Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 3 CMYK 22 EKİM 2006 / SAYI 1074 3 Nobel‘de onun da payı var! Hüsnü Abbas; Orhan Pamuk’un Yeni Hayat, Öteki Renkler ve Kar kitaplarının dizgicisi. Elle yazan Pamuk, yazısını sadece onun okuyabileceğine inanıyor. Abbas içinse Pamuk en iyi yazar. Nobel’e en çok sevinenlerden biri de o. “Sadece tanıdığım için değil” diyor, “ülke adına en büyük ödülü aldı”... EDİTÖR’DEN evinçle, sevinmekle ilgili hissiyatımızda hep bir kırıklık var, gülerken ağzımızı kocaman açamıyoruz, hemen arkasından gelecek bir kederin endişesiyle. Gülmek haramdan sayılıyor, sevinmek de. Şimdi, tam da şimdi, en çok sevinç duyulası zamanda Nobel’i Orhan Pamuk aldı yine sevinmiyoruz. Tıpkı “günah” gibi, “haram” gibi, bu kez “siyasi” bir ambargo var zihnimizin ve ağzımızın üzerinde. Nobel de lanetleniyor, Orhan Pamuk da. Çünkü tarihin gediklerinden içeriye bakmaya, iktidarların söylemlerinin arkasını görmeye korkuyoruz. Pamuk gibi bakabilenleri, dahası gördüklerini dillendirebilenleri sırf bizim “huzurumuzu” ve ezberimizi bozdukları, kafamızı karıştırdıkları, kuşkuya, düşünmeye, araştırmaya zorladıkları için sevmiyoruz, sevemiyoruz. Ancak sırtını iktidar sahiplerine dayayan cümleler kurabiliyor, güçlülerin çizdiği yol haritasında hareket edebiliyoruz. Tıpkı şimdi olduğu gibi... Alışık olmadığımız ve duymaya korktuğumuz ifadeleri, “bizden olmayanlara” söylediği için aldığı ödüle kuşkuyla bakıyor, romanlarını yerden yere vuruyor, konularının, karakterlerinin bizi de içine alan evrenselliğinin üzerini bulanık kimliklerimizle örtüyoruz. Pamuk’un Nobel’i sevinenler de az değil elbette, kahkahalarının sesi öfkeli çığlıkları zorluyor... Yanı başımızda, gelecekte bir kez daha kederle anımsayacağımız olaylar yaşanıyor. Avukat Behiç Aşçı, müvekkillerinin içinde bulunduğu tecridin kaldırılması için bedenini ölmeye yatırdı. Bu bir intihar değil! “...hudutsuz bir maviye, kıra, bayıra, toprağa, pırıl pırıl gökyüzüne ve en önemlisi insan sıcağına hasret kalanlar adına eyleme girdim” diyor Aşçı. Altı yılda, 122 kişinin öldüğü ölüm oruçlarına kulak tıkamanın, onları “huzur” alanının dışına atmanın utancını bugün taşımayanlar için, gelecek yok oysa! Çünkü tecrit çoktan cezaevlerinin sınırını aştı, hızla genişliyor, geleceğimizi kuşatıyor! Geçen hafta bir insan hakları savunucusunu daha, Türk Tabipleri Birliği eski başkanı Füsun Sayek’i yitirdik. 12 Eylül’ün karanlığında hastalanan, pasaport verilmeyerek tedavisi engellenen, böylelikle ölüme bırakılan Ruhi Su’nun eşi, Sıdıka Su da geçen hafta aramızdan ayrıldı. Sayek’i TTB’nin yeni başkanı Gençay Gürsoy anlattı. “Bizler” diye yazdı Gürsoy “Sağlığı piyasaya teslim etmek isteyen bezirgânlara, demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından, aydınlıktan korkanlara karşı eksilmeyen bir enerjiyle direnen, bütün yaşamı boyunca sevgi, iyimserlik ve coşku üreten, şiir ve yaşam sevdalısı başkanımız ve yoldaşımız Füsun Abla’yı hiç unutmayacağız”. Bir dostun, yoldaşın ölümü kederin en saf hallerinden birini yaşatır bize, Nobel’i almak da sevinci! Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com S Berat Günçıkan rhan Pamuk, “Öteki Renkler” kitabının “Yazarın Günlük Hayatı”na ilişkin bölümünde, elle yazdığını, kartuşlu kalem kullandığını, yazısının düzeltile düzeltile arapsaçına döndüğünü, o haliyle yayınevine gönderdiğini anlatıyor. “Şimdi daha ‘ünlü’ bir yazar olduğum için yayınevindeki arkadaşlar nazımı çekiyorlar” diye ekliyor: “O el yazısı sayfaları İletişim Yayınları’nın dünya şampiyonu dizgicisi Hüsnü Abbas dizer. En okunmaz yazımı okur ve çok büyük süratle yazar. Bazen ben yazmasam bile onun romanı iyi yazdığını hayal ederim”. Bir yazarın dizgicisine duyduğu, kitabına da yansıttığı “güven” merak uyandırıyor. Kim bu Hüsnü Abbas? Peki, Pamuk Nobel’i alınca kitaplarının ilk okuru da olan Abbas ne hissetti acaba? Çok sevindim, Orhan’ın tanışık olduğum, beraber çalıştığım biri olmasından öte, bunun ülke adına çok büyük bir ödül olduğunu düşündüm... İlk ismiyle hitap ettiğine göre yazar ve dizgicisi arkadaşlar. Gözleri ışıldıyor Abbas’ın, anlaşılan eksilmeyecek de, çünkü o bir okur olarak da Orhan Pamuk hayranı. Soruyorum, yanıtlıyor: O Kaç yıllık dizgicisiniz? 1976’dan bu yana, 14 yaşında başladım. Bir insan nasıl dizgiciliği meslek olarak seçer? Daktilo kursuna gitmiştim, abim de Son Havadis gazetesinin dizgi servisinde çalışıyordu, beni yanına çağırdı. Daha sonra Dünya ve Güneş gazetelerinde çalıştım, 1984’ten beri de İletişim Yayınları’ndayım. İlk dizdiğiniz kitabı hatırlıyor musunuz? İlk zamanlar kitap yoktu, Yeni Gündem’i, dergileri, Cumhuriyet’in ansiklopedilerini yapıyorduk. İlk kitabı ise hatırlamıyorum, o kadar çok oldu ki... Orhan Pamuk’un ilk hangi kitabını dizdiniz? Yeni Hayat’ı. Sonra Benim Adım Kırmızı, Öteki Renkler, Kar. Şimdi yavaş yavaş yeni kitabına “Masumiyet Müzesi”ne başladık, beş altı ay sürebilir... DÜNYA DİZGİ ŞAMPİYONU... Günde kaç sayfa diziyorsunuz? Uzun zamandır Orhan, Murat (Belge) ve Ömer Abi (Laçiner) dışında elle yazılmış metinlerin dizgisini yapmıyorum, çünkü artık dosyalar hazır geliyor, biz sayfaları yapıyoruz... Günlük sayfa sayısını tam kestiremiyorum, ama yarışmalarda birinciliklerim var. 1981’de dünya birincisi oldum... Ölçü neydi? Sürat ve hatasızlık diye bir kategori var, orada herkes kendi dilinde, daha önce görmediği metinleri yazıyor. Yarım saat içinde 21 bin civarında karakter yazdım. Bu dakikada 700, saniyede ise 1112 karakter yapıyor, tabii hata da yok. 83’te de dünya beşincisi, 95 ve 98’de ise dünya ikincisi oldum... Zihninizle parmaklarınız arasındaki mesafe oldukça kısa... Başından beri hızlı yazıyorum, sekiz aylık daktilo kursunu 35 günde bitirdiğimde, diğer kursiyerlerin iki katı hızdaydım... Yeteneğim varmış herhalde... Dizerken metnin ne kadarının farkında oluyorsunuz, zihniniz bazı metinleri seçip alıyor mu? Genelde otomatik yazıyorum, cümle anlamını takip ediyorum, yazının derinine inmeden, çok fazla anlamadan diziyorum. Zihnin bir seçicilik yapması pek mümkün değil, her şey bir tuş, bir karakter. Ama Orhan’ın kitapları öyle değil... Abbas, şimdi “Masumiyet Müzesi”ni diziyor... Pamuk’u farklı kılan ne? Ben romanı çok seviyorum. Bir de Orhan’ın kitapları bana çok iyi geliyor. Nesi iyi geliyor? İnsan aklının bir sürü yere gidip gelmesini çok iyi tasvir ediyor, herkesin aklına gelemeyecek yerlere gidiyor, onları düşünüyor ve yazıyor. O konudaki zekâsı bence müthiş... Pamuk’tan önceki yazarınız kimdi? Pek yoktu. Kitapları arasında önceliği hangisine veriyorsunuz? Yeni Hayat’ı çok beğenmiştim. Pamuk, neredeyse yarım kalan cümlesini tamamlayabileceğinize inanıyor... Yarım cümleyi tamamlamak değil de, cümle bozuksa, takısı yanlışsa, virgül yanlış yerdeyse, düzeltiyorum. El yazısını okumak kolay mı? Çok kolay değil, bence uğraşırsa bir başkası da okuyabilir, ama Orhan, onun yazılarını bir tek benim çözebileceğime inanıyor. Kitabını ilk okuyansınız, nasıl bulduğunuzu soruyor mu? Evet, ilk okuyan ben oluyorum, heyecanla, nasıl buldun diye sorar. Edebiyatçı değilim, yorum yapabilecek durumda da değilim, çok beğendiğim bazı yerleri söylüyorum. ayfa... den bir s n i” s e z ü iyet M “Masum Cumhuriyet DERGİ* Kara Kitap’ın Alaaddin’i... Alaaddin ve dükkânı, Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” romanının kahramanları. Pamuk, romandaki olayları, diğer kişileri onun ağzından anlatır. Alaaddin, hayali bir kahraman değil, Nişantaşı’nda, karakolun karşı köşesindeki dükkânın sahibi. Doğma büyüme Nişantaşılı yazarın da komşusu. On yıllar önce resimli romanlar, meşhurlar serisi kartları, kurşun askerler, çorap, gazete ve taş bebekler satan dükkanda hâlâ aradığınız her şeyi nahif bir düzensizlik içinde bulabilirsiniz. Bu yüzden Nişantaşılılar dükkâna “Alaaddin’in Sihirli Lambası” adını takmışlar. “Burada yok yok! Kimler girmedi ki şu kapıdan” diyor Alaaddin Güler, “Bir dönemin başbakanı Nihat Erim bile buradan alışveriş yapardı”. Peki ya Orhan Pamuk, o ne zamandan beri müşteriniz? Orhan Pamuk benim yalnızca müşterim değil, aynı semtin insanıyız, o da bu caddenin biraz ilerisinde oturuyor. Babam babasını tanırdı. Orhan Bey 1956’dan beri bizden alışveriş yapar, gelir gider. Gazetelerini, okuduğu dergileri, hatta bazen kitaplarını bile benden alır. Geldiği zaman sohbet eder misiniz? Siyasetten, günlük olaylardan konuşur musunuz? Çok fazla sohbet fırsatımız olmaz. Bazen burası kalabalık olur, bazen de onun acelesi olur ama hal hatır mutlaka sorarız. Dolayısıyla siyaset konuşmayız. Yaklaşımlı ve mütevazı bir insandır. Kara Kitap’ta romanın kahramanı sizsiniz. Kitap çıkmadan önce bunu biliyor muydunuz? Orhan Bey bir gün beni evine kahve içmeye davet etti, gittim. Kitap projesinden bahsetti ve benimle röportaj yaptı. Yazacakları için malzeme topladı ve bir gün bir baktım beni anlatan Kara Kitap çıkmış, elimde. Okudum, çok beğendim. Tepkiniz nasıl oldu? Sizi ve dükkânı merak edip gelenler de artmıştır. Çok gururlandım. İnanın deyim yerindeyse, meşhur oldum. Kitabı okuyan pek çok kişi dükkânıma gelip benimle tanıştı. Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı... İnanın çok sevindim. ŞENGÜL DURUCU ADAM İNGİLİZCE BİLMİYOR, AMA... Sizi en çok hangi karakter etkiledi? İsmini anımsamıyorum şimdi, ama Yeni Hayat’taki kahramanın otobüslerde gidip gelmesinden etkilenmiştim. Sizinki oturarak yapılan bir iş, gitme isteğinizi mi tetikledi, romanın kahramanı? Bilmiyorum, belki de... Şimdi “Masumiyet Müzesi”ni diziyorsunuz, bu sizi heyecanlandırıyor mu? Evet, kitabı buranın telaşı içinde çalışmak istemiyorum, eve götürüyor, evde diziyorum. Merakla okuyorum da. Kitabı eve taşımanız bir banka mutemedinin para taşıması kadar riskli ve gerilimli bir iş... Öyle, üstelik tek kopya, o da bende. Murat Belge’nin yazısı nasıl? Onun yazısı daha okunabilir. Murat Abi benim için, “Yahu bu adam İngilizce bilmiyor, ama benim İngilizce’deki yanlışlarımı bile düzeltiyor” der. Görsel bir şey bu, hafızaya kaydetmekle ilgili... Geceleri yatağınıza uzandığınızda gözünüzün önünde rakamlar, harfler uçuşuyor mu? Yok, onları bir de zihnimizde sürekli taşırsak! Yarı şaka bir şaiya vardır, dizgicilerin, mürettiplerin, on yıldan sonra şahitliği kabul edilmez denir! Günde kaç saat çalışıyorsunuz? Sekizdokuz saat, ama benim bir de dizgi işi yapan bürom var, orada da çok çalıştım, hatta 8692 arasında evimize gidemedik... Gözlük kullanmıyorsunuz, lazerle mi çizdirdiniz? Hayır, hiçbir sorunum yok gözlerimde, bundan sonra olur mu bilmiyorum... İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr