02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 6 CMYK 6 Çok filmde değil, iyi filmde oynamalıyım... Bu kez en iyi oyuncu ödülü Vildan Atasever’in olmadı, ama oynadığı film, “Kader”, Altın Portakal’da “En iyi film” seçildi. Duygusu “gurur”, hedefi ise hep daha iyisini yapmak. Hırslı, iddialı... Oyunculuğu hislerle tanımlıyor, ona göre ancak hisleri kuvvetli biri oyunculuk yapabilir... Sırada bir dizi var: “Affedilmeyen”... Esra Başıbüyük 1. Sayfanın devamı Yolun çok başındasınız, ama kendi oyunculuğunuz için en net ne söyleyebilirsiniz? Eğer insan doğal yeteneklerinin ötesine gitmezse daha da aşağıya iner. Ben yeteneklerimin ötesine gitmeye çalışıyorum. Sinemanın içinde olduğum için de çok mutluyum. İşimle ilgili ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışıyorum. Çok film izliyorum. Sürekli bir takipteyim. Her şey bir anda olmuyor. Şu dönem ses eğitimi almaya başladım, sonra da ne gerekiyorsa zamanla onları kendime katmak istiyorum. Bol bol kitap okuyorum... Neler okuyorsunuz? Dostoyevski okuyorum. Daha önce de okumuştum ama şimdi okuduğum gibi anlamamıştım. Belki büyüyorum! Nietzsche, Jack London hayranıyım. Oyuncuların sıklıkla kurduğu bir cümledir, “Çok değil, iyi filmlerde oynamak istiyorum”. Siz bu cümlenin hangi tarafındasınız? İyi film çekmekten yanayım. Bir sinemada izleyici ile beraber filmi izledikten sonra, çıkarken göz göze gelince o ışığı, o zevki alabilmek, onların “Ah, film izledik” diyebilmeleri çok önemli. Kader için “Artık arşive konulacak bir aşk filmimiz var” denildiğinde bu filmde bizim de emeğimiz olduğu için çok mutlu oluyorum. Bundan sonra film yapmışım ya da yapmamışım, böyle bir film var ya ortada, o kadar mutlu ve huzurluyum ki... İyi bir filmde oynama isteği, aynı zamanda bir hırsı da gösteriyor... Hırslıyım tabii ki, ama söylerken kulağa hoş gelmiyor. Hırs duygusu insanın kendine de karşısındakine de zarar verebilir. Öyle büyük hırslarım yok. Sadece sinema yapmak ve iyi yapmak istiyorum. Bir gün yanlış bir proje seçip hata da yapabilirim. Hata bile yapsam sinema yapmak istiyorum. Bence oyuncunun hisleri kuvvetli olmalı. Karşısındaki insanı anlayabilmeli. Gözlemleyip kendi içine dönüp baktığında onu görebilmeli, gördüğü zaman da inanmalı. Peki, hırs demeyelim ama, belli ki idealleriniz var, onların dışında nelere sıkı tutunursunuz? Aşk, hayal... Bilmem! Sevgi, ailem çok önemli. Çok duygusal bir insanım. Çevremdeki insanlar, iç huzurum çok önemli. Bunların hepsine sımsıkı tutunuyorum. Şimdi neyin hayalini kuruyorsunuz? Ben mesleğine sahip çıkan biriyim, çünkü siz mesleğinize ne kadar sahip çıkarsanız o da size o kadar sahiptir.. Ben gerçekçi bir insanım, bundan sonra da hayatın gerçeklerini ve kendi gerçeklerimi bilerek yaşamaya devam edeceğim. İÇE DÖNÜK BİRİSİYİM... Buna tutku deniyor sanırım... Evet, sinema tam anlamıyla bir tutku benim için. Sinema yapmadığım zaman eşime, aileme karşı mutlu olabileceğimi hissetmiyorum. “Kader”i izlediğimde keşke bir daha çeksek diye düşündüm. Çünkü başka bir biçimde oynardım bu sefer... Peki aklına eseni yapan, rahat biri misiniz? Herkes sınırlarını bilir. Çok rahat biri gibi görünebilirim, ama içine dönük birisiyim. Kendimi günlük hayatta ya da verdiğim röportajlarda çok da iyi ifade edemediğimi biliyorum. En iyi ifade ettiğim yer gerçekten sadece sinema perdesi. İnsanları kırmaksa en büyük endişem. Çok erken evlenmişsiniz. Hiç erken evlendim diye düşündüğünüz oldu mu? Hayır. Aşk öyle kalan bir şey değil, bir biçimde bitiyor, ama iyi ki evlenmişim diyorum. Çünkü hayatımdaki her şeyi paylaşabildiğim bir dostum var. Huzurluyum. Erken ya da geç diye hiç düşünmedim. Benimle bu hayatı paylaşan çevremde bir sürü arkadaşım, ailem, bir de o var. Güvenerek onunla her şeyimi paylaşıyorum, bu çok önemli benim için. Yaşadığım hiçbir şeyin hesabını yapmadım. Hatalarımı görüp benim de içimin yandığı zamanlar oldu, ama kendimi mahvetmedim. Kimse için değil, kendi huzurum için, onları bir biçimde telafi etmeye çalıştım. Yönetmenliğini Zeki Demirkubuz’un yaptığı “Kader”den bir görüntü... Kim demiş Türkiye’de mizah kolay diye?.. Şengül Durucu uvarlardaki resimler, yazılar, karikatürler, ödüller, raflardaki kitapların sırtları, ait oldukları insanın tüm hayatını ve kişiliğini özetliyor. Oda bir tiyatro dekoru. Her şey tamam, yalnızca oyuncu eksik ki, Müjdat Gezen ilk repliğini söylüyor: “Ben hazırım, başlayabiliriz”. Çocukken mahalledeki apartmanların arasına ip gererek fötr şapkaları uçuruyormuşsunuz. Bütün siyasetçilerin şapkası olsa, kiminkini uçurmak isterdiniz? Hiç kimseninkini. Keşke siyasetçilerin şapkası olsa da önlerine koyup biraz düşünseler. Babanızın öldüğü günün akşamı İzmir Fuarı’nda sahneye çıkmışsınız. Sizce “oyun” hayatın önünde mi? Sahneye çıktım çünkü gösteri devam ediyordu. Tiyatro hayatın önünde değildir. Çıkamayacak durumda olsaydım çıkmazdım. Shakespeare’in Hamlet’inde bir replik vardır, “Babanın ölümüne bu kadar üzülme, baban da bir baba kaybetti”. Ölüm doğaldır. D Üç kere hapse girmişsiniz 12 Eylül döneminde: Nâzım Hikmet’le ilgili kitap yazmak, sıkıyönetimi sevmediğinizi ifade etmek ve tiyatro oynamaktan... Evet, üç kez hapis yattım. Maddi ve manevi olarak kayıplarım olduğu için devletten alacağım var. Yapılan onca şeye rağmen kimse benden özür dilemedi. Sadece Fikri Sağlar döneminde Kültür Bakanlığı Teşekkür Ödülü’nü verdiler. Gerçi ben kimim ki devlet benden özür dileyecek, ama devlet herhangi bir vatandaşına da bunları yapmamalı, yapsa da özrünü dilemeli. Türkiye gibi ülkelerde mizah malzemesinin kolay bulunduğu söylenir, doğru mu? Hayır, aksine Türkiye’de mizah yapmak oldukça zor bana göre. Çünkü her şey o kadar göz önünde ki, mizahını yapmak kolay olmuyor. Yaşananların kendisi komik çoğu zaman. Ne yapılsa, “Biz bunu biliyoruz” deniliyor. Mizahın olmazsa olmazı nedir? İki uyanık zekâdır. Mizah yapanla algılayan arasında bir alışveriştir. Gülme, iki uyanık zekânın buluşmasından çıkar. Biri aptal oldu mu, gülünmez. Müjdat Gezen Tiyatrosu yeni sezonda perdelerini açtı, oyunun adı, “Tuhaf Bir Aile”. Gezen için sanat sahneyle sınırlı değil, kitap yazıyor, televizyon dizisinde oynuyor... Bir de okulu var, yönetiminde öğrencilerinin de olduğu. Kısacası elini ateşe sokmaktan çekinmiyor... Türkiye’de kolay mizah yapıldığına inananlara da itirazı var, Gezen’e göre, izleyici gülmüyor, sadece “Ben bunları yaşadım” diyor... TV’nin tiyatroyla serüveni nasıl gidiyor? TV tiyatroyu önce yok, sonra var etti. Tiyatro oyuncuları dizilerde iş buldular, sahnede kazanamayacakları parayı kazandılar ve tiyatroya devam edebildiler. Tiyatrolar bugün haftada ikiüç oyun oynuyorlar. Eskiden en az dokuz oyun oynardık. M.S.M. (Müjdat Gezen Sanat Merkezi) Tiyatrosu’nu da bu ay açtık. İki buçuk trilyon borçlandım tiyatro için ve günde 1000 YTL zarar edersem kendimi başarılı sayacağım. M.S.M.’de ücretsiz eğitimleriniz de var. Kurslar ücretli, bu parayla 260 öğrenciye ücretsiz eğitim veriyoruz. Ölü sezonda yetmiyor tabii. O zaman da bir TV dizisi yapıyorum, bir reklamda oynuyorum, finansman tamam. BEŞ İLKEMİZİ BİRBİRİNE SEVGİ BAĞLIYOR Okulun yönetimine öğrenciler de katılıyor değil mi? Her yıl başarılılar arasından kura ile on öğrenci yönetimde yer alıyor ve vasiyetnamemde de var yönetim kurulundan biri vefat ederse bir öğrenci seçilerek yönetim kurulu üyesi ve M.S.M. binasının tapulu ortağı oluyor. Okulun “Müjdat Gezen ilkeleri” var mı? Beş ilkemiz var: Özgür, özgün, doğal, soru soran, ömür boyu eğitim. Öğrencilerimize bunları benimsetmeye çalışıyoruz. Bu ilkeleri birbirine bağlayan “sevgi” var tabii. Eski sinema ve tiyatro sanatçılarının kalması ve bakımı için bir de “Sanatçı Konuk Evi” kurdunuz. Altı yıldır açık olan bu evden yeni yeni haberdar olduk. Neden? Ben başkaları gibi Darülaceze’ye, huzurevine giderken peşimde on kamerayla gidemem. Bu benim yapıma ters. Bana bazen, “Toplumun da haberi olsun ki özensinler” diyorlar. Bunlara gerek yok, toplum ne yapacağını bizden iyi biliyor. Adını yıllar önce Aziz Nesin’in koyduğu “Ağlama Palyaço Makyajın Bozulur” kitabınız okurla yeni buluştu, sırada hangi projeler var? Bu sene “Tuhaf Bir Aile” adlı günümüze uyarladığım bir ortaoyununu sahneye koyuyoruz. Modern, uçuk ve marjinal bir ortaoyunu olacak. Yeni sezonda bir TV dizisinde de rol alacağım. Ayrıca bir komedi, standup yarışmasında Zeki Alasya ve Ali Poyrazoğlu’yla jüri üyeliği yapacağız. Tiyatro öğrencileri için ders kitabı niteliğindeki “Oyunculuğun Felsefesi” adlı eserim yeni çıktı. Ocak 2007’de de “Dedem Nasrettin Hoca” adlı kitabım çıkacak. HEPSİNDEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM 46 yıllık profesyonel tiyatro hayatınızda hiç “yapamayacağım” dediğiniz oldu mu? Oldu tabii. 1962’de ben, Savaş Dinçel ve Yaman Tüzcet hem tiyatrodan hem de okuldan atıldık. Üç kafadar sürekli muziplik peşindeydik. Oyun oynanırken, seyircilerin önünde rol arkadaşlarımıza şaka yapınca atıldık. Kararımı verdim ve babamla Çarşıkapı’da bir plakçı dükkânı açtım. Oyunlarımızı da dükkânda sergiledik, ama sadece sekiz ay dayanabildik. Sonra bir haber geldi, Vasfi Rıza Zobu beni çağırıyormuş. Doğru Şehir Tiyatroları’na... Birçok ünlü mizahçı ile çalışmışsınız. Mizahçı denildiğinde aklınıza ilk kim geliyor? Aziz Nesin, Sadık Şendil, Kandemir Konduk, Savaş Dinçel, Altan Erbulak, Sulhi Dölek, Haldun Taner, Rıfat Ilgaz vs... Hepsi de büyük mizahçılar. Benim onlarla tanışma ve birlikte bir mizah dergisi çıkarma şansım oldu: G.Ü.M. (Güldürü Üretim Merkezi). G.Ü.M.’de çok güzel işler yaptık. Hepsinden birçok şey öğrendim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle