Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 2 CMYK 2 1 EKİM 2006 / SAYI 1071 Tüketimin de bir Volkan Aran Fransa’da çocukları markadan korumak için kampanyalar düzenleniyor: “Reklamlar yetişkinlere ve okul çocuklarına şiddet aşılıyor!” rabaların modelleri her üç yılda bir yenileniyor, beş yıl önceki bilgisayar işletim sisteminiz bugün kullanım dışı kalıyor ve ortalama bir insan yarım yüzyıl önceki insandan iki kat fazla tüketiyor. Piyasalar, küresel ekonominin büyümesi için tüketicinin gözünün içine bakarken, Amerikan halkının artık geçen yıllardaki kadar ev almıyor olması kötü bir veri olarak algılanıp dünya borsalarını altüst edebiliyor. Sürekli artan bir tüketime kendini endekslemiş dünya refahı tanımında bir gariplik mi var, yoksa tüketim düzeyi insanlığın gelişimini gösteriyor da o yüzden bu etkileşimi doğal mı karşılamak gerekiyor? Daha da önemlisi artan tüketim, insan mutluluğu için gerçekten doğru bir ölçü olabilir mi? Sorular başka soruları doğuruyor. Tüketici rolünü benimsemiş insan, içine doğduğu ekonomik kültürü verili kabul etse de, tüketme ve sahip olma kültürüyle barışamayanlar hâlâ bütün bunların ne işe yaradığını sorguluyor. Neden haftada yalnızca iki kez çalıştırdığımız çamaşır makinesini komşumuzla ortak kullanmıyoruz, neden aynı elbiseleri yıkayıp giymiyoruz da her gün ayrı bir kostüme A bürünüyoruz, neden bindiğimiz arabanın görünümü çalıştığımız işyerinin düzen ve estetiğinden önce geliyor? Tüm bunların modern yaşamda birer hak ve ihtiyaç olduğunu kim söylüyor? Sahip olmak insana haz veriyor, çünkü bunun haz veren bir şey olduğu söylenegeldi. Tüketicinin önüne bir harikalar diyarı, parası olmasa da bunu dert etmemesi gerektiğini öğreten kredi kartı olanakları açıldı. SAHİP OLMA ARZUSU Dünya tüketiminin belkemiğini oluşturan Amerikan halkının sahip olma arzusunu canlı tutmak politik bir amaç haline geldi. George W. Bush, 2004 yılı başkanlık seçimi kampanyasında “Mülkiyet Toplumu” sloganını bayrak yaparak, insanların bir şeyi yalnızca kullanması, değerlendirmesi ya da kiralaması yerine sahip olmasının getireceği hazzı kutsadı. İşgal altındaki Irak’ta henüz birer tüketiciye dönüştürülememiş halktan her gün onlarcası can verirken, Bush kendi halkının kişisel zenginlik talebi üzerine kurduğu stratejiyle beş yıllık bir iktidar daha kazandı ve Amerikan halkına “2004 yılının son çeyreğinde ev sahibi olma oranının tarihin en yüksek değerine, yüzde 69.2’ye, çıktığını” müjdeledi. Tüketimi ve sahip olma duygusunu teşvik etmek, liberal ekonomilerin itici gücü olduysa bunun neresi kötü? Aslında masum görünen bu sorunun yanıtını hayatımızdaki yüzlerce örnek veriyor. Araçların birbiri ardına zincirlendiği trafikte, gürültü, stres ve sıkışmışlık duygusu insanı esir alırken, aslında tam o anda harcadığımız benzinle dünya ekonomisinin büyümesine katkıda bulunuyoruz. Daha paradoksal bir örnek de insan öldürmek için üretilen her silah ve mermiyle gayri safi milli hasılanın büyümesi... Bugün “şehrin sokaklarını dolaşmak” geçmişte kalan bir keyif olarak anılırken, açık havada oturabileceğiniz neredeyse her yer bir restoran ya da kafenin kapsama alanına giriyor. Sokaklarda oturmak ise ancak sistemin dışına çıkmış olanlara tanınmış bir hak! Sahip olma arzusunun diğer problemli yanı ise bunun sürdürülebilir olmamasında. Dünya bugün artık daha fazla artamayacağı anlaşılan Amerikan halkının tüketimindeki düşüşün hangi ölçüde bir küresel buhran yaratabileceğini konuşuyor. ? ? ? EDİTÖR’DEN aşlılık, insanın zaman çizgisine takılıp kaldığı halkaların en uzunu... İnsan ömrü uzadıkça, bu halkada geçirilen zaman da artıyor, ama giderek yoksunlaşarak, yoksullaşarak ve umutsuzlaşarak... Daha düne kadar genç nüfusuyla övünen Türkiye de şimdi hızla yaşlanıyor, ama ne ekonomik politikaları buna hazır, ne de kültürel yapısı... Bu yüzden dilenen, sokaklarda yaşayan, intihar eden yaşlı sayısı artıyor. Demanslı nüfus da giderek kalabalıklaşıyor... Gençliği, belleği yücelten, varlığı sahip olduklarıyla doldurmayı öğütleyen yeni kültürün gölgesinde, yaşlı ve yalnız kadınlar, erkekler köksüzleştiriliyor... Esra Açıkgöz bu hafta, bugünün Dünya Yaşlılar Günü olmasından yola çıkarak Türkiye’de yaşlıların durumunu yazdı. Yaşlılar üzerine araştırma yapan iki akademisyenin verdiği bilgiler, toplumsal iki yüzlülüğümüzü daha bir yüzümüze vuruyor. Efsanelerle, dinsel ya da vicdani seslerle gerçek arasında kapanması zor bir uçurum olduğunu gösteriyor, iki akademisyenin söyledikleri. Türk toplumu, tıpkı çocukları ve kadınları olduğu gibi yaşlıları da “şiddetle” seviyor ve yaşlılar da sıklıkla istismar ve ihlale uğruyor... Modern toplum yaşlılara huzurevlerini öneriyor, ama ne devletin huzurevleri yeterli, ne de yaşlıların özel huzurevlerine verecek gelirleri var! Üstelik geleneklerle bağı giderek incelse de toplum da yaşlılarını huzurevlerine göndermeyi pek içine sindiremiyor! Sonuç, evlere kapatılan, evin bir köşesindeki eşyaymış gibi davranılan, horlanan, dövülen, ölsün diye gözünün içine bakılan mutsuz, umutsuz, sessiz, tutunabileceği anıları da elinden alınmış bir yaşlılık... Volkan Aran, ekonomistlerin dünyanın geleceğini Amerikalıların ev alma oranlarının düşüşü üzerinden okumasını temel aldığı “Tüketimin de bir sonu var” başlıklı yazısında sahip olmaya alternatif yaşam biçimlerini de gösteriyor. Aran’ın görüştüğü “Alternatif Hedonizm” projesinin direktörü Kate Soper büyük ve kalabalık masaları örnekliyor. Belli bir saate bağlı, birlikte hazırlanılan, paylaşılan bu masaların yerini alan “dışarıda yemek yemek” eğilimini tüketim kültürünün bir parçası olarak görüyor Soper. “Tüketim kültürü eskiden sıradan olarak yapılan ve para gerektirmeyen bir faaliyeti, artık pahalı (ve bu yüzden belli bir tabakaya hitap eden) bir muadiliyle karşılamaktadır” diyor. Türkiye’de on iki sandalyeli masalardan dört sandalyeli masalara geçiş olsa olsa iki kuşaklık bir maziye sahip... Oysa belki de masaya eklenen o bir tek sandalye, unutulmuş bir hazzı da döndürebilir masaya: Sevinç. İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Y Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/ İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr