02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 9 CMYK 15 EKİM 2006 / SAYI 1073 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Balkan şehirlerinde Ataol Behramoğlu Kapanmayan yara... Özlem Altunok emra Topal’ın son kitabı “Yara”, hayatın başladığı yerde, kadının cinsel organında kanıyor. Yara’nın konusu kürtaj. Topal, kürtaj için “Kadınların tek trajedisi” diyor, “Bedenimiz kaderimiz. Gerçek anlamda yaralanabilecek tek kişi de kadın, çünkü doğuştan öyle tasarlanmış ve tehlikeye adanmıştır.” Dünya, ölüm ve cinselliğin hüküm sürdüğü bir kapan, Yara’da. Bu kapanın cehenneme en yakın insanları ise fahişeler ve yazar Elem Pomak. Yani yaralarını kapayamayan, kaşıyan kadınlar... Semra Topal “Yara”yı anlatıyor. “Yara”, “Gece Gülüşü” ile başlayan erotik edebiyat türündeki ikinci kitabınız. İlk dört kitaptan sonra bu türe yönelmenizde neler belirleyici oldu? Gece Gülüşü tamamen erotik bir kitaptı, orada erotik güzelliği ve şiddeti ortaya çıkaran hiçbir şeye karşı çıkmamıştım. Yara’da ise ana temayı erotizm olarak belirlemedim, erotik öğeler barındırsa da asıl mevzu cinsellikti. Her birimiz dünyaya cinsellikle geliyoruz ya da gelemiyoruz. Kadın için de, erkek için de dünya, kadının cinsel organıyla, yani yarasıyla başlıyor. Hayat kadın bedeniyle doğrudan ilgili, kadın cinsel organı hayat verici tek organ. İşler yolunda gittiği müddetçe bir sorun yok, ama cinsellikte işler pek yolunda gitmez. Hamile kaldığı halde bebeği dünyaya getirememek, yani aldırmak kadının tek trajedisi. Ben bu olayı, kaybetmeyi, ölümün, erotizmin, katletmenin izinde yazdım. Yani sizin yaranızdan çıkan bir kitap diyebilir miyiz? Yara’da tek rehberim hayatımdı. Gece Gülüşü’nün yanında Yara’yı kan gibi kıpkırmızı bir kitap olarak görüyorum. İnsanın bütün gizi erotizmde saklı. Ben bugün erotik olanla yakından ilgiliysem, her birimizin, koşullarımızın ve eğilimlerimizin eseri olmamızdandır. Semra Topal son kitabı Yara’da cinselliği, yani hayatı ve ölümü anlatıyor. “Hayat kadın bedeniyle, cinsel organıyla doğrudan ilgili” diyor Topal, “Kürtaj ise kadının yarası”. Bu yüzden cinsellik, şiddet, haz, öfke ve acıyla iç içe geçiyor Yara’da. Genelev Baykuş Anne’nin Yuvası, kızlar çiçek adları taşıyan, yani takma adlı fahişeler. Fakat sadece bir ev yok, bir de yazarın evi var. Kadın bedeni, doğası ve cinselliği söz konusu olduğunda “vermenin yeri”, hem de meşru yeri genelevlerdir. Baykuş Anne’nin Yuvası’nın başka özellikleri de var, bir eğitim yeri, okul. Daha geniş düşündüğümüzde, dünyanın da genelev olduğunu görürüz. Bu yuva, mikro ölçekteki genelev, tam bir dünya, yani kapan. Her türlü pisliğe, kana ve azgınlığa açık yuvanın kızları yazar Elem Pomak’a yakın. Buradaki hayati kavram “vermek”te, yazar fahişeleri bile geride bırakır. Doğurganlık, yani yaratıcılık, yani sanat Yara’da önce kadının, sonra da hayatın kurtarıcısı gibi... Neden? Yaratıcılığa en yatkın insan kadın, dolayısıyla sanata en çok kadını yakıştırıyorum. Marguerite Duras, erkeklerin ölmesini ve çıldırmasını engelledikleri için kadınlara para ödenmeli, der; çok doğru. Kendi bedeninden başka bir canlı üretebildiği için de sanatsaldır kadın, eser ona mahsus bir şey. Kitaplarımla en çok ilgilenenler de kadın okuyucular oluyor, bundan ayrıca memnunum. Çektiklerimiz yazılırsa bir anlamda kurtuluruz, sanatın mucizelerinden biri de bu. Sevimsiz dünyamızın şenlenmesi gerekir, o da sanatın işi. Y ahya Kemal’in “Açık Deniz”inin ilk dizeleri, sanırım birçok şiir sever için olduğu gibi, benim de lise yıllarından bu yana ezberimdedir: “Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum.” Şimdi artık İstanbul’un uzantısı sayılabilecek Çatalca’da doğmuşum. Fakat çocukluğum Balkan şehirlerinde geçmedi. Buna karşılık, Balkan şehirlerine ne zaman yolum düşse, Yahya Kemal’in şiirindekine benzer duygular hissederim... Sanki uzak düşülmüş, fakat çok yakın bir akrabayla karşılaşmış gibi olurum. Yurtdışına ilk çıkışımda, otobüsle Balkan kırlarından geçerken bunları hissetmiştim. O zaman sosyalist Sofya’dan bir çocuk bahçesinden geçer gibi geçmiştim... Sonraki yıllarda Balkan şehirlerine sık sık yolum düştü. Atina’yı, Sofya’yı, Üsküp’ü birçok kez gördüm. Yıkılacağı aklımıza bile gelmeyen Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’da, Sırbistan’ın başka kentlerinde yaptığım gezileri, Saraybosna’yla birlikte trajik savaşın acısını en çok çeken BosnaHersek kentlerinde (bu savaş henüz sürmekteyken) gezilerimi, röportajlarımda, “gezi izlenimleri”mde yazdım. Her seferinde bir akraba evine ziyaretin duygularını yaşadım. En son bu yılın ağustos ayında Ohrid ve Üsküp’te, birkaç hafta önce de Belgrad ve Zagreb’deydim... Belgrad. S DAMGALANMAK UMURUMDA DEĞİL! Yazarken hem kendi sınırlarınız hem edebiyatın sınırları nelerdi? Hafife alınmaktan, “damgalanmaktan” korktunuz mu? Bu alanda kalem oynatmak her şeyden zor. Hafife alınmaksa erotizmin ve onu yazanın alnına yazılmış bir şey. Erotik denince insanların çivileri gevşiyor, akıllarına da sıcak yatak odaları sahnelerinden başka bir şey gelmiyor. Bu konuda insanların hayal güçlerinin çok kıt olduğunu gördüm. Yara şimdiye kadar yazdığım kitapların en trajiği, en zarurisi. Damgalanmaktan korktum mu? Sonuçta korkak bir yaratığım, fakat damgalanmak umurumda olmuyor. Kitapta da dediğim gibi, çok müsterihim. Boris Vian, gayet “erkek” bir dille “Asla bir kadın, erkeklerin kendilerine yapabildiği şeyi, erkekleri kâğıt üzerinde iğfal edebilmeyi beceremedi” diyor. Erotik edebiyat neden daha çok erkeklerin alanı? Erkekler, Boris Vian da dahil her şeyi kendilerinin sanıyorlar çünkü. Başta dil onlara aittir, dilin sahibi oldukları için her şeyin sahibi olmaya hak kazanırlar. Boris Vian’ın dediği iğfal etmeyi bizzat kadın bedeninde de yaparlar, kâğıt üstünde de. Neyse ki kadınların erkekler kadar dümdüz bir zekâsı yok. Erotik anlatılarda önemli olan üslup, çünkü bu insanın gerçek kaderi ve gerçek varlığıyla ilgili. “Yara”da mekân olarak bir genelevi seçiyorsunuz. Kahramanlarsa fahişeler. Hayatı bu insanların gözünden, sanki dünyanın merkezinden anlatıyorsunuz... Belgrad’ın 1999’da bombalandığını düşünmek insana biraz da şaka gibi geliyor. Dostum, şair İvan Gadjanski, arabasıyla bana kenti gezdirirken bu bombardımanda yıkılmış binaları da gösteriyor. Bunların arasında Çin Büyükelçiliğinin binası da var... Bombardımanda 2000 kişinin öldüğü söylenen Belgrad, savaşın (kirli, kanlı, kötü, etnik savaşın, facianın) acılarını aşmış, yaralarını sarmış görünüyor... Tertemiz, büyük, geniş bulvarlarında, yaz günlerini kıskandıracak eylül sonuekim başı güneşinin de kışkırttığı, tam bir gençlik patlaması yaşanmakta... Bu, hemen hepsi o kışkırtıcı güneşe uygun giyimli genç kızlar, delikanlılar nereden gelip nereye gidiyor? Yaşamdan, gelecekten bekledikleri nedir? Teraziya Bulvarı’nda adım başında bir kitapçı gördüm ama, bulvarı arşınlayan gençlerin bir tekinin elinde tek bir kitap yoktu... Elli ülkeden şairin katıldığı uluslararası şiir gecesinin izleyicilerinin yaş ortalaması da sanırım altmışların altında değildi... Teraziya Bulvarı’na açılan Balkan Caddesi’ne girip de otobüs garajına ve istasyona doğru yürüdüğünüzde ise, Avrupa’dan Asya’ya, diyelim ki Ataköy’den Topkapı’ya inmiş gibi oluyorsunuz... Bu Sırbistan gezisinde, bir otobüs yolculuğu ile yolumu Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e de düşürerek, elimde bir harita, bütün bir gün bu kenti gezdim... Fakat Zagreb izlenimleri bir başka yazıya... [email protected] Radikal İslam, Osmanlıcılık R Aylin Kotil ecep Tayyip Erdoğan “Türkiye’de radikal İslam tehdidi yoktur” dedi. Kaçınızı tatmin etti bu açıklama bilemiyorum. Bazılarımız Radikal İslam tehdidi olmadığını düşünse bile çoğumuz en azından İslamcılık tehdidinin olduğunu düşünüyoruz. Hem burada bir parantez açmak gerekirse AKP milletvekillerinin çoğunun cemaat eğitiminden geçtiği düşünülürse bu milletvekillerinin törpülenmiş de olsa radikal İslamcıların etkisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ümmetçilik kavramı modern Türkiye için sadece evrensel alışveriş demek değildir şüphesiz. Türkiye eski Osmanlı toprakları üzerinde söz sahibi olursa Batı’ya entegre olması iyice zor olacaktır. AB ülkelerinin ve ABD’nin düşüncesi Türkiye’nin ve İslam ülkelerinin İslam ülkesi olarak kalmasıdır. Hiçbir İslam ülkesinin güçlü, laik ve modern olmasını istememektedirler. Düşünsenize İran ve Irak’ın modernleştiğini! O zaman dünyayı manipüle eden zıtlıklar kavramlarını nasıl elde tutacaklar? Tüm bunlarla birlikte Osmanlıcılık ideolojisi ulusçuluk kavramına çok güzel çomak sokabilir. Bu ideoloji aynı zamanda Kemalizme de karşıdır. Son günlerde Osmanlı hanedanına üye kişilerin Türkiye’ye getirtilip bir şekilde onlara sempati duyulmasını sağlayacak toplantılar düzenlenmesinin çok tesadüf olduğunu düşünmüyorum ben. Osmanlıcılık yayılmak isteniyor. Ucunda da Vahdettin ve Mustafa Kemal kafa kafaya getirtilmek isteniyor. Osmanlıcılık kavramı gündeme getirilerek Kemalizme darbe vurulmak isteniyor. Tüm bunlardan sonra sizce radikal İslam tehlikesi vardır yoktur açıklamaları ne kadar tatmin edicidir? Ya da yoktur demek bizleri ne kadar rahatlatır? Çıplak gözle görünenler duyulanlardan daha az etkili olabilir mi? [email protected] Bülent Arınç, son halife Abdülmecit’in torunu Neslişah Osmanoğlu ile sergi açılışında...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle