruyu sormasına yardım etmek istiyoruz. Bunun dünyada örnekleri görülmüştür değil mi? Louvre Müzesi gibi... Evet, Metropolitan da öyledir. Fiziki kültürel tarihi bir ansiklopedi gibi depolayan, araştıran ve sunan kurumlar. Tabii, buradaki karışıklık aynı yapı silsilesi içinde, Almanya’daki soykırımından kalma bir sinagoğun yeniden sunumundan, modern sanat bölümüne kadar var oluş hali birbirinden çok farklı seküler ve dinsel nesneleri art arda getirilmesinden çıkıyor. Müzenin önünde çetrefilli bir yol var. Müzenin birimleri yeniden düşünülebilir mi? İsrail Sanatı bölümü kapanmalı mıdır? Müze Filistinli izleyici ve sanatçılarla nasıl bir yeni sayfa açar? Öncelikle bir konferansla başlıyoruz. Konferans için bile müzeye gelmeyecek olanlar var. Örneğin bu katılımları uydudan mı yapmalıyız? Bir hafta içinde üç farklı kurum tarafından ödüllendirildiniz... Onurlandım tabiiki. Bunların arasında yegâne önemlisi küratörlük ödülü benim için, bir günü değil bir kariyeri değerlendiriyor. Ötekiler yılın tadı kıvamında şeyler. EDİTÖR’DEN İ nsan nedir ki? Reha Erdem gösterimdeki filmi “Korkuyorum Anne”nin jeneriğinde kürek kemiği diye başlıyor söze, göğüs kafesi, omurga, kafatası, tırnak, bir ağız dolusu diş, romatizma, bel ağrısı, kemik erimesi, bol et, bol kemik, bol damar, kilolarca bağırsak, iri göğüsler, sarkık ciğerler, ülser, halsizlik, ameliyat, kahkaha, tokat, küfür, tümör, aşk, gözlük, kepek, iş bulur, borç alır, altına kaçırır, yalan söyler, sivilcesini patlatır, kaşınır, öğünür, fotoğraf çektirir, kırlara koşar, kusar, öper, güler, ot yer, hayvan yer, kaşınır, uyur, üzülür, düşünür, korkar... Erdem’in gözüyle kendi türüne baktığında insan, yalanlar da bir bir düşüyor üzerinden... Öfkenin gerekçesi kalmıyor, kızgınlığın, küslüğün, kendine acımanın, almanın, vermenin... Bedenin kendi hikâyesi, öğrenilerek yazılmış bütün hikâyelerin üzerine çıkıyor. Sonra dank ediyor: Büyümek uzun, çok uzun sürüyor, yaşlanmaksa kolay, çok kolay... Dizdeki yaralar çabuk kapanıyor da, diğer acıları terbiyelice taşımaktan başka çare yok... O zaman daha çok gülmeyi, kendini ti’ye almayı bilmeli... İnsan dünyaya kendi yaşadığı zamanın göstergeleriyle bakıp da gördüğü karanlığı arsızca yırtmaya çalıştıkça çabuk yoruluyor. Oysa öncesi var, bir filozofa, hem de İsa’dan önce iki bin yılında “Öyle bir zamanda dünyaya gelmişim ki, bana söylenecek söz kalmamış” dedirten... “Korkuyorum Anne” yapımcılara, pazarlama tekniklerine kurban edilmiş ismiyle “İnsan Nedir ki?” işte bu sözde kocaman bir delik açıyor ve görsel diliyle hem bugünü hem bütün zamanları hissedilir kılıyor... O zamanların bugününde neler var peki? Tan OralAydın Engin söyleşisi (Esra Açıkgöz) Paris’te 68’in ruhunu yeniden havalandıran öğrenci eylemleri (Mustafa Suphi Yılmaz) Bir komedyenden bir oyuncu çıkartan korku filmi: Gen (Ali Deniz Uslu) Sharon Stone’lu ikinci Temel İçgüdü filmi, diğer adıyla “Risk Bağımlılığı” ve erotik filmlerin tarihçesi (Aslı Selçuk) İş dünyasından bir kadın Leyla Alaton (Esra Açıkgöz) Bush’u tehdit eden Chavez’in ülkesinden bir genç komünist Carlos Aquino (Özgür Erbaş) “Bir Uçtan Öteki Uca Savrulmak” sergisiyle çok kültürlülüğe ve küreselleşmeye dokunan Mürteza Fidan (Özlem Altunok) Dahası var elbette, içeride... Hayat sürüyor, korkular da... Esas mesele de korkulara gülebilmekte... İyi haftalar... Berat Günçıkan [email protected] Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Yazı İşleri Müdürleri: Mehmet Sucu, Güray Öz (Sorumlu) Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna / İstanbul İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Cumhuriyet Reklam (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 *Cumhuriyet Gazetesi’nin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet. com.tr CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle