02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 7/12/06 16:45 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 10 ARALIK 2006 / SAYI 1081 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Taksim’de kesişen yazgılar... Ataol Behramoğlu Cennet Başka Yerde Pınar Savaş ario Vargas Llosa’nın Peru’da seçimlere adaylığını koyup başarısızlığa uğradıktan sonra verdiği ilk edebi ürün olan Cennet Başka Yerde, son yılların en ilginç yapıtlarından birinin arkasındaki inadı da ortaya koyar nitelikte. Vargas Llosa’nın birkaç yıl önce yazdığı Teke Şenliği (Can Yayınları), pek çok Latin Amerikalı yazarın kurgu ve temsili ordu, diktatörlük anlatılarından farklı (örneğin Montalbán’ın “Galíndez”i gibi), adıyla sanıyla gerçek bir diktatörü (Trujillo) anlatan, derin araştırmalara temellenen, son derece acımasız ve gerçekçi yapıt olarak edebiyatta bir referans noktası oluşturdu. Romanlarında çok farklı temaları işleyen Llosa, Latin Amerika “patlamasının” bu bildik ve çok işlenmiş konusunu neden bir kez daha ele aldığı sorulduğunda “Latin Amerika’nın tüm diktatörlerini anlatmaya bir yazar ordusu yetmez,” yanıtını veriyor. Llosa’yı yirmi yıldır, faşistlikle, para için kendini satmakla ve kötü bir yazar olmakla suçlayanlar arasında Teke Şenliği’nden sonraki sessizlik neredeyse gülünç. Bu eleştiriciler Llosa’yı hiçbir zaman Márquez ya da Cortázar gibi “Latin Amerika patlaması”nın yıldız yazarları arasında saymadılar (ilginçtir ki, Borges’i de saymazlar, belki de nedeni eserlerinin karmaşıklığıdır). Oysa ilk romanı Kent ve Köpekler’den başlayarak, Fujimori’nin kıyımları ve yozluğunu, Uchuraccay katliamının ardındaki gerçekleri, birbiri ardına gelen ve devrilen hükümetlerle yalnız bırakılmış bir ülke olan Peru’yu anlatan Llosa’nın, romancı oluşu da göz ardı edilmeden yeniden değerlendirilmesi ve “demokrasi kusurludur, ama herhangi bir diktatörlükten daha az kusurludur, ayrıca eleştiriyle beslenen bir sistem olduğundan düzeltilebilir. Mutlak eşitlikçi sosyal ütopyalarsa bir yalandan ibarettir” diyen yazara hakkının iade edilmesi gerekiyor. Nine ve torun… İkisi de kendi cehennemlerini kurdular. Nine Flora Tristan sosyalist feminizmin öncülerindendi, eşitlikçi bir toplum kurma mücadelesine ömrünü adadı. Torun Paul Gauguin, Avrupa uygarlığının kirletmediği bir kültür rüyasıyla dünyanın en ücra köşelerinden birinde öldü. Mario Vargas Llosa “Cennet Başka Yerde”de nine ve torunun “cehennem”lerini anlatıyor… M Y azınsal eleştirinin en çetinlerinden biri roman eleştirisi olsa gerek. Öyle yazacaksınız ki, sözgelimi, katilin kim olduğu anlaşılmayacak… Önceki gün derste Anna Karenina’yı işlerken, bir ara “Anna’nın intiharı…” diyecek oldum, kitabı ya da kitap hakkında herhangi bir şeyi henüz okumamış olan öğrencilerden şikâyet sesleri yükseldi… Doğrusu, haksız da değillerdi... Fakat ne yapalım ki Tolstoy’un ölümsüz eserinin yazılıp yayınlanışının üstünden bir ve çeyrek yüzyıldan fazla zaman geçmiş… Hakkında sonsuzca yazılıp çizilmiş; filmler, oyunlar yapılmış, daha da sonsuzca yazılıp çizilecek, filmler, sahne eserleri yapılacak... Bir başka deyişle, romanın ilk okurlarının ayrıcalığına sahip değiliz. Onlar kitabı (ya da, yanlış kalmadıysa aklımda, Rusya’da âdet olduğu üzere dergide yayınını) okumaya koyulduklarında Anna’nın yazgısının varacağı sonu bilmiyorlardı doğal olarak... Bunu bilmek ya da bilmemek romanı okurken alınacak lezzeti değiştirir mi dersiniz? Romanına göre değişir demek belki de en doğrusu... Yine de yazınsal eleştiriler içinde roman eleştirisinin yukarıda değindiğim türde bir zorluğu olduğuna ilişkin görüşümü değiştirmeyeceğim… Yazının başlığına gelince, Tolstoy’un kahramanlarını Taksim’de buluşturmak gibi bir niyetim yok... Tülay Ferah’ın son romanı “Dünya Çıplak”tan söz etmek istiyorum... Öyleyse bu uzun önsöz de neyin nesi? Bunu öncelikle pazar söyleşilerinde benimsediğim anlatım rahatlığının bir sonucu olarak görmenizi dilerim. Fakat neden sanırım sadece bu değil... Tülay Ferah’ın romanının ekseninde de kadın yazgıları var. NİNE FLORA, TORUN GAUGUIN Cennet Başka Yerde’nin az bulunur edebi yaratıcılıkta olduğunu söylemek abartı olmaz. Tarihi olarak da nitelenebilecek bu romanMario Vargas Llosa, Paul Gauguin’in mezarı başında... da, Llosa sosyalist feminizmin öncülerinden olan Flora Tristán ve ressam Paul Gaci akrabalarının yanında kaldığı Peru’da Marx tablosu çizmeyi de ihmal etmiyor. Ardılı torun da uguin’in yaşamlarının son yıllarını ve her tanık olduğu sosyal adaletsizlik üzerine, yerlileri sömüren Fransız yetkililerinin karabasanı haline ikisinin de mutlak özgürlük arayışını an“Bir Parya’nın Hac Yolculuğu” adlı kitadönüşüyor, rezaletler kopartıyor, kiliseyi ayaklar altına alılatıyor. Tristán ressamın anne tarafınbı kaleme alıyor, rahat bir yaşamı teperek yor, ve asla kendisinden istendiği gibi nedamet getirmiyor. dan ninesi. Nine sosyal adalet, kadın hakları XIX. yüzyıl başlarında fikirleriyle FransızLlosa dâhi ressamın özelikle son yapıtlarının yaratım ve ve işçi sınıfına özgürlük peşinde koşarak ları etkileyen Fourier, Saint Simon ve Owen üretim süreçlerini anlatırken Gauguin’in resimlerindeki tüm Avrupa’yı turluyor ve bu konuda kigibi ütopik sosyalistlerin izinden gitmek geçişken, ne kadın ne erkek, hem kadın hem erkek kataplar yayımlayıp konferanslar düzenleiçin Avrupa’ya dönüyor; öncülerinin kirakterleri de yorumluyor. yerek işçileri ilkelerini kendi belirlediği mi fikirlerini hiç tasvip etmese de kadın bir emekçi birliği altında birleştirmeye Flora (en üstte). POLİTİKA NE İŞE YARAR Kİ! ve erkeklerin çalışma, bedava eğitim uğraşıyor. Resimde postmodernizmin Desen: Hakan Çelik ve sağlık haklarına sahip oldukları eşiten güçlü figürlerinden biri olan torunu Paul Gauguin (üstte) Uzun ve ayrıntılı bir araştırma sürecinin ardından kalelikli bir toplum kurma mücadelesine ömPaul ise XIX. yüzyıl Avrupa burjuvazisime alınan bu roman (Llosa kahramanlarının yolculuklarırünü adıyor. nin sofu ve baskıcı eğilimlerinden kurtulnın tümünü yaptı) iki müthiş karakterin ortak noktası ve Llosa yapıtında bize cennetten çok muş ve yaşamla iç içe geçmiş bir sanat anyazarın kendisinin en büyük takıntısını da bünyesine alıhem ninenin hem de torunun cehennemlayışı özlemiyle, estetik zevk ve evrensel güyor: Peru. İlk romanları anavatanında geçen Llosa, sonralerini anlatıyor. Paul kârlı borsa simsarlığı işizellik arayışı peşinde, Avrupa’nın iğdiş edici etdan bu yerellikten kaçınmış, ülkesine uzak konuların arani teperek, sanatın pazarda bir ürün olduğu kisinin ulaşmadığını hayal ettiği Karayibler’e gidiyor. yışı içine girmişti. “Peruluysan politika hiç de önemli deAvrupa’yı lanetliyor, tıpkı ninesi gibi o da hayallerinin arÇok farklı, ama kan bağıyla bağlı bu iki evrenin kahramanğildir. Beş yılda bir ülken şu ya da bu nedenle tedına düşüyor, kış görmemiş göklerin ve yaşamın olmazları tam anlamıyla birer isyancı. Nine daha iyi bir dünyanın peteklak oluyorsa, politika ne işe yarar ki! Bir yoksa olmazı bir sanatın peşindeTahiti’ye gidiyor. Avruvarlığına inanırken, Gauguin ideal mutluluğa ulaşmak için sesul asgari güvenceyi ve karnını doyurmayı özler. pa uygarlığının kirletmediği bir kültür rüyasıyla, dünçimini ilkele dönmek, vahşileşmekten yana kullanıyor. FloBunlar, sahip olanlarca hor görülebilirler, ama sayanın en ücra köşelerinden birinde ölüyor. ra önce kocasının zorbalığı ve yarattığı hayal kırıklığının ethip olmayınca yaşamın anlamı haline gelirler. PeKitapta her iki hikâye birbirini izleyen kisiyle, sonra da bir sosyal devrimci olarak enerjisini boşa ru’da okuma yazma bilmeyen bir sürü öğbölümlerde anlatılıyor. İki akrabanın harcamamak amacıyla cinselliğini öldürüyor ve tek aşkını göretmen, sokaklarda fahişelik yapan binlerideallerindeki zıtlığı böylece son dererevi uğruna feda ederken, torunu en yüksek zevki elde etce çocuk varken, bölgesel hükümetlerin ce belirgin hale getiren yazar, eşzameye temellenen sınırsız ve coşkun, kadın erkek ayrımının memurları, maaşlarının yedide birini başmanlı olarak her iki kahramanın da dışlandığı yeni bir seks kavramının izini sürüyor. kana elden rüşvet verirken, suçlu da Bush yaşamlarını izlememize olanak veriPolitika ve sanat alanında ayrı ayrı birer deha olan, bu birsanılmasın, bu yozlaşmayı Perulular yayor. Hem Flora hem de Paul, zabirlerini hiç tanımamış ninetorunu, Flora’nın kızı, Paul’ün rattı, onlar sürdürüyor” diyen Llosa, man içinde geriye giderek anılarıyla annesi, Aline, ama aslında Peru birbirlerine bağlıyor. OtuCennet Başka Yerde ile hiç kuşkusuz bize nasıl iblislerinden kaçtıklarını ve zundan sonra resme başlayan Paul yerli kültürlere ilk kez Peru’dan da, doğduğu kent Arequyaşamlarının can alıcı dönemeçlerini çocukluğunun ilk sekiz yılını annesiyle birlikte geçirdiği Peipa’dan da çok ötelere giderek, çağdaş anlatıyorlar. Vargas Llosa, Flora’nın ru’da ilgi duymaya başlıyor. Sonradan “Mavi gözlerime ve edebiyata damga vuracak şaşırtıcı ve evdönemin işçi hareketiyle ilişkisi sıraFransız soyadıma karşın, ben bir İnkayım, benim nişanım rensel bir eser ortaya koyuyor. sında titiz, uzlaşmaya gelmez bir Karl burnumdur” diyor. Aynı şekilde Flora da, iki yıl sömürge Timurtaş Onan’ın “Beyoğlu Geceleri” çalışmasından. Öncelikle de, aynı ülkenin, aynı kentin çocukları olsalar da, iki ayrı dünyanın insanı, hatta iki ayrı gezegenin yaratığı gibi birbirlerinden farklı iki genç kızın yazgısı... Varoşlarda doğup büyümüş Songül ve süper burjuva Meryem. Biri, yaşama ilişkin her şeyi gelecekteki kocasından öğrenmeye programlanmış, pek de güzel denemeyecek bir halk kızı... Öteki, bulunduğu ayrıcalıklı toplumsal konumu sorgulamayı aklından geçirmese de, aşkın ne olup ne olmadığını durmaksızın sorgulayan ve bu arada gelgitleriyle motosiklet tutkunu sevgilisine dünyayı zindan eden, bakımlı ve (romancı pek betimlemese de) herhalde güzel olması gereken bir burjuva… Tülay’ın kitabının genç yaştaki erkek okurları arasında “Bu kızlardan hangisini eş olarak seçerdiniz” sorusuyla yapılacak bir anketin sonuçlarını doğrusu bilmek isterdim… Songül ve Meryem, yazgıları Taksim’de kesişse de birbirlerinden habersizler. Taksim’de yazgıları kesişenler sadece onlar da değil. Yakışıklı şoför Kuzey, internette tanıştığı Songül’le Taksim’deki randevusuna yetişebilecek mi? Bunu söylemeyeyim ki siz de benim gibi merak içinde kalın ve içinizden romancıya “buluştur şunları” diye rica edin... Kuzey’le René’nin karşılaşmalarını gizlemeye ise gerek yok… Bu ilginç karşılaşma, romanının ana eksenindeki “entrika” ile pek ilgili olmasa da sorunsalı bakımından tam bir dönüm noktası... Aşkın ne olup ne olmadığı konusu ile... Meryem bunu belki hiç öğrenemeyecek… Onun Fransız babası René, Taksim’de sözünü ettiğim bu karşılaşma sırasındaki bir anlık zihin (ve gönül) aydınlanması sırasında öğrendi mi dersiniz? Sezinledi en azından… Ve Taksim’de kesişen başkaca yazgılar... Tinerciler, son günlerde çokça sözü edilen çocuk pornosunun potansiyel kurbanları... Arka planlarda ise, birbirlerinden uçurumlarla ayrılmışlarcasına farklı aile yapıları… Dünyayı bilmem ama, son romanıyla Tülay Ferah, çırılçıplak bir Türkiye fotoğrafı ile karşımızda… [email protected] Hayatı nasıl karşılıyoruz? Aylin Kotil ok sevdiğim bir arkadaşım var, evliliği bitmek üzere. Kocası biraz ayrı yaşayalım dedi, üç ay önce. Geçen akşam bana geldi. Çok yakın bir dostu için sitem ediyordu. Çocukluk arkadaşıymış ve onu bu zor döneminde hiç arayıp nasılsın diye sormamış. Birden başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ben kaç kere arkadaşımı arayıp sordum, diye düşünmeye başladım. Aslında bu ayrılığın onu bu kadar etkileyeceğini düşünmedim, ama tabii ki bu bir özür olamaz. Dostlarımız hayatlarında kaç defa bir zorlukla karşı karşıya kalır ki? Bir beklentileri de yok aslında. Sadece bir telefon, iki sohbettir onlara kendilerini tekrar iyi hissettiren. Kendimden biliyorum. Babam amansız Ç hastalığa yakalandığında etraftan tek beklentim hal hatırdı, onlarla tekrar güç bulurdum. Tüm bunları ıskalarken nereye yetişmeye çalışıyorum acaba dedim. Ya da ömrümü tamamlarken neleri yanımda götürmeyi planlıyorum? Vakit mi bulamadım arkadaşımı aramak için? Saçma. Nasıl bir duyarsızlığın içine düştüm? Çok kızdım kendime… Ancak bir araya geldiğimiz o akşam konuştukça iki şeyin farkına vardım: Birincisi; zorluklar ve sıkıntılar hep tek başına yaşanıyor. Mutluluklarımızı paylaşıyoruz kalabalıklarla, ama zorluklar ve mutsuzluklar nedense hep tek başına yaşanıyor. Bir şey daha fark ettim; erkek gitmek isterse gidiyor. Aynı durumdaki bir kadın ise erkek hazır olana kadar bekliyor. Hatta erkeğin bu hazır olması durumu bazen sonsuza dek sürebiliyor. Erkek, kadın hazır mı diye düşünmüyor ya da ona süre vermek gerekir mi diye. Aynı durumdaki kadın ise erkeği düşünüyor, çocukları düşünüyor… Erkeğin, sadece evini ayırmasıyla sorumluluğu da bitiyor. Çocuklar ve tüm yük kadına kalıyor. Kim ne derse desin, fizik olarak erkek ne kadar güçlü ise duygusal olarak da kadın o kadar güçlü bence. Genelde (hepsi için geçerli değil), eşleriyle beraberken çocuklarına tek gözle bakan erkekler, eşleriyle ilişkilerini kestikten sonra kör olabiliyorlar. Hayat dönem dönem bizlere farklı görüntüler sunuyor. Bu görüntülerden payımıza düşeni insanca ne kadar yerine getiriyoruz? Iskalıyorsak eğer, hangi aşamada uyanabiliyoruz ve silkiniyoruz? Bütün bunların yanında hiçbir şey dünyanın sonu değil elbet. Ne alınan kararlar ne de yaşadıklarımız. Önemli olan bunları nasıl yaptığımız. Onurlu mu onursuz mu? İyi pazarlar... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle