Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 6 CMYK 6 PORTECHO 1 EKİM 2006 / SAYI 1071 Dansın ve hüznün müziği Ali Deniz Uslu adio Days ile tanıdığımız Tan Tunçağ ve Bant dergisinin eski editörlerinden Maya grubunun kurucucu Deniz Cuylan’dan oluşan “Portecho” ilk albümleri “undertone”u yayımladı. İkili albümlerinde elektronik tınılarla rock soundunu kuzeyin müzikal tavrı ile bir araya getiriyor. Ana melodiyi vokalin ve gitarın oluşturduğu Portecho’nun müziğinde dans ederken hüzünlenip ağlamak bile mümkün. Albüm İngilizce parçalardan oluşuyor. Bir de Almanca parça var. Farklı, sıra dışı bir müzik vaat eden Portecho’yu izlemek için en yakın tarih 7 Ekim Cumartesi. Mekân ise Balans Music Hall. Beraber müzik yapmaya nasıl karar verdiniz? Tan: Maya’nın tanıtım partisinde tanıştık, önceleri müzik yapmak fikrimiz yoktu, ama sonra bir proje için bir araya geldik ve müzikal ortaklığımız başladı. İlk zamanlarda pek çok alana hâkim iki kişinin ortaklığından bir ego çatışması doğar mı diye düşündük, ama çok uyumlu bir çift olduk. “Her tanımlama bir sınırlamadır” derler, ama yine de bu soruya sormaktan kendimi alamıyorum, müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Deniz: Bir arkadaşımız bizi dinlerken kafasının çok karıştığını, bir yandan dans ettiğini bir yandan da gözleri dolup ağlamak istediğini söyledi. Biz zıtlıkları bir arada kullanmayı seviyoruz. Güçlü dans ritimleri ve kuzeyden gelen hüzünlü bir melodiyi yüklüyoruz müziğimize. Berlin tarzı elektronik müziğe yakın, ama aynı zamanda klasik gitarı da taşıyan bir müzik yapıyoruz. R 12 Eylül gerçekmiş, utandım... 1. sayfanın devamı Kaç kuşaktır Almanya’da yaşıyorsunuz? Dedem 1960’lı yıllarda, babam 76’da, annem 80 yılında Almanya’ya gelmiş. 1980 yılında da ben doğmuşum. Yani Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde... Eve Dönüş, 12 Eylül döneminin acı gerçeklerini çarpıcı ve vurucu bir şekilde anlatıyor. O dönemi hiç bilmeyen biri olarak çekimlere nasıl hazırlandınız? O döneme dair başta yönetmen Ömer Uğur olmak üzere ekip bana çok yardımcı oldu. Güçlü bir arşiv içinde buldum kendimi, döneme dair belgeseller izledim, gazeteleri okudum, dönemi yaşayan insanlardan darbeyi dinledim ve yoğun bir çalışma içine girdim. İşin içine girdikçe böyle bir döneme, bu ülkenin bu acıları yaşadığına inanmak istemedim. Oynadığınız karakterden, “Esma”dan bahseder misiniz? Esma bir astsubayın kızı. Babasının karşı çıktığı Mustafa ile evlenmesiyle işçilik hayatı başlıyor. Babasının doğrularını kabul etmeyip sevdiği adamın yanında olmayı seçen, mücadeleci ve güçlü bir kadın o. İyi bir ortamda yaşarken fakirliği, eşi ve kızıyla bir yaşam mücadelesi vermeyi seçiyor. Saf tarafları da var, ama akıllı ve gururlu. Filmi izleyince göreceksiniz, çok farklı karakter Esma. Filmde işkence sahneleri çarpıcı ve sert bir şekilde verilmiş. Siz ne düşündünüz izlerken? Ben dayanamadım, bana çok ağır geldi o sahneler. O işkencelere bir insanın dayanması mümkün değil. Düşünsenize, işkence sahnelerini izliyorsunuz, sonra filmin bir yerinde Kenan Evren “İşkence diye bir şey yok, hepsi yalan” diye konuşuyor... Filmdeki babam ona inanıyor, “Gördün mü işkence yokmuş” diyor. Böyle bir tezatlık... Filmi izleyenlerin değerlendirmelerini, oyunculuğunuza dair yorumları takip ettiniz mi? “Bu filmde niye Sibel Kekilli oynadı” diyenlerin olduğu geldi kulağıma, “başka oyuncu yok mu” diye sormuşlar. Hayvan hakları için mücadeleye geldiğimde de “niye” diye soruyorlar. Ben ne zaman bir şey yapsam eleştiriliyorum. Affedersiniz, ama konuşmak çok kolay, kendileri lütfedip de bir şeyler yapsaydılar! Seksen yılından bu yana tam yirmi altı yıl geçmiş. O zaman siz ayağa kalksaydınız da siz oynasaydınız, siz film yapsaydınız... Çok sinirleniyorum böyle tepkilere... Ben doğru işler yapıyorum. Her film bana çok şey katıyor. Hayatımda birçok şey değişiyor. Bu filmi çekmek için Ömer Uğur, 16 yıl bekledi ve sizi başrolde oynattı. İlginç bir buluşma olmuş... Gazetede resmimi görmüş, eşarp boyamış başıma ve “bu oluyor işte” demiş. Süper değil mi? Ömer Uğur çok cesur bir insan. 16 yıl bu projenin peşini bırakmamış. 16 yıl önce benim rolümü Füsun Demirel oynayacakmış, düşünün... Şimdi o değerli ismin rolünü ben oynuyorum. Hayatınızda bir kilit isim var, Fatih Akın... Mutlu Hesapçı “Eve Dönüş” filminden... Ömer Uğur’un yönettiği “Eve Dönüş” filmindeki “Esma” rolü Sibel Kekilli’ye Türkiye’de ilk ödülünü getirdi. Kekilli Antalya’da “En iyi Kadın Oyuncu” ödülünü aldı. Artık, mutluluktan korkarken, mutluluğun ne olduğunu bilen, seçme özgürlüğünü kullanan bir Sibel Kekilli var. dığımızda çok mutsuzdum, hüzünlüydüm. Bir tuhaf hissettim kendimi. Taksiye bindim ve ağladım, çok... Mutluluk beni korkutuyor, neden bilmiyorum... “Yeniden doğdun Sibel, öğrenmen gerekiyor hayatın içinde mutluluk da var, mutsuzluk da” dedim kendime... Sonra yavaş yavaş tadını çıkarmaya başladım başarıların. Ben her işe ruhumu veriyorum. “Eve Dönüş”ün çekimlerinde de çok etkilendim, çok ağladım... Ya Altın Portakal? Türkiye’de oynadığım ilk filmle Altın Portakal’ı almak büyük mutluluk... Farklı rollerde ve duruşu olan projelerde oynadım. Benim için önemli olan seçme özgürlüğümün olması. Evet, artık daha mutluyum, çünkü ne olduğunu çok iyi biliyorum... Onunla tanışma öykümü çok anlattım. “Duvara Karşı”da oynayacak bir oyuncu arıyormuş. Ben de bir arkadaşımla cast seçmelerine katıldım. Beni 350 kişi arasından seçti. Onun istediği cesaretli ve özgür bir kişiymiş, ama hep kuralları olanlar çıkmış karşısına, beni görünce “İşte aradığım bu” demiş. Bence oyuncunun kuralları olmamalı. Soyunmam, sevişmem gibi kurallar çok saçma. Hayatın içinde hepsi var ve hayatı izleyiciye en iyi şekilde vermelisin. Her şeye, hayata sırtımı döndüğüm bir anda, ne yapacağımı bilmediğim bir zamanda karşıma Fatih Akın çıktı. Büyük bir şans. Yoksa oyunculuğu hiç düşünmüyordum. Yeniden doğmuş gibi mi hissettiniz kendinizi? Evet, yepyeni bir sayfaydı benim için... Altın Ayı’yı kazan “Portecho” iki kişilik bir grup, ama kalabalık grup olarak da sahne alıyorsunuz... Tan: Portecho iki şekilde sahne alıyor. Biri Deniz ile sahne alıp daha çok klüp mekânlarında çaldığımız bir format. Bir de Berke Can Özcan ve Feryin Kaya'nın bize eşlik ettiği bir performans grubumuz var. Bu format biraz daha rock tadında, daha sert. Bu hafta Balans'ta vereceğimiz konserde grup olarak çalacağız. ElecTrip Records ve Oğuz Kaplangı ile çalışmak nasıl? Deniz: Oğuz çizgimize yön veren, bizde gizli kalan, keşfedemediğimiz yanlarımızı ortaya çıkaran biri. Kısacası “keskin” bir müzik yapmamızı sağlayan kişi. Albümün dinlendikçe keşfedilecek olması da Oğuz’un prodüksiyon başarısı olacak. Albümün adı “undertonealtmetin”de bu söyleminizi destekliyor. “Portecho” sırlarla dolu bir müzik mi vaat ediyor? Tan: Evet, dinledikçe farklı renkleri görüp farklı tatları alabileceğiniz bir sır küpü yaptık. Berlin elektronik müzik için bir “El Dorado” oldu. Nedir Berlin’deki son durum? Deniz: Şu an elektronik müziği kime sorarsanız, Berlin’e gidip oradaki havayı solumak istediğini söyler. Müzik üretimi, çağdaş sanatlar ve elektronik müziğin ve her türlü alternatif sanatın merkezi. Burada saf bir elektronik müzikten değil de sahne şovları, keskin tınılarıyla rock enerjine sahip, ama rock müzik enstrümanlarıyla yapılmayan bir müzikten bahsediyoruz. Peki ya İstanbul? Deniz: Avrupa kültürünün temelindeki “biz ve öteki” kavramı müzik adına kırılamayacak bir kültür engeli oluşturuyor. Biz, farklılıkları kolay kabullenebiliyoruz, onlarla beraber yaşamayı ve üretmeyi çok daha iyi biliyoruz. Cenneti Beklerken Nadide Karademir erviş Zaim prömiyeri 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleşen ve 15 Aralık’ta vizyona girecek olan filmi “Cenneti Beklerken”de seyirciyi tarihte bir yolculuğa çıkarıyor. 17 yy. Osmanlısı’nda, bir nakkaşın yolculuğunu, bu yolculukla birlikte tarihsel olayları, dönüşümleri, bireyin değişimini anlatan filmde Serhat Tutumluer, Melis Danişmend ve Uğur Polat rol alıyor. “Tabutta Rövaşata”, “Filler ve Çimen” ve “Çamur” filmleriyle Türk sinemasının birçok önemli ödülünü toplayan Zaim’in “Cenneti Beklerken”i Antalya’dan “en iyi görsel efekt” ödülüyle döndü. D Filmin öyküsünü kısaca anlatır mısınız? 17. yy. Osmanlısı’nda bir nakkaşın doğuya yaptığı yolculuk esnasında mesleğiyle ilgili yaşadığı bir takım estetik ve ahlaki kaygılar öykünün ana çerçevesini oluşturuyor. Bu öyküyü de dönemin toplumsal ve ahlaki olayları çevreliyor Tarihe eleştirel mi, bakıyorsunuz, filmde? Filmin göbeğinde tarihe eleştirel bir yaklaşım, yeni bir bakış açısı getirmek gibi bir tavır yok, ama benzerlerinden çok farklı bir film... Bunları da ben aktarmayayım, seyirci fark etsin isterim. Yaptığım işler üzerinden konuşmayı tanımlamak amacıyla da olsa istemiyorum, çünkü konuşmam, o filmi bir yere kompartize etmem anlamına gelir. Yol hâlâ çok güçlü bir imge, gerek edebiyatta, gerek sinemada... Siz niçin bir yol hikâyesi seçtiniz? Fotoğraf: Hıdır Durman Yönetmen Derviş Zaim, “Cenneti Beklerken” filmiyle, Altın Portakal’dan “En İyi Görsel Efekt” ödülüyle döndü. Zaim, 17. yüzyılda, bir nakkaşın yolculuğuyla birlikte dönemin estetik ve ahlaki kaygılarını da işleyen filmde tasvir sanatıyla sinemayı buluşturdu. Yönetmen filmi için “Mümkün olduğu kadar samimi ve sahici bir iş yapmaya çalıştım” diyor. Çünkü yol hikâyelerinde bir dönüşüm söz konusudur. O karakterin yaşadığı dönüşümün yanında yol, bize toplumun birkaç asırdır yaşadığı kültürel gelgitleri anlatmaya da elverişli bir platform sağlar. Bu yüzden de bir yol hikâyesi yazdım. Hikâyeyi oluştururken hangi karakterler yol gösterdi? Şehzade Düzme Mustafa Hikâyesi esin kaynaklarımdan biri, ama başka motifler de var. Bazı tasvir sanatçılarının yaşamındaki kesitlerden de etkilendim. Birçok bilgi ve esin kaynağı hikâyede tek bir adamda buluştu diyebilirim. Karakterleri, gerçek bir olaya dayanarak bütünüyle o olay içerisinde tanımlamak taraftarı değildim, bu yüzden mekânları ve olayları onlardan ne kadar esinlenmiş olursam olayım silikleştirmeye, böylelikle seyirci için objektif bir izleme yaratmaya çalıştım. Çünkü, seyircinin, esas anlatmak istediğimiz omurganın dışında kalıp “acaba bu olay tarihte neye tekabül ediyordu?” şeklinde bir izleme moduna girmesi anlatmak istediklerinizi anlatamamanız ile sonuçlanabiliyor. Tasvir gibi imgesel bir sanatı sinema da kullanırken neyi amaçladınız? Senaryoyu yazarken, kuşatıcı ve kışkırtıcı bir fikri hep kafamın bir ucunda tutmaya çalıştım: Geleneksel tasvir sanatı bugünkü sinema diline katkı bakımından düşünülürse bana ne gibi bir anlatım olanağı sağlayabilir? “Cenneti Beklerken”de tasvir önemli bir yerde, ama bunu günümüz seyircisinin algılarını ve belleğinin sınırlarını çok da fazla deneyselin kıyılarına atmadan kullanmaya çalıştık. Mümkün olduğu kadar samimi ve sahici bir iş olsun istedim. Filmin montajı neredeyse bir yıl kadar sürdü. Neden süre bu kadar uzadı? Montaj aşamasında titiz davranmaya çalıştık, uluslararası standartlarda olmasına dikkat ettik. Tabii bir de içimdeki ses bana ne zaman “tamam oldu” dediyse o zaman bitirdim montajı. Özellikle bir dönem filmi çektiyseniz, efektler, ses vs. oldukça uzun zaman alıyor, İstanbul’da bir çayırda kadrajın içine modern dünyaya ait bir obje mutlaka giriyor, bu da efekt kullanımını oldukça artırıyor. Filmin müzikleri de oldukça dikkat çekici... Türk filmlerinde fonksiyonel müzik enderdir, biz bunu denemeye giriştik. Rahman Altın da filme yardım eden, oya gibi filmin içine işlenen müzikler yaptı.