Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 7 CMYK 15 EKİM 2006 / SAYI 1073 7 Yaptığım en iyi iş oynamaktı Müşfik Kenter, hasbelkader başladığı oyunculukta, 51. yılını doldurdu. 100’den fazla oyunda rol aldı, yönetmenlik yaptı. Çünkü yaptığı en iyi iş oydu! Kırgınlıkları olsa da, şimdi olduğu yerden memnun. “Hiçbir zaman hırsım yoktu” diyor Kenter, “sadece iyi bir şey çıkarmak için çalışma hırsım vardı.” Bu, onun yaşamını da anlatıyor. Hayatı da bu anlayışla ağırlıyor. Esra Açıkgöz evgi Adına, Nasreddin Hoca, Nutuk, Kuvayı Milliye, Bir Garip Orhan Veli... Piyano Piyano Bacaksız, Sevmek Zamanı, Kapıları Açmak, Bozuk Düzen, Geçmiş Bahar Mimozaları... Müşfik Kenter’in oynadığı ya da yönettiği film ve oyunlardan birkaçı. Onun için oyuncu olma gereği de, bu işlere imza atma sebebi de çok basit: Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu! 1955’ten beri oyuncu, 1968’ten beri de kardeşi Yıldız Kenter ve Şükran Güngör’le kurdukları Kenter Tiyatrosu’nu ayakta tutmaya çalışıyor. Üstelik cebinden para ödeyerek. “Çünkü” diyor, “Show must be go on. Yani şov devam etmeli”. Bir yandan da Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanlığı ve Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği yapıyor. Müşfik Kenter’le 74. yaşını kutladığı günün ertesinde, hayat, oyunculuk ve tiyatro üzerine konuştuk. Geride bıraktığınız 74 yılı düşündüğünüzde yaptığınız en iyi şey neydi? Oyun oynamaktı, ama onu da ne kadar iyi yaptım bilmiyorum. Yine de çok oynadım, saymadım, ama herhalde yüzü geçmiştir. Oysa oyunculuğa hasbelkader ağabeyinizin iteklemesiyle başlamışsınız... Evet, oyuncu olmayı hiç düşünmemiştim. Ağabeyim “Sen de konservatuvara girsene lan” dedi, ben de 1950’de, lise birinci sınıftan ayrılıp, konservatuvara girdim. Gerçi pek kolay olmadı, sınavı kazandığım halde beni almıyorlardı. Neden? Lisede birisi bir şey yaptığında, çok gülerdim. O yüzden ben yakalanır, her perşembe disiplin kuruluna çıkardım. Liseden konservatuvara gürültücü biri olduğuma dair bir kâğıt yollamışlar. Nurettin Sevin, sınavımı çok beğendiği için, bana kefil oldu, onun sayesinde girebildim. Ama konservatuvara girince çok çalıştım. Sabah üçte kütüphane önünde sıraya girerdik. Kapı açılınca hurra koşar, yer kapardık. Oyunculuğa ilk Devlet Tiyatrosu’nda başladım, dört sezonda 12 oyun oynadım. 1959’da İstanbul’a geldiğimizde Muammer Karaca Tiyatrosu’nda başladık. Hiçbir şeyimiz yoktu. Aksaray’da bir arkadaşın evinde kalıyorduk. Müşfik Kenter, “hayatımdaki en büyük hediye” dediği, kendi gibi oyuncu olan karısı Kadriye Kenter ile birlikte... (Solda) Oğuz Aral, Kenter’in yaşamında önemli bir yere sahipti. Kenter, Oğuz Aral’ın yazdığı “Huysuz İhtiyar”ı da sahneye taşımıştı... S Fotoğraf: Vedat Arık Kenter Tiyatrosu’nun kurucuları bir arada: Müşfik Kenter, kardeşi Yıldız Kenter ve Şükran Güngör... Anlamıyorum, ego ne demek? Sizce şimdi olmanız gereken yerde misiniz? Hiçbir zaman şurada olacağım, diye bir şey düşünmedim ki... Böyle düşünceler bana tuhaf geliyor. Bulunduğum yerden memnunum. Başka ne olacaktı ki? Bundan sonra da bir şey olmaz. Hiçbir zaman öyle bir hırsım yoktu, sadece iyi bir şey çıkarmak için çalışma hırsım vardı. Oysa şimdi oyunculukla ilgili en çok söylenen söz, “Egosu olmayan oyuncu iyi oyuncu olamaz”. Ne demek o, anlamıyorum, ego ne demek? Benlik, yaptıklarınızın benliğinizi tatmin etmesi... Ben oyunculukla kendimi tatmin etmiyorum ki... Oyunculuk her şeyi görerek, bilerek yapmaktır, öyle palavralarla olmaz. YILDIZ’LA BİR ARAYA GELİNCE... Yani hiç bilmediğiniz bir şehirde her şeye sıfırdan başladınız... Orada yaptıklarımızın tadı çıkmayınca... Muhsin Ertuğrul’u devlet tiyatrolarından attılar, o da bizi İstanbul’a çağırdı. Yıldız, “Ne yapacağız, ne olacak?” diye çok korkuyordu. Zaten o hep telaşlıdır. İlk “Salıncak’ta İki Kişi” oyunu ile başladık. Sonra Muhsin Bey, bir oda tiyatrosu açtı, en ön sıradaki yerde oturuyormuş gibi oluyordu, en arkada oturanın da kafası çatıya değiyordu. Bir sene orada çalıştık. Haldun Dormen Ses Tiyatrosu’nu akşam altıdan sonra kullanma izni verince, güzel geçindik, hiç derdimiz olmadı. Hep kardeşler arası rekabetten söz edilir, sizin Yıldız Kenter’le ilişkiniz nasıl, aranızda bir rekabet de var mı? Yok canım, Yıldız’la oturduk mu, başlarız yaratmaya. Nefesimizle bir tiyatro binası yaptık, ama sanıyorum hiçbir işe yaramadı. Tiyatrocu arkadaşlarımız bile “Onların tiyatrosu var, devlet desteği vermeyin” dediler. Kenter Tiyatrosu’ndan yedi senedir maaş almıyoruz. Hocalıktan ve seslendirmelerle geçiniyoruz. Ona rağmen perdeyi de kapatmıyorsunuz... Show must be go onGösteri devam etmeli. Bunca zorluğa rağmen sizi tiyatroda ne tuttu? Başka yapacak işimiz yoktu ki... Oyunculuk sizin için sıradan bir meslekmiş gibi söylüyorsunuz. Bütün oyuncular gibi, oyunculuk, benim hayatım. İşimiz o, onu da en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz. 100’den fazla oyunda yer aldınız, “Benden bu kadar” dediğiniz anlar olmuyor mu? Zaman zaman insan “Aman, bıktım artık be” diyor tabi, ama bu öylesine söylenmiş bir söz. Yorulduğunuz da mı olmuyor? Hayır yorulmadım, sadece bazen sıkılıyorum. Tiyatroya olan ilginin azalmasından ve herkesin başka şeylere yüklenmesinden sıkılıyorum, bu hoş değil. Oyunculardan çok, insanlarımız için hoş değil, nereye gidiyorlar, bilmiyorum ki? YAŞADIKLARIMDAN PİŞMAN DEĞİLİM Sizce ilginin azalmasının nedeni ne? Televizyon. İnsanlar, daha tiyatroya alışmadan, televizyon çıktı. Önceden bize Kadıköy’den seyirci gelirdi, hatta Kadıköy’e gişe bile açmıştık. Sonra ihtilaller... Mesela İstanbul’a geldiğimiz yıl 27 Mayıs oldu, olmadan da tiyatrolar kapandı. Öylece kaldık, para yok, pul yok. Arada seslendirme yapıyorduk, o da bitince, bahçe bahçe gezip oynadık. Pendik’ten Fatih’e, Yeşilköy mahalle aralarına kadar her yere gittik. Bu bir inatlaşma mıydı? Hayır, hem tiyatroyu seviyorduk, hem de hayatımızı devam ettirmek zorundaydık. Başka nereden para kazanabilirdik? Belki de başka bir yerden para gelse bırakacaktım. Çok idealist biri misiniz? Ben öyle palavraları sevmiyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum, yönetirken de, oynarken de, öğretirken de... Hepsi bu. Geri dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz şeyler var mı? Yaptığım bazı şeylerden hoşlanmadım, ama pişman da olmadım. Hayatıma Kadriye girince, daha iyi oldu, hem haya Seyircinin çantasını tekmeledim... Oynadıklarınız arasında sizin için özel olan bir rol var mı? Çok, ama özellikle Amerika’daki bir avukatın savunduğu davaları anlattığımız oyunu çok sevmiştim. Çok hoş, esaslı bir avukattı. Öyle davalar savunmuş ki, zencileri, işçileri... “Bunu oynama seni götürürler” dediler, yine de oynadık, çok da ilgi gördü. Hatta hapiste akrabası olan insanlar neredeyse benden savunma isteyeceklerdi. Ya isteyip de oynayamadığınız bir rol? O kadar çok oyun oynadım ki... Hiç “Şunu ben oynasaydım” demedim, ama “Şunu yapacağım” dedim ve yaptım. Bazı şeyleri de yapmam gerekiyordu, yaptım. Bunca deneyimden sonra sahneye çıktığınızda ne hissediyorsunuz? Korku, heyecan... Hâlâ elim ayağım titrer. Onları kaybettiğimde yaptığım oyunculuk olmaz. Oynarken her an düşünüyorsunuz, çünkü karşınızda seyirci var. Bazen bir sürü şey oluyor, seyirciden bir sürü tepki geliyor. Bazen sahneyle seyirci öyle iç içe oluyor ki... Mesela “Öfke”yi oynarken, kadının biri çantasını sahneye koydu. Ben de bir tekme attım, gitti, Allah’tan oyun öfkelenmem gereken bir oyundu. tı, hem aynı sahneyi paylaştık, benim için en büyük hediye, o. Oğuz Aral bir röportajda sizden kırık kalp diye söz ediyordu. Hatırlamıyorum, niye öyle demiş? Ben de bunu soracaktım. Kırgınlıklarınız var mı? Olabilir, bazı şeyler hoşuma gitmediğinde kırılıyorum, ama sesimi de çıkarmıyorum. Bunları konuşmanın gereği de yok. Oğuz’a da kırıldım doğrusu, Tekin’le bize içiyoruz diye kızardı. Ona “Ulen içme, sen bize içme derdin” dediğimde, “Ben bilmiyordum ki, bu kadar tatlı olduğunu” derdi. Oğuz hayatımda önemli biri. 74 yılda yaşadığınız en büyük mutsuzluğunuz ne oldu? En, diye bir şey yok. Kimi zaman çok mutlu oluyorsun, kimi zaman çok mutsuz. İnsanın başından bir sürü şey geçiyor, aileden insanlar göçüp gidiyorlar. Babamız, annemiz, ağabeyimiz öldü, yine de sahneye çıktık. Çünkü o gün çıkmasak, sonrasında ne değişecekti ki? Tiyatrodan uzak kalmak sizi korkutuyor mu? Uzak kalsam ne olur ki... Bir yıldır, Orhan Veli’den başka oyunda oynamıyorum. Bir yaştan sonra belki de oynamamak daha rahat. Hayata çok rahat bakıyorsunuz sanki; olursa olur, olmazsa olmaz... Her şeyi gerçekten böyle mi yaşıyorsunuz? Evet, ne yapayım yani. Bir şey olmuyorsa ne yapacaksınız ki. Bundan sonraki projeler? Venedik Festivali’ne götürülecek bir proje için teklif geldi, oynarım dedim, ama henüz yeni bir haber çıkmadı. Bir de yeni bir oyun hazırlıyorum.